24 Şubat 2022 23:54

Ukrayna krizi ve Erdoğan’ın ikilemi!

Fotoğraf: Anadolu Ajansı

Paylaş

Rusya lideri Putin, Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyeti’ni tanıma kararının ardından beklenen hamleyi de yaptı. Putin yönetimi Donetsk ve Lugansk’ın yardım talebi üzerine Donbass bölgesine askeri güç gönderip operasyon başlattığını duyurdu.

Rusya’nın bu operasyonunu Ukrayna’ya yönelik bir işgal olarak değerlendiren ve olağanüstü hal ilan eden Ukrayna Lideri Zelenskiy, müttefiklerine yardım çağrısında bulundu. Rusya’nın operasyonunun ardından dikkat çekici açıklamalardan biri de “savaştayız” diyen Ukrayna’nın Ankara Büyükelçisi Vasyl Bodnar’dan geldi. Bodnar, Türkiye’den hava sahasını Rus uçaklarına ve Boğazları da Rus gemilerine kapatma çağrısı yaptı.

Putin’in bu hamlesinin ardından ABD, AB ve NATO’dan kınama ve ağır yaptırımlar uygulama açıklamaları devam etti. Ancak bu aşamada ABD ya da NATO’dan askeri bir yanıt beklenmiyor. Zaten ABD Başkanı Biden da savaşı çok daha ciddi boyuta taşıyabilecek böylesi bir adımın gündemlerinde olmadığını söylüyor.

Ukrayna’da tırmanan gerilim ve Donbass bölgesinde yaşanan çatışmalar hem Rusya ve hem de Ukrayna ile ekonomik, askeri ve siyasi ilişkileri bulunan ve dahası NATO üyesi olan Türkiye’nin bu kriz karşısında nasıl bir tutum alacağı sorusunu beraberinde getiriyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “İkisinden de vazgeçmemiz mümkün değil” diyor.

Peki, NATO’nun sorunun parçası olduğu ve Rusya’ya ağır yaptırım kararlarının alındığı koşullarda böylesi bir tutum sürdürülebilir mi?

Daha önemlisi Erdoğan iktidarının bugüne kadar sürdürdüğü politikanın da bir sonucu olarak bu kriz Türkiye’yi hangi tehdit ve sorunlarla yüz yüze getirecek?

Bu soruların yanıtına geçmeden önce bir noktanın altını bir kez daha çizmek gerekiyor.

Yaşanan kriz, Rusya-Ukrayna krizi değildir. Bu kriz bir tarafında ABD, AB ve NATO’nun ve öte tarafında NATO’nun doğuya doğru genişleme stratejisini kabul etmeyeceğini ilan eden Rusya ve arka planında da Çin’in yer aldığı bir krizdir. Dolayısıyla bu kriz, dünyanın başka bölgelerinde devam eden egemenlik mücadeleleriyle de iç içe geçmiş olan ve nereye doğru evrileceği de bu mücadeleye bağlı olan bir krizdir. O yüzden Erdoğan’ın Rusya ve Ukrayna arasında ‘ara buluculuk’ yapma söylemlerinin iç kamuoyunda ‘büyük lider’ ve ‘güçlü ülke’ imajı oluşturmaya yönelik bir söylem olmasının ötesinde karşılığı yoktur.

Erdoğan, Ukrayna krizinde Zelenskiy yönetimine en açık destek veren NATO liderleri arasında yer alıyor ve bu tutumu Biden yönetimini de memnun ediyor. Öte yandan Erdoğan yönetimi Ukrayna’ya Bayraktar TB2 SİHA satışı yaparak da ABD, İngiltere gibi Ukrayna’ya silah satışı yapan NATO üyeleri arasında öne çıkıyor.

Rusya, daha önce Erdoğan yönetiminin Ukrayna’ya SİHA satışını yaparak bölgenin istikrarsızlaştırılmasna hizmet ettiği uyarısını yapmış ve bu silahları Donbass bölgesinde kullanan Ukrayna’nın da ‘Minsk 2’ anlaşmasını ihlal ettiğini savunmuştu.

Erdoğan yönetiminin Kırım konusundaki tutumunun da Rusya’yı ciddi biçimde rahatsız ettiği biliniyor. Ukrayna’da 2013 sonu ve 2014 başlarında ABD ve AB tarafından kışkırtılıp desteklenen olaylar sonucu Rusya yanlısı Cumhurbaşkanı Yanukoviç’in ülkeyi terk etmek zorunda kalmasından sonra Rusya Kırım’ı ilhak etmişti. Daha önce Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Zaharova, Kırım konusunda Ukrayna’yı destekleyen ve Kırım Tatarlarının sözcülüğüne soyunan Erdoğan iktidarını “Etnik, dilsel ve dinsel yanlara sahip çözülmemiş sorunları bulunan Türkiye devletinin, etnik azınlıkların haklarının ‘savunucusu’ rolü de şüphe uyandırıcıdır (…) Bu tür bir retorik devam ederse bizim de Türkiye’deki benzer sorunlara dikkat göstermemiz gerekecektir” diyerek açıkça tehdit etmişti.

Bir yandan Rusya ve Ukrayna için “İkisinden de vazgeçmemiz mümkün değil” diyen Erdoğan, NATO liderler zirvesi öncesinde yaptığı açıklamada “Şu ana kadar Ukrayna’ya ciddi manada bir asker gönderme gibi durumla karşı karşıya henüz kalmadık. Herkes sadece laf yapıyor, iş yapan yok” diyerek NATO’nun müdahaleci bir tutum almasını istiyor.

Oysa Ukrayna krizine bağlı olarak NATO ve Rusya arasındaki egemenlik mücadelesinde Karadeniz stratejik bir önem kazanıyor.

Karadeniz, hem Kafkasya ve Hazar Havzasındaki enerji kaynaklarının Avrupa’ya taşınması ve hem de Balkanlar ve Doğu Akdeniz’deki egemenlik mücadelesi bakımından önemli bir konumda bulunuyor.

Sadece Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesinin ardından Suriye savaşına dahil olup Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de yeni bir pozisyon kazandığını hatırlatmak bile Karadeniz’in neden önemli olduğunu anlamak bakımından açıklayıcıdır.

ABD, Karadeniz’i bir “NATO gölü”ne dönüştürerek hem Rusya’yı Kafkasya ve Doğu Avrupa üzerinden sıkıştırmak ve hem de Çin’in ilerleyişini durdurmak istiyor.

Dolayısıyla Karadeniz’deki egemenlik mücadelesinin yeni bir boyuta taşınmasının Erdoğan iktidarını da Rusya’ya karşı daha açık bir tutum almaya zorlaması kuvvetle muhtemeldir.

Erdoğan aslında daha önce Kanal İstanbul üzerinden Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni tartışmaya açarak bu konuyu ABD ve batılı emperyalistlerle pazarlık konusu yapmaya hazır olduğunu göstermişti.

Ancak İngiltere Başbakanı Johnson’un 58. Münih Güvenlik Konferansında “Ukrayna işgal edilirse, yankılar Doğu Asya’da duyulacak” demesi gibi, Erdoğan yönetiminin Karadeniz’de alacağı tutumun Rusya ile iş birliği yapılan diğer bölgeleri etkilemesi de kaçınılmaz olacak.

Elbette bu bölgelerin başında Suriye geliyor. Çünkü Erdoğan iktidarının Suriye’deki varlığı büyük oranda Rusya ile kurulan iş birliğine dayanıyor ve bugüne kadar gerçekleştirdiği operasyonlar da Rus ‘olur’u ile gerçekleştirilebildi.

Dolayısıyla Putin yönetimi, NATO’yla egemenlik mücadelesi sürecinde Erdoğan iktidarının kendisine karşı alacağı tutuma bağlı olarak ertelenen İdlib operasyonunu gündeme getirmek, Afrin başta işgal altında tutulan bölgelerdeki varlığını tartışmaya açmak ve en önemlisi Suriye Kürtleri ile iş birliğini geliştirmek gibi hamleleri gündeme getirebilir.

Öte yandan Rusya’nın, Erdoğan iktidarının büyük önem verdiği Orta Asya ve Kafkasya’ya açılma hamlelerinin önünü kesmesi de sürpriz olmayacaktır.

Bu durumda Rusya’nın yanıt vereceği alanlardan biri de Erdoğan’ın ‘oyun kuruculuk’ iddiasında bulunduğu Libya olacaktır.

Bunların yanı sıra enerji politikaları bakımından Türkiye’nin doğal gaz alımının yüzde 40’ını (61 milyar metreküp) Rusya’dan gerçekleştirdiği ve bunun yarısını elektrik üretiminde kullandığını da not etmek gerekiyor.

Sonuç olarak, Erdoğan belki Ukrayna krizini ABD başta, batılı müttefikleriyle ilişkilerini onarmak ve NATO içinde daha aktif bir pozisyon üstlenmek için bir olanak görüyor. Ancak Erdoğan’ın ‘olanak’ olarak gördüğü sürecin tersine dönmesi; hem Türkiye’nin emperyalistler arasındaki mücadeleye bağlı olarak yeni tehditlerle yüz yüze kalması ve hem de Erdoğan yönetiminin yeni açmazlarla karşı karşıya kalması kuvvetle muhtemeldir.

Emperyalistler ve iş birlikçi gericilikler arasındaki egemenlik/paylaşım mücadelesi bölgemizde böylesine tehditler yaratırken Türkiye ve bölge halklarının bu tehditlerden kurtuluşu için; emperyalistlere ve kendi iş birlikçi gericiliklerine karşı mücadeleden başka bir seçenekleri bulunmuyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa