27 Şubat 2022 00:00

"Kanalıma hoş geldiniz"


Ekran görüntüsü Nevşin Mengü'nün Instagram gönderisinden alınmıştır.

Paylaş

Medyadaki klişe deyimle son birkaç haftadır esen “savaş rüzgârları” 24 Şubat sabahı bir çatışmaya dönüştü ve Rusya, Ukrayna topraklarına girdi. Perşembeden bugüne medyanın tek ve en önemli gündemi bu. Diğer taraftan da sosyal medyada Faruk Bildirici’nin reklam yapan gazetecilere yönelik eleştirisi başka bir tartışma başlattı. İkisi birlikte tartışılır mı? Deneyelim.

Geleneksel gazeteciliğin para ile birlikte güç ve güven kaybettiği bir dönemdeyiz. Merkez medyada dahi çoğu mecra savaş bölgesine muhabir göndermek yerine eldeki verilerle haber yapmayı ya da uzmanlara soru sormayı tercih ediyor. Uzmanların bir kısmının konunun uzmanı olmaması ya da her şeyin uzmanı olması değişmez sorunumuz.

Şimdilerde “boomer” diye küçümsenen kuşağın büyük kısmı savaşın başladığını sosyal medyadan öğrense de, ne olup bittiğini anlamak için ilk iş televizyonu açtı. BBC, CNN, Al Jazeera gibi büyüklerin başından beri hem Moskova’da, hem de Ukrayna’nın çeşitli kentlerinde muhabirleri var, dolayısıyla yaptıkları haberlerin, görüntülerin arkasında hesap vermesi gereken bir kurum var. Harvard Üniversitesi Shorenstein Center on Media, Politics and Public Policy'de araştırma direktörü Joan Donovan da ilk saatlerde attığı tweet'te bunu önermiş: "Şu anda sosyal medyanın çorak arazisinden bilgi almaya çalışmaktansa en iyisi televizyonu açmak." Daha Putin açıklama yapmadan, sınırdaki hareketliliği dolayısıyla savaşın başladığını haber veren kullanıcılar var. Twitter, Facebook, Instagram, TikTok ve tabi ki Telegram, video, fotoğraf ve sürekli güncellenen bilgilerle dolu. Hangisi doğru, hangi kaynak güvenilir belli değil. Bu aynı zamanda bir dezenformasyon savaşı ve hangi sosyal medyayı tercih ettiğiniz dahi savaşa dair tutumunuzu belli ediyor. Haberin, bilginin öne çıktığı Twitter gibi sosyal medya ağların özel önlem almalarına, doğrulatma inisiyatiflerinin, araştırmacıların ve medyanın çabalarına, hatta sansür girişimlerine rağmen yalan haberin dolaşımına engel olmak çok zor.

Diğer taraftan, çatışma bölgesine muhabir göndermeyen medya kuruluşlarının canlı yayında bağlandığı insanlar var. Orada yaşayan insanların deneyimleri, hissettikleri önemli elbette ancak bir tanıklığın ötesinde muhabir gibi işlev görüyorlar. Perşembe akşamı bir haber kanalına bağlanan, Kiev’de yaşayan bir youtuber, bize Ukrayna tarihi anlatmaya başladı. Haber sunucusu bir yerde toparladı, lakin eminim zaten kendi mecrasında çok daha fazlasını anlatıyor ve daha fazla izleniyordur. Oysa bu oldukça tehlikeli bir durum, bir ülkede yaşıyor olmak, orayı kısa bir süre ziyaret etmiş olmak, konu üzerine kitap okumuş olmak, oradaki arkadaşlara sormuş olmak kimseyi konunun uzmanı yapmaz. Gazetecinin görevi bunları bir fact (olgu) gibi aktarmak, sözlüye kalkmış öğrenci gibi harita başında bilgi vermek değil; doğru soruları doğru insanlara sorup, yayılan bilgilerin doğruluğunu kontrol etmek. Gazetecilik etiği bunu gerektirir ama artık bazıları etiği gerekli bulmuyor.

MECRA MESAJIN TA KENDİSİDİR

Faruk Bildirici geçen hafta gazetecilerin sosyal medya hesaplarından ürün tavsiyesi içeren reklam yapmalarının gazetecilik etiğine aykırı olduğuna, gazetecilerin kendilerine duyulan güveni bu şekilde kullanmamaları gerektiğine dair bir uyarı yaptı. Bunu ilk kez yapmıyor, Hürriyet’te okur temsilcisi olduğu dönemde kendi gazetesindeki yazarları da eleştirmiş yine benzer tepkiler almıştı. Detayları o dönemi anlattığı “Medyanın Ombudsmanı Saray'ın Medyası” kitabından okunabilir. Bildirici gazeteden ayrıldıktan sonra kendi sitesinden medya eleştirilerine devam ediyor. Son dönemde kabul eden mecralar için ombudsmanlık görevine de talip oldu. Zor bir iş, elinden geleni yapıyor, bu yükün altından nasıl kalkacağına dair olabildiğince şeffaf davranmaya çalışıyor. O da eleştiriden muaf değil elbette.

Son eleştirisi, muhataplarının sosyal medyada kendi taraftarlarını (fan’ları mı desek) harekete geçiren üsluplarından kaynaklı daha fazla tartışıldı. Bir kere başta şunu belirtmekte fayda var: Her ne kadar kamuya açık bir alanda dile getirmiş olsa da Bildirici’nin muhatabı gazeteciler, amacının da gazeteciliğin bu zor iklimde daha da iyileştirilmesi olduğu açık. Dolayısıyla bırakın gazetecilik eğitimini (illa formal eğitimden bahsetmiyorum), medya okuryazarı dahi olmayanların yarattığı kakafoni bu yazının konusu değil.

Konunun savunucularının en önemli argümanı, yeni mecraların kendine özgü nitelikleri, hatta dünyanın da bu yönde değiştiği. Diyor ki Nevşin Mengü: “Yav kardeşim sene 2022 ve bizim gazetecilik yaptığımız... ya boşver gazetecilik.. yayıncılık yaptığımız mecralar değişti. Ben kendim bir mecrayım. Burası bir mecra… Bize maaş ödeyen yok. Biz iş yapıyoruz, fatura kesiyoruz ve şirketimizi döndürüyoruz.”

Şimdi evet, dünya değişti, Mengü’nün tanımladığı şekliyle girişimci gazetecilik diye yeni bir model oluştu. “Biz burada şirketimizi döndürüyoruz” tarzına hiç rastlamadım ama bu yeni modelin özellikle Substack platformunun popülerleşmesiyle birlikte başta yaratıcılığı teşvik etmesi ve medyanın eşik bekçiliği fonksiyonunu geriletmesi açısından olumlanan yönleri var. Ancak aynı zamanda burada öne çıkanlar çoğunlukla beyaz, çoğunlukla erkek, çoğunlukla varlıklı veya iyi bağlantıları olanlar. Yani herkes işleri o kadar da iyi döndüremiyor. Nevşin Mengü ya da Cüneyt Özdemir geçmişte merkez medyada popüler olmasaydılar acaba bu kadar takipçileri olur muydu ya da X firması “işbirliği” teklif eder miydi? Böyle bağlantıları olmayanlar daha fazla takipçi /izleyici elde etmek için ne tür yollara başvurabilir ve bu ne tür sonuçlara yol açabilir? Dolayısıyla Mengü’nün “Merkez medyanın dağılmasıyla beraber tüm imtiyazlarını kaybettiler” dediği kesime kendisi ve kendisine destek çıkanlar da giriyor. Ha, diyorsa ki onlar imtiyazlarını kaybettikten sonra işi paraya çeviremediler ama biz çevirdik, o konuda haklı. Kendisi merkez medyada maaş diye verilen şeyi video başına ödüyormuş, çok güzel. Ama “… etik metik parçalamasınlar…” deyince iş değişiyor… Çünkü ‘etik metik parçalamayınca’ para kazanmak o kadar da zor değil.  Evrensel mesela “know-how’a sahip” beşli çeteden reklam alsa, valla çok rahat ederiz, ama almıyor “boomer’lar”(!).

Reklam neredeyse kitleselleştiğinden beri medyanın ana gelir kalemi. Popülerleştikçe reklam gelirleri artar, reklam attıkça okuyucu artar, yazılı basında buna tiraj spirali diyoruz. Bir benzeri bugün değişen dünya, yeni medya için de geçerli. Ama aynı zamanda reklam içeriğe sızdıkça, şirketler gazeteciliğin toplumdaki güvenine yaslandıkça medya ve gazetecilik çürür. Yani haber programa reklam almakla, “Varsa profesyonel bir destek ihtiyacı hiç düşünmeyin derim, gayet de lezzetli” diye ilaç şirketine kefil olmak arasında “işbirliği” denilerek halledilemeyecek bir fark var. Yani ‘Batı yakasında değişen bir şey yok.’

Mengü “Mecrayım ben mecra” diye ünledikçe aklıma Marshall McLuhan’ın “medium is the message” [mecra mesajın kendisidir] sözü geliyor, ta 1960’lerde söylemiş. Mecranın sahibi şirketlerken sınıfsal tahliller, orta sınıf yönetici eleştirileri kolaydı ama şimdi mecra benim diyorsanız risk büyük.

2010’da Cemaat’le AKP’nin arası henüz iyiyken Medya Derneği diye bir oluşum vardı. Şimdikilerden heyecanlı olmasınlar, onlar da dünyanın değiştiğini, bu ‘arkaik’ gazeteci örgütlerinin ve onların etik değerlerinin geçerliliğinin kalmadığını savunuyorlardı. Yurt dışından gazeteciler, akademisyenler çağırıp yeni medyaya özgü etik kodlar hazırladılar. 2011’de bu yenidünyaya uyum sağlayamadığı gerekçesiyle (altında yatan hesap başkaydı tabi) Anadolu Ajansı’ndan TGS’yi çıkardılar. 2013’te Gezi’yi dahi okuyamadılar, 2014’te araları bozulunca dernek yöneticilerinin bir kısmı yurt dışına kaçtı. Dernek şimdi iktidar medyasında.

90’larda özel televizyonlar ortaya çıktığında yapılan yayıncılığı eleştiren çok oldu. Mengü’nün “Bizim en büyük gelir kaynağımız sizlersiniz, isterseniz izlersiniz, istemezseniz izlemezsiniz” lafını 90’ların özel televizyonlarına atfetseniz sırıtmaz.

Dünya değişiyor elbet ancak kitleselleştiğinden beri gazeteciliği etik ayakta tutuyor. Mecra sizseniz mesajınız en ufak tökezlediğinde mecra çöker ve o zaman şimdi alkışlayanların hiçbiri yanınızda olmaz. “Etik metik şeyler” siz de çökmeyin, mesleği de çökertmeyin diye var.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa