‘Milli yargı’ ve Erdoğan konuşmadığında canı sıkılan medya
Fotoğraf: Pixabay
Gazeteci Sedef Kabaş bugün itibariyle eleştiri sayılabilecek bir ifadeleri nedeniyle 23 gündür tutuklu. Cuma günü iddianamesine ulaşabildik. Cumhurbaşkanına hakaret suçundan yedi yıla kadar hapsi isteniyor. Ayrıca Süleyman Soylu ve Adil Karaismailoğlu'na yönelik sözleri nedeniyle de "Kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret" suçundan toplam 4 yıl 8 aya kadar hapsi talep edilmiş.
Cumhuriyet gazetesinden Furkan Karabay’ın haberine göre iddianameyi hazırlayan savcı 2018’de hukuk fakültesinden mezun olmuş, bir yıllık avukatlık stajından sonra, sınavı kazanarak savcılık stajına başlamış, 30 Eylül’de Osmaniye’ye atandıktan altı gün sonra İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na tayin olmuş. Avrupa Konseyi tarafından insan haklarının korunması ve AİHM'in içtihatları üzerine eğitimlere katılıp "HELP" sertifikası almış. İddianamede AİHM kararlarına değinilmiş, bunlardan bir tanesi çok ilgi çekici, Janowski vs Polonya (1999) Kararı. Çünkü bu referans bize Türkiye’deki yargının uluslararası hukuk standartlarına uymamak için nasıl bir çaba sarf ettiğini, kararları nasıl eğip bükebildiğini gösteriyor.
Kısaca özetlemek gerekirse gazeteci Jozef Janowski, 1992'de Zduńska Wola kentinde sokak satıcılarının satış yapmalarına izin vermeyen, pazar yerine geçmelerini isteyen zabıta görevlileriyle tartışıyor ve onlara ‘hödük’ ve ‘aptal’ diyor (kararda “oafs” and “dumb” diye geçiyor Savcı böyle çevirmeyi uygun görmüş onu kullandım). Janowski, Polonya Ceza Yasası'nın "Bir memura, resmi görevlerinin ifası sırasında ve bununla bağlantılı olarak … hakarette bulunan kişi, iki yıla kadar hapis, veya para cezası ile cezalandırılır” diyen 236. maddesine göre sekiz ay hapis cezası ve bir milyon 500 bin Zloti para cezasına çarptırılıyor. Hapis cezası iki yıl erteleniyor. Janowski, AİHM'e başvuruyor ve Kabaş’ı suçlayan İddianameyi yazan savcı T.K.U'yu heyecanlandıran ihlal bulunmadığına ilişkin karar çıkıyor. Tartışmalı bir karar ancak gerekçesinde nedense Savcı’nın belirtmeyi unuttuğu şöyle bir ifade de var: AİHM, kamu görevlilerine yönelik kabul edilebilir eleştiri sınırlarının özel kişilere göre daha geniş olabileceğini kabul eder. Ancak politikacılar ve görev başındaki memurlar bu konuda eşit değildir. Görev başındaki memurlar sözlü saldırılara karşı politikacılardan daha fazla korunmalıdır.
Şimdi bu kararın gazeteci Sedef Kabaş’ın bir televizyon programında Cumhurbaşkanı ve iki bakanı eleştirmesiyle ne alakası var? Kabaş yarın AİHM’e başvurduğunda bu iddianame AİHM önüne gitmeyecek mi? Türkiye’nin gazetecileri susturmak için zabıtalara hakaret kararından medet umduğu görülmeyecek mi?
Üstelik Janowski bu eyleminden dolayı hapse dahi girmiyor. Kabaş tutuklu ve 12 yıldan fazla ceza istemiyle yargılanıyor. Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum’un yetkisi devredilemez diye savunduğu “Milli Yargı” işte bu. Cumhurbaşkanı ve kabinesine yönelik eleştirileri suç saymak ve suçlarken de AİHM kararlarına takla attıran ‘yetenekli’ savcıları kritik yerlere atamak…
Yeri gelmişken Dinçer Demirkent’in “Cumhurbaşkanını Sevme Testi ve Sadakat” başlıklı yazısını okumanız tavsiyesiyle buraya bırakayım.
HABER MERKEZLERİNİN BİR HAFTALIK ÇARESİZLİĞİ
Geçen hafta cumartesi öğle sonrası Erdoğan, eşiyle birlikte kovid testlerinin pozitif çıktığını açıkladı. Haftalardır cumartesi-pazar dahi yoğun gündemi kovalayan medya neyi nasıl haber yapacağını bilemedi. Hürriyet 5 Şubat’ta Bebek’te bir bara düzenlenen silahlı saldırıyı manşete taşıdı. Sağda üç sütun ise “Geçmiş Olsun Mesajları Yağdı” haberine ayrılmıştı. Diğerleri Erdoğan’ın kovid yüzünden online katıldığı Zonguldak’taki otoyol açılışında verdiği enflasyonla mücadele ‘müjdelerine’ odaklanmışlardı.
Bu arada Isparta’da 3 Şubat’ta başlayan yoğun kar yağışı altyapıyı yerle bir etmiş, şehrin geneli ve köylerin elektrikleri kesilmişti. 5 Şubat’ta gazeteler hazırlanırken Isparta’da 48 saattir elektrik yoktu. Bu haberi Karar, Evrensel, Birgün manşet yaptı, Cumhuriyet ilk sayfadan gördü. Diğerleri görmedi.
7 Şubat gazetelerinin ilk sayfalarında ortak başlık: “Hamdolsun hafif geçiyor”. Hürriyet Burcu Purtul Uçar’ın Halime Yüksel’in öldürülmesi haberini “Yalancı Katile Çifte İndirim” manşetiyle vermişti. Akşam’ın manşeti ““Heimlich Manevrası Hayat Kurtardı”. Türkiye’de “Gömülü Hat Gaza Hazır”, Milliyet’te Azerbaycan – Türkiye arasında “Kardeşlik MGK’sı” müjdeleniyordu.
7 Şubat itibariyle Isparta’da 96 saattir elektrik yok. İktidar medyasında yine tek satır haber yok.
Muhalif diye etiketlenen medyada “kim dağıtıyor Isparta’ya elektriği?” soruları sorulmaya başlandı altından Cengiz Holding ve Kolin İnşaat çıktı. Gündem özelleştirmelere kaydı.
Bu arada Migros Depo İşçileri, Gaziantep ve Adana’da tekstil işçileri, İstanbul’da Yemek Sepeti kuryeleri direnişte. Evrensel ve Birgün dışında hiçbir gazetenin ilk sayfasında yok. Sözcü, Karar ve Cumhuriyet’te yoksulluk, yükselen faturalar haber değeri taşıyor ama buna direnenler taşımıyor.
Isparta’da elektrik kesintisi devam ediyor. Enerji Bakanı Fatih Dönmez nihayet 7 Şubat’ta Isparta’ya gitmiş ve konu Sözcü için artık manşet değerinde: “Elektrik isteyen Ispartalı Vatandaşa ‘Al Çay İç Dediler”. Cumhuriyet’in manşeti ise “Türkiye’nin Sonu Isparta”. Direnenlere sağlık çalışanları da ekleniyor ama gören gazete sayısı çok sınırlı.
8 Şubat’ta Hürriyet nafaka düzenlemesinin kadınlar açısından sakıncalarını haber yapmış; Akşam gazetesinin manşeti üniversite öğrencisi Derya Kuş’un kendisini taciz eden bir erkeğe karşı verdiği mücadele. Erdoğan’ın karantinası uzasa ülkede hak haberciliğinde devrim olmak üzere…
9 Şubat’ta Isparta’da hala elektrik verilmeyen köyler var. Hürriyet nihayet manşet altında küçücük bir fotoğrafla görmüş: “Isparta’ya araştırma”. Sabah, geçmesek de vergilerimizle finanse edeceğimiz Çanakkale Köprüsü için “Muhteşem Köprü İçin Son 10 Gün” diye manşet atmış; Sözcü Meclis lokantası fiyatlarını hatırla(t)mış.
8 Şubat gecesi işlenen Halil Falyalı cinayeti 10 Şubat’ta ilk sayfaları doldurdu diyemeyeceğim. Yalnızca iki gazete, Hürriyet ve Yeni Şafak manşetten gördü. Ama elbette yalnızca bir mafya hesaplaşması çerçevesinde, Peker’in iddialarına, Türkiye’deki siyasetçilerle yakın ilişkilerine hiç değinmeden. Aynı gün Erdoğan’ın testinin negatif çıktığı açıklandı. Bu yazının yazıldığı 11 Şubat’ta gazeteler rahat bir nefes almış görünüyor.
Gazete okuyan mı kaldı diyeceksiniz haklı olarak ama bu bir haftalık tarama, haber merkezlerinin nasıl çalıştığını, neleri haber yap(a)madıklarını, Erdoğan konuşmadığında nasıl manşet sıkıntısı çektiklerini gösteriyor. Ve maalesef bu durum yalnızca iktidar medyasına özgü değil, gazetecilik refleksleri hemen her mecrada zayıfladı.
Gündemi kim belirliyor sorusuna bu gözle de bakılabilir. Yalnızca sorunları, polemikleri değil çözümü de haber yapmak, geçim ve örgütlenme mücadelelerine hak temelli bir yerden bakmak, sesi duyulmayanlara ses vermek için yalnızca görüşlere dayanan değil daha yaratıcı haberler üretebilmek gerek. Aksi halde gündem dediğimiz ‘ülke uçuyor’ ile ‘uçuruma yuvarlanıyor’ arasına sıkışmış durumda, uçtuğuna çoğunluk inanmıyor da uçurumdan düşüşüne de ‘bakamayacağım’ diyerek gözlerini kapatıyor.
- Haberin telifi meselesi 03 Aralık 2024 06:30
- Marx’ın vampirleri ve medyanın yeni sermayedarları 26 Kasım 2024 06:48
- Gazetecileri yargıdan kim koruyacak? 18 Kasım 2024 04:30
- Etki ajanlığı: Muhalefet 'casusluk' sayılacak 12 Kasım 2024 05:00
- Etki ajanlığı: Tek yasayla çok yasak 05 Kasım 2024 05:02
- ‘Cesur Yeni Dünya’nın çocukları 13 Ekim 2024 04:22
- “Sınır hattı çok sıcak” 06 Ekim 2024 04:42
- Medya bir çocuğa kanat takıp ağladı, diğerini çöpe attı 29 Eylül 2024 05:05
- Narin’in kanatlarından melek olmaya çabalamak 15 Eylül 2024 04:53
- Özak Direnişi bitmedi 13 Eylül 2024 05:20
- Gazeteciliği S-400’lerle aynı kutuya mı koyalım, ayrı mı saralım? 01 Eylül 2024 04:52
- Kâr-zarar hesabıyla ‘dijital faşizm’ 10 Ağustos 2024 06:50