04 Mart 2022 23:36

Bergen | Türkiyesiz bir Türkiye hikayesi

Görsel: Bergen filminin afişinden alınmıştır.  

Paylaş

Sayıları giderek artan ve seyircinin de ilgisine mazhar olan biyografi filmleri hakkında artık kesin bir yorum yapabiliriz. Bu filmlere karakterini veren şey yapımcıların bakışı. Kuşkusuz senaristlerin hikayeleri ele alma biçimleri, yönetmenlerin görsel tercihlerinin de payı büyük ama genel hat “Seyirci böyle seviyor”u kendince yorumlayan yapımcılar tarafından çiziliyor. Şu sıralar mutabakat sağladıkları şey, biyografi filmlerinde hikayeye ele alınan kişinin çocukluğundan başlamak. Üstelik bu başlangıç belli bir noktada da bitmiyor, ilgili kişinin hayatının son anına kadar onu takip ediyoruz. Hal böyle olunca, çoğu zaman hikayeye girebilmek hayli zaman alıyor. Örneğin birkaç hafta önce vizyona giren “Dilberay” filminde başrol oyuncusunun hikayeye dahil olabilmesi için 45 dakika geçmesi gerekmişti.

Bu tür biyografi filmlerinde öncelik de ‘acılı’ hayatlar. Haliyle bizde acılı hayat değince de arabesk geliyor akla. Bu hafta bu durumun hakkını veren bir hayatı sürmek zorunda kalmış, bir bakıma Türkiye’nin aynası diyebileceğimiz bir figüre dair hikaye konuk oluyor sinemalara. ’80’li yılların ilk yarısında parlayan, belalısı bir erkek tarafından psikolojik ve fiziki şiddete maruz kalmış Şarkıcı Bergen’in hayatını bugüne bağlayan çok şey var hiç kuşku yok ki.

Çocukluğumda 12 Eylül’ün silindir gibi geçtiği, hayal kırıklığına uğramış emekçi evlerinden taşan, daha çok genç kadınların dinlediği bir figür olarak kalmış aklımda Bergen. Yaşadıklarından dolayı “Acıların Kadını” şarkısı kendisine yakıştırılan Bergen’in kişisel hikayesi memleket için de anlamlı olabilirdi. Ki, Filmin Senaristleri Yıldız Beyazıt ve Sema Kaygusuz’un yaklaşımı da bu yönde aslında. Bergen’in hayatına bakarken iki ana ekseni korumaya çalışıyorlar. İlki Belgin Sarılmışer’in Bergen’e dönüşümünde kişisel hikayesinin gelişimini takip etmek, ikincisi de bugün çok can yakıcı bir şekilde ülke gündemindeki yerini koruyan kadına yönelik şiddeti ve buna neden olan toksik erkekliği teşhir etmek.

İlkinden başlayalım, filmin anlatısı içinde Belgin’in konservatuvar öğrencisi, şarkı söylemeye hevesli genç bir kadın olarak ‘Türkçe sözlü hafif müzik’ ile başlayan yorumculuk serüveninin, yaşamak zorunda kaldığı hayatın ilerleyişiyle birlikte Bergen arabeskine dönüşmesi filmin en güçlü yorumu. Bu yorum, filmin kendi içinde güçlü ama genel çerçevenin içinde zayıf kalıyor. Şöyle ki, Bergen’in bu dönüşümü aslında 1959-89 yılları arasına sığdırmak zorunda kaldığı ama asıl olarak ’70’lerin sonu ve ’80’ler boyunca yaşananlardan derleniyor. Bu dönem aynı zamanda ülkenin de rota değiştirdiği, arabeskleştiği bir zaman dilimi. Film bunu es geçiyor. Hatta öylesine es geçiyor ki, ülkeye dair (bir iki radyo haberi dışında) hiçbir bilgi edinemiyoruz. Ne ’70’lerin ikinci yarısındaki gergin siyasal ortamı, ne darbeyi ne de başka müzisyenlerle olan ilişkilerini görüyoruz Bergen’in. Hal böyle olunca bütün hikaye bir laboratuvar ortamında geçiyormuş izlenimi uyandırıyor. Kendinden menkul bir Bergen çıkıyor ortaya. Öte yandan belli ki yapımcıların talebiyle çocukluktan itibaren vikipedi başlıkları gibi bölüm bölüm yazılmak zorunda olunan bir hikayeye bir de böylesi bir kanal açmak hem pratik hem de ticari olarak sıkıntılı. Yani hikayeyi anlatmak için seçilen yol, bir başka yolu kapatmış gibi.

İkinci olarak toksik erkeklik meselesine değinelim. Açıkçası filmin güçlü yönü bu. Bergen’in katiline aşık olmasını yargılamadığı gibi, onu affetme anlarında da benzer bir tutum takınıyor film. Film boyunca adı anılmayan adamı koyuyor merkeze yaratıcılar ve bundan şaşmıyor anlatı. Farah Zeynep Abdullah ve Erdal Beşikçioğlu’nun oyunculuğunun da payı yüksek bu başarıda. Hazır oyunculuktan girmişken, Bergen’in annesi rolünde Tilbe Saran ve arkadaşı Nadire rolünde Nergis Öztürk’ü de not edelim.

“Zenne” ve “Çekmeceler” filmleriyle tanıdığımız yönetmen ikilisi Caner Alper- Mehmet Binay özellikle zaman akışlarını ve sahneleri birbirine bağlamada oldukça mahir. Çünkü yukarıda da değindiğim gibi çok geniş bir zamana yayılan bu anlatılarda zamanı hızlı akıtmak meseleye hızlıca gelebilmek önemli ve bunu ustaca başarıyorlar. Öte yandan film, memleket düzleminden yalıtılmış bir evrende geçtiği için ikilinin önceki filmlerinden alışık olduğumuz estetik dünyası, bu laboratuvar atmosferiyle uyumu yakalıyor.

“Bergen”, yalnızca hayatının trajik boyutlarıyla değil, müziğinin duraklarıyla da memleket hakkında çok şey söyleyen bir figür. Film, memleketi dışarıda bırakarak onu bir figür olarak ele alıyor. Bunu da fena yapmıyor açıkçası.

 

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa