Cem Karaca’yı anlamak, anmak ve toplumsal riya

Görsel: Dönemin gazete kupürlerinin ekran alıntısı
Cem Karaca anılarımda benim gençliğim demekti, ’80’ öncesi neredeyse İstanbul’daki hiçbir konserini kaçırmamaya çalışarak gittim; o nereye ben oraya. Son yılları tartışmalı olsa da ki tartışılır; bazı “koca koca solcu ağabeylerin, ablaların, örgüt başlarının” döndüğü, değiştiği süreçte Cem Karaca da değişti birçoğumuz gibi ama hiçbir zaman geçmişine, sola hakaret etmedi, kötülemedi, küfretmedi. DYP’ye geçip müteahhit olanı, ihale peşinde koşanı da gördük, ANAP’ı, Özal’ı destekleyip liberal olanı da fabrika sahibi olup sendikalaşan emekçileri işten atanını, Erdoğan’ı demokrat, dönemini ileri demokrasi ilan edip, televizyonlarda “Erdoğan’ın açtığı demokrasi kapısından geçmek gerekir” diyen adında devrimci ve sosyalist olan parti başkanını verdiği desteği ve aldığı teşekkürü de. Bu insanlar yakınımızdan çevremizdendi, birçoğuyla geçmişte birlikte sisteme karşı mücadele etmişliğimiz de vardı.
Oysa Cem Karaca hayatı boyunca muhalif-protest şarkılar söylemiş, sol yapılanmalara destek vermiş tek kişilik bir sanatçıydı. Az önce saydıklarım o partilere destek verenler, o liderleri demokrat ilan edenler hiçbir bedel ödemezken “hain” ya da “dönek” damgası yemezken Cem Karaca ve ailesi hayatları boyunca ağır bedeller ödediler; ’70’li yıllarda sağcılar, 12 Eylül’de eli kanlı darbeciler ve dönemin yalaka medyası “hain” ilan ederken, yıllar süren sürgün ve yalnızlık sonrası ülkesine döndüğünde medyanın yalan haberine inanıp “aldatılan” bazı solcular tarafından da “dönek” diye damgalanmış, bunun da bedeli ağır ödettirilmişti.
Bir zamanlar “1 Mayıs Marşı”, “İşçi Marşı”, “Durduramayacaklar Halkın Coşkun Akan Selini” gibi şarkılarıyla sokakta yürüyenlerden, alanları dolduranlardan bazıları, bazı “eskiden solcular” kendi vicdanını rahatlatmak için başkalarını damgalamayı seçebiliyor, ötekine devlet olabiliyordu.
Medyanın yalan haberleriyle, her zaman olduğu ve Ahmet Kaya’da da yaşadığımız gibi başlatılan linç kampanyalarından Cem Karaca da payına düşeni aldı ve cenazesine riyakar insanların katılmasını istemedi. Toplumsal riyaikiyüzlülük üzerine geçen yıl nisan ayında bu sayfada iki yazı yayımlamıştım.
O yazılardan birinde şöyle demiştim: Özellikle ’80’lerden bu yana içinde yaşadığımız “yenidünya” düzeninde alkışlananlar ‘Maskaralık yapanlar’, kral öldüğünde kral olabileceğini sanan soytarılar, yalancılar, hırsızlar, yağdanlıklar oldu. Bu maskeli soytarıların sol kökenli olanlarını ne yazık ki birçok iyi niyetli safdil insan hep solcu, aydın ve iyi insanlar sandı, fakat onlar çoktan sınıf atlamışlar, yaşam biçimlerini değiştirmişlerdi.”
Yaşanan 42 yıllık süreçte geçmişin erdemleri/değerleri yok edilerek, yükselen değerler adına yeni yaşam biçimleri, yeni değerler oluşturuldu. Bu koşullarda kendisi gibi düşünmeyen, yaşamayan insanlar ötekileştirildi. Sol muhalif kesimlerde de bazılarımız, bu ötekileştirmeleri kabullendi. Ötekine devlet olmayı, devlet gibi davranmayı bir erdem saydı.
Kürtlere, diğer etnik kökenlere, LGBTİ bireylere, farklı düşünenlere devlet gibi zulüm uygulamasalar da mesafeli, tepkisel davrananlar, devletle eş zamanlı “ötekileştirenler” oldu.
SAĞCILAR KOMÜNİST-HAİN, SOLCULAR DÖNEK DİYE DIŞLADI
Anadolu rock müziğinin en önemli temsilcilerinden olan Cem Karaca yaptığı müzikle, söylediği şarkılarla olduğu kadar ’70’li yıllarda sol siyasi duruşu ile de öne çıkmıştı. Şarkılarında komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla hakkında yargılama süreci başlatılan Cem Karaca, yurt dışında olduğu sırada Amerikancı, kanlı faşist 12 Eylül 1980 askeri darbesi gerçekleşmiş, hakkındaki yargı sürecinin tamamlanması için geri çağrılmıştı. Bu çağrıyı reddeden sanatçı 1983’te “Türk vatandaşlığından” çıkarılmıştı. Öncesinde ve bu süreçte devlet ve magazin medyası tarafından “hain” olarak damgalanmıştı. Darbe öncesi yıllarda da sağcılar, faşistler tarafından hain-komünist ilan edilip dışlanan tehditler alan Cem Karaca için bu “yeni durum” çok daha zorluydu. Öncelikle dilini bilmediği bir ülkede, Almanya’daydı, parasızdı ve en önemlisi de ailesini eşini, oğlunu, annesini göremeyecek, dokunamayacak durumdaydı. Yurt özlemi ve aile, arkadaş, dost özlemi çekiyordu.
NÂZIM HİKMET’TEN CEM KARACA’YA YURT VE EVLAT ÖZLEMİ
Nâzım Hikmet’in yıllarca yaşadığı, şiirlerine yansıdığı “memleket” özlemini, memleketinin sokaklarında dolaşamamayı, oğlundan uzakta olmayı, dokunamamayı, sevememeyi, yaşamına tanıklık edememeyi yaşamak da kanlı darbe yıllarında Cem Karaca’nın payına düşmüştü. Tıpkı sonraki yıllarda ülkemizin yüz akı, unutulmaz sinema, müzik sanatçılarımız Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya gibi.
Nâzım Hikmet “Memleket” şiirinde “Karşı yaka memleket, sesleniyorum Varna’dan, işitiyor musun? Memet! Memet!” diyordu.
“Vapur” şiirinde de özlemin yakıcılığını şöyle dillendirmişti:
“Yürek değil be, çarıkmış bu, manda gönünden,
teper ha babam teper
paralanmaz
teper taşlı yolları.
Bir vapur geçer Varna önünden,
uy Karadeniz`in gümüş telleri,
bir vapur geçer Boğaz’a doğru.
Nâzım usulcacık okşar vapuru,
yanar elleri.”
Cem Karaca da yaşadıklarını, duygularını, özlemini yazdığı sözlere söylediği şarkılarla yansıtıyordu. Almanya şarkısında “Çok uzaktan fetva ile bilinmez Alamanya gurbetinin halleri” diyen sanatçı “Ülkem benim” şarkısında da şöyle demişti:
“Garib hüzünler içinde mahzun.
Boynunu asla bükme
Bükme o mağrur boynunu.
Ülkem benim!
Seviyorum seni hiçbir şeyi sevmediğim gibi…
(…)
Aldığımdan daha güzel
Veremezsem seni, çoluk çocuğuma
Lanet olsun bana…
(…)
Hiçbir şey uğruna vazgeçemediğim
Memleketim.!”
Alamanya Berbadı” şarkısında da “Alamanya soğuğunda berbat haldayım ölem ölem Felek vurdu tekmesini gurbet eldeyim (…) Döner durur nar tavuklar yutkunmadayım Bizim elin açlığına selamım söyle Alamanya gurbetinde berbat haldayım ölem ölem” diyordu çığlık çığlığa fakat sonradan ona “dönek” diyenlerden bu çığlığı duyan, açlığında, yalnızlığında yanında olan, “halin nicedir?” diye soran olmuyordu.
Not: Devamı haftaya
Evrensel'i Takip Et