Hepimiz zan altındayız
Görsel: Nil'in Ölüm filminin afişi
“Suya sabuna dokunuyormuş gibi yapıp, hiçbir şey anlatmayan bir film çekeyim de ödüllere aday olayım” diyerek yazıp yönettiği “Belfast” ile amacına ulaşmış gibi görünüyor Kenneth Branagh. Yedi Oscar, altı BAFTA adaylığı kendisini tatmin etmiştir mutlaka, birkaç da ödül gelirse tadından yenmez artık. Beş yıl önce dünya çapında 350 milyon dolarlık gişe hasılatı elde eden “Doğu Ekspresinde Cinayet” filmiyle Agatha Christie evrenine de giriş yapan oyuncu/ yönetmen için işler yolunda gidiyor. Bu hafta itibarıyla kendisinin ikinci kez Efsanevi Dedektif Hercule Poirot rolünde olduğu, aynı zamanda da yönettiği ikinci Christie uyarlamasıyla karşımızda Branagh. John Guillermin’in yönettiği, Peter Ustinov’un Poirot’u canlandırdığı 1978 tarihli uyarlamadan küçük farklılıklar var kuşkusuz. Oyuncuların ten renkleri ve cinsel yönelimleri daha çağımıza uygun tercih edilmiş.
Agatha Christie romanları sinema için güçlü birer kaynak gerçekten de. Polisiyenin kurucuları arasında yer alan Christie, sinema için de olmazsa olmaz entrika ve gizemi bol biçimde kullanıyor eserlerinde. Aynı zamanda kalabalık bir karakter topluluğu söz konusu. Bu da artan şüpheli sayısıyla birlikte merak unsurunun diri kalmasına vesile oluyor her zaman. Christie metinlerinin her döneme göre yorumlanabilmesinin olanakları bir yana, çoklu karakter tercihi nedeniyle herkesin katil olabileceği, daha doğrusu herkesin cinayet işlemek için geçerli bir nedeni olduğu fikri de cezbedici açıkçası sinema açısından…
“Nil’de Ölüm” de büyük yazarın böylesi metinlerinden birisi. Filme geçmeden önce Hercule Poirot’a dair birkaç kelam etmekte fayda var. Christie’nin dedektifi yurttaşı Conan Doyle’un kendisinden önce yarattığı Sherlock Holmes’tan biraz farklıdır. Holmes, olayları araştırırken kesin kanıtlara güvenir ve her şey için bir kanıt arar. Poirot için kanıtın bir önemi yoktur. Onun yeteneği çok iyi bir gözlemci olması, olayları birbirine bağlamaktaki mahareti, zekası ve içgüdülerine olan güvenidir. Bu yüzden finalde, olayların akışını bir hikaye gibi anlatır okura/ seyirciye… Çünkü yukarıda da değindiğim gibi, Christie romanlarında herkes zanlı durumundadır ve hepsinin cinayet işlemek için geçerli bir nedeni vardır!
“Nil’de Ölüm”, 1. Dünya Savaşı’nın ilk döneminde 1914 yılında açılıyor. Savaşta görev alan Hercule Poirot, önsezileri ve yorumlarıyla başarıya imza atıyor. Ancak bir patlama hem yüzünde hem de sevgilisinden ayrılmak zorunda kaldığı için kalbinde derin yaralar açıyor. Sonra 1937 yılı Londra’sına geçiyoruz. Bir gece kulübünde çok sevdiği tatlılarını yiyip, içkisini içen Poirot, aynı zamanda gözlem yapmaktadır. Odağında ise oldukça zengin bir kadın olan Linnet Ridgeway, playboy Simon Doyle ve Jacqueline de Bellefort var. Bu mekanda sahne alan Blues Şarkıcısı Salome Otterbourne ve yeğeni Rosalie da tanıştığımız karakterler arasında. Jacqueline, büyük aşkı Sinom’u dostu Linnet ile tanıştırıyor. Ancak yeni tanışan ikili arasında bir elektrik doğuyor ve ekran kararıyor.
Altı hafta sonrasına Mısır’da geçiyoruz. Poirot, ‘tesadüfen’ dostu Bouc ve baskıcı annesiyle karşılaşıyor. Onların davetiyle bir düğüne gidiyor. O da ne, Jacqueline’i tasfiye eden Simon ve Linnet evleniyor. Ancak kalbi kırık kadın aylardır onları takip etmektedir ve burada da karşılarına çıkıyor, tehditler savuruyor. Onun tehditlerinden kurtulmak için bir grup zengin insan ve mahiyetindekiler Nil boyunca onları gezdirecek tekneye kaçıyorlar. Ancak, Jacqueline buraya da geliyor. Kadronun tamamlanmasıyla birlikte, hikaye de hızlanıyor. Birbiri ardına cinayetler işlenmeye başlıyor. Ve neredeyse herkesin herkesi öldürmek için haklı bir gerekçesi var. Bu karmaşayı çözmek de yılların dedektifi Poirot’a kalıyor.
Kenneth Branagh, “Doğu Ekspresinde Cinayet” filminde birçok ünlü/ iyi oyuncuyu kadroya dahil etmiş ama kanımca yeterince hakkını verememişti. Oyuncu olarak da kendi şovunu yapmaya çalışan Branagh, bu kez bir adım geri atmışa benziyor. Annette Bening, Russell Brand, Ali Fazal, Dawn French, Gal Gadot, Armie Hammer, Rose Leslie, Emma Mackey ve Sophie Okonedo gibi önemli isimleri mümkün olduğunca dengeli bir şekilde değerlendiriyor.
Açıkçası, hikayeyi bilmeyenler için her Christie hikayesinde olduğu gibi burada da gizem son ana kadar korunuyor. Katilin ya da katillerin kim olabileceği konusunda durmadan değişen tahminler ve yorumlar dönüyor kafanızda. Ama öte yandan, katilin kim olduğuna/ olabileceğine dair hedef şaşırtmak kağıt üzerinde kıvrakça halledilebilse de, bunu görselleştirmek o kadar kolay değil. Film de bunun sıkıntılarını yaşıyor kimi zaman. Birinin neden katil olduğunu değil de, olmadığını göstermek sinema için fazla izah edici olabilir. Kanımca yalnızca bu filmde değil, Agatha Christie hikayelerinin büyük bir kısmını görselleştirirken yaşanan en büyük sıkıntı bu.
Öte yandan, genellikle geçmişine, hayatına, duygusal dünyasına dair çok fazla şey bilmediğimiz Hercule Poirot’a da alan açıyor film. Bedensel ve ruhsal yaralarını, zaaflarını da görmemize sağlıyor. “Nil’de Ölüm”, Agatha Christie hikayelerini sevenler için tatmin edici olacaktır diye düşünüyorum.
- Uçucu bir peri masalı 02 Kasım 2024 04:15
- Altın Koza ve kronik festival problemleri 05 Ekim 2024 04:30
- Dibini görmeyen... 31 Ağustos 2024 04:25
- Silahlı kuvvetler sermayeye hükmetmeye yelteniyor! 10 Ağustos 2024 04:50
- ‘The Boys’ evreni nasıl kuruldu? 03 Ağustos 2024 04:15
- Roma’nın gurbet kuşları! 27 Temmuz 2024 04:25
- En güzeli uzaktan sevmek belki… 20 Temmuz 2024 04:42
- Analardır, adam eden adamı! 13 Temmuz 2024 04:40
- Amerika kimin rüyası? 06 Temmuz 2024 04:46
- Türkiye’nin film festivali rejimi 11 Mayıs 2024 04:15
- Müslüm’ün yapımcısından: Amy Winehouse! 04 Mayıs 2024 04:37
- Dublörün derdinden dublör anlar 27 Nisan 2024 04:15