Parlamentarizmin sınırlarını aşan bir seçenek ihtiyacı
EMEP, HDP, Halkevleri, Sol Parti, TİP, TKP ve TÖP logoları
Altı parti liderleri tarafından imzalanarak 28 Şubat’ta açıklanan, “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metni”ni değerlendirirken, sınırlarını bileşenlerinin oluşturduğu bu restorasyon metninin üçüncü seçeneğin önemini ortaya koyduğunu belirterek bağlamıştık.
Kaldığımız yerden devam edelim. ‘Tek adam’ yönetiminin yarattığı derin tahribat karşısında, sistem içinde çıkış önerenler, parlamenter sistemin deneyimlenmiş sorunlarından hareketle ‘güçlendirilmiş parlamenter sistem’ vurgusu yapıyor. Bu söylem ‘Millet İttifakının dışında da destek görüp tartışılıyor. Üçüncü seçenek temaslarını sürdüren güçler bakımından bu tartışma karşısındaki konum önem taşıyor.
Sadece son 20 yıllık AKP dönemi değil, Türkiye’nin darbelerle kesintiye uğrayan siyasal tarihi de sömürülen sınıf ve ezilen halklar bakımından siyasetle kurulan ilişkinin kendisini parlamento ile sınırlamayan temellere sahip olması gerektiğine işaret ediyor. Parlamentoda gerçek anlamda söz ve etki sahibi olmayı bu temeller mümkün kılabilir ancak. Seçilmiş vekillerden oluşan parlamentonun işlevsiz hale getirilmesi, yargının iktidarın siyasal alanını düzenlemek için kullandığı bir araca dönüşmesi birer sonuçtu. Hem AKP döneminde hem de darbe süreçlerinde.
Yasama, yürütme ve yargının bir ahenk içinde işlemesi, basının halk adına denetleyici bir güç olarak işlev görebilmesi ve parlamento dışındaki çeşitli güçlerin, toplumsal dinamiklerin, siyasete katılımını mümkün kılacak kanalların açık olması… Yeni bir demokratik anayasamız olsun ve tüm bunları sağlasın!..
Güzel dilekler ama siyasetin dayandığı güçler dengesi ve sınıflar mücadelesi bakımından havada laflar bunlar…Üçüncü seçenek, parlamentoda kilit konuma gelecek bir temsil gücü elde etse bile, parlamentodaki gücünü, parlamento dışında, hayatın içinde ve ülkenin her yerinde destekleyecek, tahkim edecek köklere sahip olması gerekir.
Biz şu anda, oy verme hakkının dahi ‘kayyumlar’ yoluyla ilga edildiği, grev hakkının uzun yıllardır keyfe keder kararlarla erteleme adı altında yasaklandığı bir ülkede yaşıyoruz. Bu gerçeği atlayan bir çıkış, gerçek bir çıkış olabilir mi?
Üçüncü seçeneğin inşası çabaları içinde, Ankara’da 26 Şubat’ta ikinci toplantı yapıldı. SOL Parti ilk toplantıya katılmamıştı. İkinci toplantıya hem SOL Parti hem de TKP katılmadı.
HDP, TİP, EMEP, TÖP, EHP, Halkevleri ve Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF) temsilcilerinin katıldığı ikinci toplantının ardından yapılan açıklamada “Ortak mücadele programının inşası, çalışmaların planlanması ve eş güdümün sağlanması için bir koordinasyon oluşturduk” denildi. Burada vurgunun ‘ortak mücadele’ üzerine olması, bu yazının hareket noktası bakımından değerli.
Bu toplantıları, bir seçim ittifakı bağlamıyla sınırlı okumak, ona, toplantıya katılan partilerin yüklediği anlamın ötesinde anlam yüklemek demektir. Kuşkusuz, Türkiye’nin seçimleri tartıştığı bir ortamda güçlü bir üçüncü seçenek oluşturma beklentisi de bu eğilime yön veriyor.
Şu an oluşan eksikli tablo karşısındaki tepki biçimleri şöyle sıralanabilir: “- SOL Parti ve TKP zaten katılmazdı, olan haliyle yürümek lazım.- Netlik iyidir, fazla da zorlamamak lazım.- Solun ne kadar oyu var ki, bunların afra tafrasıyla uğraşmak anlamsız. HDP kendisiyle yürüyenlerle yürümeli.” Meseleye oy potansiyeli bakımından yaklaşan bakış açısıyla, kendi farkının sınırları etrafında duran -kendisini öyle huzurlu hisseden- yaklaşım, bu ayrılık zeminini iki koldan besliyor.
Sağlam toplumsal örgütlenme zemini ve bunu mümkün kılacak ortak mücadele hattının örülmesi, parlamentodaki temsilin de temel dayanağı olacağı açıkken, ittifak arayışlarına oy matematiği ile sınırlı bakmak baştan sorunludur.
Bu sürecin başında ortak mücadele ve bir seçenek oluşturmak açısından görüşmeler sürdüren SOL Parti, EMEP ve TKP üçlüsünden, SOL Partinin, Ankara’da daha ilk görüşme yapılmadan ‘Katılmama’ açıklaması kanımızca hem erkendi hem de doğru değildi. Zira taraflar bir seçim ittifakı adlandırması yapmamıştı. İlk toplantıya katılan TKP, ikinci toplantının öncesinde, bu toplantının ‘Seçimlere ilişkin ortak fotoğraf verilecek bir seçim ittifakı’ biçiminde yansıtılmasını eleştirerek katılmadı.
Ankara’daki toplantıların çağrıcısı durumundaki HDP bakımından da, henüz yolun başında ve şekillenmemiş bir görüşme trafiğinin ‘seçim ittifakı’ gibi basına yansıtılması sürecinin iyi yönetilemediği açıktır.
Ama şimdi önümüze bakma zamanıdır. Bu açıdan başta HDP, TİP, EMEP, TKP ve SOL Parti olmak üzere bu güç birliği çalışmasındaki parti ve hareketlerin, kendisini seçimle sınırlamayan, ülkenin temel sorunları bakımından tarafların ortak hareketine imkan verecek esneklikte bir mücadele hattı oluşturulması güncel kaygıların ötesinde bir önem ve anlam taşıyor. Bu, öncesine göre daha zayıf bir ihtimal, ama zamanımız olduğuna göre imkansız değil.
Diğer yandan, mevcut ittifak yasası, ittifakı oluşturan partilerin seçime kendi amblemleriyle katılmalarına imkan verdiğine göre, üçüncü seçeneğin seçime dair yönü bakımından daha esnek olmak kime ne kaybettirir?
- Kürt meselesinde bir ihtimal daha olmalı 13 Aralık 2024 04:57
- Sınırımızdaki yeni Afganistan ve kaostan rant devşirmek 09 Aralık 2024 07:00
- Geniş atılan ağda çıkışı aramak... 02 Aralık 2024 06:55
- Türkiye zor bir değişimin ağır sancılarını yaşıyor 25 Kasım 2024 06:35
- Ebedi barış mümkün mü? 18 Kasım 2024 04:23
- İki güncel rapor eşliğinde Kürt meselesini tartışmaya devam 11 Kasım 2024 04:47
- 'Çöle çevirdikleri yere barış geldiğini söylüyorlar' 06 Kasım 2024 05:33
- Bir siyaset olarak 'terörle mücadele' 04 Kasım 2024 07:07
- Erdoğan’ın Mevlana vurgusunun hikmeti ne olabilir? 31 Ekim 2024 08:07
- Mayınlı bir süreç 28 Ekim 2024 05:10
- Yenidoğan çetesi: Çürümenin ekonomi politiği 21 Ekim 2024 05:00
- Barışa kapı açmak mı, süreci yönetmek mi? 14 Ekim 2024 05:00