07 Mart 2022 23:56

‘Taraf olma’ ve ‘tarafsızlık’ politikalarına karşı işçi enternasyonalizmi!

İzmir'de savaş karşıtı eylem

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

İki haftadan beri savaşla yatıp kalkıyoruz. Çok sayıda haber kanalı ve onların çoğu profesör titrli “medya generalleri”, kurmay subay edasıyla harita başında savaşın sadece siyasi değil, hatta daha çok da askeri yönüne ilişkin olarak konuşuyorlar.

Görünüşte uzaktaki tarafsız savaşı anlatıyorlar ama asılanda işçilerin, emekçilerin bilincine yönelik, kendi dünya görüşlerini, başka bir söyleyişle sözcüsü oldukları sermaye kesiminin fikri, alandaki savaşın sürdürücüsü olarak görev yapmak üzere mevziye girmiş bulunuyorlar.

Avusturyalı Savaş Tarihçisi Karl Von Clausewitz (1780-1831), “Savaş siyasetin silahlarla devamıdır” demişti. Yani savaşlar, cephede askerlerin çarpışıp zafer kazanması ya da yenilgisinden ibaret değil, barışçıl koşullarda çıkarını gerçekleştiremeyen egemen sınıfın bu çıkarı silahla elde etmesinin yoludur. Hele de günümüzde, dünyanın emperyalistler arasında yeniden paylaşımının, olup bitenin başlıca gelişmelerini belirlediği bir dünyada emperyalist güç odaklarının çıkarlarının çatışması dışında savaşların nedenlerini anlamak ve savaşlara karşı doğru tutum alabilmek olanaklı değildir.

İŞÇİ SINIFININ SAVAŞ KARŞISINDAKİ TUTUMU ‘SAVAŞA KARŞI SAVAŞ’ OLMUŞTUR!

Savaşlar siyasetin bir devamı ise, ülkeler arasındaki savaşlar da ülkelerdeki egemen sınıfların siyasetlerinin devamı olarak ortaya çıkarlar. Ama cepheye gidenler, birbirini boğazlayanlar savaşan ülkelerin egemen sınıflarının çocukları değildir. Tersine cephede savaşanlar; ölenler, öldürenler iki tarafın da sömürülen, ezilen sınıflarının çocuklarıdır, işçilerdir, emekçilerdir. Tıpkı cephe gerisinde savaşın envai çeşit acılarını yaşayanların işçi ve emekçi aileleri olması gibi!

Bu yüzden de işçi sınıfı ve partileri, gerek sömürgecilik dönemlerindeki sömürge savaşlarında gerekse emperyalizm çağındaki emperyalistler arasındaki savaşlarda, ”Savaşa hayır” demişler, sadece “hayır” demekle de yetinmemiş, “savaşa karşı savaş” diyen bir çizgide mücadeleyi, savaşsız, barış içinde bir insanlık dünyasının mücadelesinin bir alanı olarak ele almışlardır. Başka bir söyleyişle emperyalist güçlerin siyasetinin silahlarla devamı olan savaşlara karşı işçi sınıfı ve onun partisinin, elbette ki savaşa karşı çıkan devrimci-demokrat güçlerin de siyasetinin devamı olarak tutum “savaşa karşı savaş” olmuştur!

Bugün de Ukrayna’nın işgali biçiminde süren ama gerçekte, Batı emperyalizmiyle Rusya emperyalizmi arasındaki savaş da dünyanın yeniden paylaşım siyasetinin devamı olarak otaya çıkmış ve sürmektedir. Bu yüzden de taraflardan birisinden yana tercihte bulunmak emperyalist güçlerin savaşı devam ettirmesine meşruiyet sağlamalarına yaracağı gibi “tarafsız” kalmak da savaşan tarafların işçi sınıfının ve halkların kafasını karıştırmasını kolaylaştırarak savaşa destek sağlaması olmanın ötesine geçemediği tarihin en önemli derslerindendir. Bu yüzden de emperyalistler ve yerli gericiliklerin arasındaki savaşlarda tek doğru tutum, “savaşa karşı savaş” tutumu olmuştur. Bugün de iki emperyalist kamp arasındaki paylaşım mücadelesinin bir “raundu” gibi görünen Ukrayna’nın işgali girişiminde de doğru tutum, “savaşa ve işgale hayır” diyen bir mücadele hattında bütün barıştan yana güçleri, harekete geçirecek bir mücadele çizgisinin örgütlenmesidir.

‘SAVAŞA VE İŞGALE HAYIR’ DİYEN TEPKİLER DEĞERLİDİR AMA…

İşçi sınıfı partisi; bütün dünyanın işçilerini, tek bir dünya işçi sınıfının ülkelerdeki parçaları olarak gören işçi sınıfı enternasyonalizmini esas alarak, savaşları sermayenin çıkarı uğruna farklı ulustan işçilerin birbirini boğazlaması olarak görür; savaşa karşı mücadeleyi de bu enternasyonalist tutumun devamı olarak ele alır. Bu yüzden de sınıf partisi, yurt savunması olmayan savaşlara karşı mücadelede işçi sınıfının sorumluluğunu diğer sınıflara göre daha öne çıkarır. Nitekim işçi sınıfının mücadele tarihinde savaşa karşı mücadelede işçi sınıfının rolüne dair zengin bir literatür de oluşmuştur. Özellikle 20. yüzyıldaki emperyalistler arasındaki paylaşım mücadelesi ve bu paylaşım mücadelesinin en somut ifadesi olan savaşa karşı mücadeleler, barış mücadelesinin; özgürlük ve demokrasi mücadelelerinin merkezinde olması demokrasi mücadelesinde son derece önemli olmuştur.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali etrafındaki gelişmelere bu açıdan bakıldığında; elbette ki çeşitli ilerici-demokrat siyasi çevreler ve sınıf partisinin, ağırlıklı olarak basın açıklamaları türünden, “savaşa ve işgale hayır” diyen tepkileri elbette ki çok değerlidir. Yine DİSK ve KESK’e bağlı sendikalar ve yerel sendikal platformlar tarafından yapılan savaş karşıtı açıklamalar da önemlidir ve küçümsenemezdir. Ama, en başta da iktidarın (Ki, sermaye muhalefeti iktidarın NATO’da her karara evet diyen ama yaptırımlara katılma eğilimi olmayan tutumunu desteklemektedir) savaş politikasına karşı mücadelede işçi sınıfı ve sendikaların bu mücadeleye ek olarak rol almasına yönelik girişimlerin artırılmasını unutmamak koşuluyla…

SINIF PARTİSİ, İLERİ İŞÇİLER, MÜCADELECİ SENDİKACILARIN VE SENDİKALARIN SORUMLULUĞU

Kısacası bugün savaşa karşı mücadelede; işçi sınıfının kendi tarihsel misyonuna uygun biçimde hareket eden bir çizgiye yönelmesinde; sınıf partisinin, ileri işçilerin ve mücadeleci sendikacıların etkin olduğu her sendikal kademenin (merkez, şube, temsilcilik) ve yerel sendikal platformlara önemli sorumluluk düşmektedir.

Bu sorumlulukların yerine getirilmesinde;

  • Savaş Ukrayna’da devam etse de savaşın faturasının şimdiden Türkiye’nin işçi, emekçilerinin sofrasına yansımaya başladığının teşhiri,
  • İktidarın, pandemi ve ekonomik krizin yükünü işçi sınıfı ve emekçilere yıkmayı amaçlayan tutumuna şimdiden savaşın faturasını da eklemeye başladığının, bu faturanın akaryakıta gelen görülmemiş zamlar, başlıca gıda ürünlere her tür emtiaya “savaş zamları” olarak yansımaya başladığının gösterilmesi,
  • Savaşla ortaya çıkan koşulların yol açtığı “savaş faturası”nı iktidarın kendi ekonomik politikalarının mazereti olarak göstermesine karşı mücadele edilmesi, “Savaşa ve işgale hayır” diyen çağrıların işçi sınıfının ana kitlesi içinde tartışmaya açan girişimlerin örgütlenmesi,
  • Mücadeleci sendikacıların ve bağlı oldukları sendikaların, yerel platformların, işyeri, iş kolu, yetkisizlik yetkililik,… gibi yargıları önemsemeden tüm işçilere hitap eden bir tarza yönelerek seferber olmaları düne göre daha  önem kazanmıştır.

Savaşın faturası işçi sınıfı ve halkın yaşamına yansıdıkça, kuşkusuz savaşa karşı mücadelenin önemini geniş yığınlar daha doğrudan anlayacaklardır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa