12 Şubat 2022 22:00

‘Saz çalıp çığırmak’ meselesi

müzik aleti şeklindeki neon lambaların önünde sırtı dönük bir kadın duruyor

Fotoğraf: Spencer Imbrock /Unsplash

Paylaş

Kirvem,

Şu cavalacoz aleme, “yalan dünya” denen bu diyarlara kimilerimiz leyleklerin gagalarından sarkan bez torbalar içinde, kimilerimiz de hasırlardan, sazlardan örülmüş derme, çatma zembillerle gökten “yumuşak” ya da “sert” bir inişle kapağı attıktan hemen sonra başlayan yaşam süreciyle birlikte, kendimizi daha ilk andan itibaren ardı ardına gelen “meseleler” zinciri içinde bulunca; önce apışıp kaldık, akabinde de bu yaban ellere elimizde olmadan “transfer” olduğumuz için veryansın ettik ama, nafile…

Nafile yere veryansın edip tepinip durduk, çünkü alınlarımıza fi tarihinden beri kara kalemle yazılan veya rengarenk  “döğme”lerle çizilen “harita”lar doğrultusunda yola revan olduktan sonra, başımıza hangi badirelerin geleceğini, hangi sorunlarla karşılaşacağımızı bilmemiz zaten nasıl mümkün olabilirdi ki!

Nitekim bu “çift kapılı han”ın, “uzun ince” yollarında; karanlık, küflü koridorlarında gece gündüz dur durak demeden bir o yana, bir bu yana mekik dokurken, diğer yandan da rotasını, kerteriz noktalarını doğru dürüst çözemediğimiz bir “menzil”e ulaşmanın yollarını arayıp dururken, aslında yine bocaladık…

Çünkü… Fikrimiz, zikrimiz düşüncelerimiz sorulmadan alelacele, palas pandıras derdest edilip bu ummana postalandıktan sonra her birimiz farkında bile olmadan, bir bakıma daha henüz Hanya’yı Konya’yı görmeden bir an önce kendi “fıtrat”ımızla uygun bir “menzil” belirleyip, böylece başımıza gelecek her türlü kadabeladan kurtulmanın yollarını aramaya koyulduk…

Kimilerimiz kendimizce çizdiğimiz “pusula” doğrultusunda yolumuza devam ederken, beri yandan da yine kimilerimiz de, gece gündüz demeden yola revan olan Veysel misali “Bilmiyorum ne haldeyim” türküsünü çalıp çığırıp, aynı şekilde de bazılarımız da, istesek de istemesek de sepetler içinde çıkıp geldiğimiz bu diyarlarda, “Binmişiz bir alamete gidiyoruz kıyamete” tekerlemesi eşliğinde şaşkınlığımızı dillendirip durduğumuz için ağızlarımıza neden isot sürüldüğünü, keza dillerimizin tez elden “lal” edilmesinin neden şart olduğunu anlamakta zorlandığımıza bakılırsa; anlaşılan o ki, bu dünyanın düzeninden, gidişatından zerre kadar memnun olmadıkları için meçhule doğru yelken açıp, bir daha buralara asla dönmeyeceklerine dair yemin billah edenlerin hepsi de gittikleri yörelerde, cennet ya da cehennemde istedikleri gibi kendi keyiflerince saz çalıp çığırabildikleri için, oralarda sonsuza kadar kalmayı belki de bu yüzden mi tercih ettiler, kim bilir Kirvem!..

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa