NATO genişlemesi ve Rusya
İllüstrasyon: Mailtoanton/Wikimedia Commons (CC BY-SA 3.0)
Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesiyle beraber uluslararası ilişkiler disiplini içinde yaklaşık otuz yıldır süren bir tartışma yeniden alevlendi: NATO’nun doğuya genişlemesi bir hata mıydı? Bu soruyu irdelemek Rusya’nın saldırısının meşru olduğu veya işgalin sorumlusunun NATO olduğunu öne sürmek anlamına gelmiyor. Rusya’nın uluslararası hukuka aykırı bir savaş başlattığı konusunda hem siyasette hem akademide az rastlanır bir uzlaşma var. Ancak Sovyetler Birliği’nin dağıldığı günden itibaren başlayan strateji tartışması sürüyor ve sürecek. Türkiye kamuoyundaki yaygın kanaatin aksine NATO genişlemesinin yanlış bir strateji olduğunu öne sürenler solculardan ziyade Amerikan uluslararası ilişkiler disiplininde ana akımı oluşturan isimlerden geliyor. Bunların önde gelen temsilcilerinden Chicago Üniversitesi Profesörü John Mearsheimer yıllardır neo-realizm diye bilinen ve alandaki her eleştirel yaklaşımın hakimiyetini sarsmaya çalıştığı bir ekolün temsilcisidir. Bu durumda şaşıracak pek bir şey de yoktur, çünkü Mearsheimer’ın itirazları tamamen reelpolitik ve jeopolitik doktrinlere dayanır.
Mearsheimer geçen günlerde The New Yorker dergisine uzun bir mülakat verdi ve Ukrayna krizi için ABD’yi sorumlu tuttu. Mearsheimer’e göre mesele Nisan 2008’de NATO’nun Ukrayna ve Gürcistan’ın üye olacağını açıklamasıyla başlıyor. Yazar, Rusya’nın buna tepki göstermesini emperyalizm değil büyük güç siyaseti olarak tanımlayıp Monroe doktriniyle karşılaştırıyor. Röportajı gerçekleştiren Isaac Chotiner’ın Rusya’dan da ABD’den de gelse emperyalizme karşı çıkmak lazım minvalindeki bütün itirazlarına Mearsheimer’ın tek cevabı var: “Dünya öyle işlemiyor.” Bu cevap realizmin ya da reelpolitiğin hakikati nasıl tekeline aldığını gösteren güzel bir örnek aslında. Büyük güç siyaseti birbirinin nüfuz bölgelerine saygı göstermeyi gerektiriyor. Bu bölgelerdeki ülkeler demokratik mi olmuş, diktatörlükle mi yönetilmiş gibi soruların reelpolitik açısından hiçbir değeri yok, hatta tersine zararı var. ABD’nin de Soğuk Savaş zamanında birçok demokrasiye karşı darbeler düzenlediği, müdahaleler gerçekleştirdiğini vurgulayan Mearsheimer için bunlar büyük güç siyasetinde olağan işler. Bush’un Irak Savaşını bir demokrasi ihracı olarak tanımlayan yazara göre ABD’nin dış politikasını demokratikleşmeye dayandırması büyük bir hata. Bu noktada Chotiner’ın ABD’nin Irak’a demokrasi getirmeye çalıştığı tezini eleştirmesi üzerine Mearsheimer Bush Doktrini’nin söylemlerini tekrarlıyor ve uyarıyor: “Ve bunun ne kadar işe yaradığını biliyorsunuz. Pek yaramadı.”
Mearsheimer’ın iddiaları kamuoyunda şoke edici bir etki yapabilir ancak uluslararası ilişkiler disiplini açısından pek yeni bir durum yok. Realizm ya da reelpolitik uluslararası siyasetle ulusal siyaset ve ahlak arasında kalın çizgiler çizer ve hakikati muhayyel bir devlet çıkarı üzerinden tanımlar. Bu anlamda Mearsheimer yalnız değildir. Bir önceki kuşağın en bilinen ismi ve neo-realizmin kurucu figürü kabule edilen Kenneth Waltz daha 1990’larda NATO genişlemesine Rusya’ya tehdit mesaj anlamına geleceği için itiraz etmişti. Listeye başka isimleri de eklemek mümkün: Soğuk Savaş’ın Kuşatma Doktrini’nin babası George Kennan, Reagan’ın şahinlerinden Paul Nitze, Harvard’ın Sovyetologlarından Richard Pipes, Kongre’nin ulusal güvenlik alanındaki en önemli isimlerinden Senatör Sam Nunn, ABD’nin eski BM elçisi Senatör Daniel Patrick Moynihan, Vietnam fatihi Başkan Lyndon Johnson’ın Savunma Bakanı Robert McNamara. Bütün bu isimler Waltz ve Mearsheimer’la aynı gerekçelerle NATO genişlemesine karşı çıkmışlardı. Bu listeyi hatırlatıp, listedeki isimlerin uyarılarını göz ardı ettiği için Clinton yönetimini eleştiren bir makalenin de liberal kamuoyunun yakından takip ettiği The Nation dergisinde yayımlandığını not edelim. Yazıyı kaleme alan City College of New York’tan Profesör Rajan Menon’a göre ABD “ektiğini biçmektedir." Tabii biçilen Ukrayna aslında. ABD’nin burada başından itibaren Ukrayna’yı bir çatışma sahası olarak görüp görmediğini, dolayısıyla şu anda kaybeden taraf olup olmadığını ayrıca tartışmak lazım. Nitekim Menon’ın atıf yaptığı ve şu anda CIA başkanı olan Willam Burns’ün Moskova elçisiyken Washington’a gönderdiği kriptoda Rusya’nın Ukrayna’nın NATO üyeliği konusunda ne düşündüğü ve ne yapacağı kuşkuya yer bırakmayacak bir netlikle dile getiriliyor. Bu belgeye Wikileaks üzerinden ulaşabilirsiniz.
1993-94 yıllarında Clinton yönetimi içinde NATO genişlemesine itiraz eden güvercinler ve destekleyen şahinler arasında çıkan tartışmayı yıllar önce Londra Üniversitesi SOAS’tan Gilbert Achcar’ın Kosova müdahalesi üzerine yazdığı bir makaleden okumuştum (“Rasputin Plays at Chess: How the West Blundered into a New Cold War”, Masters of the Universe: NATO’s Balkan Crusade içinde, Derleyen: Tariq Ali, Verso, 2000, ss.57-98). Achcar yukarıda sayılan isimlerden daha geniş bir listeyi verdikten sonra bu güvercinlerin NATO’nun genişlemesinin ittifakı sulandıracağından endişe ettiklerini vurgular. Güvencinler Rusya dahil eski Sovyet coğrafyasının Barış İçin Ortaklık (Partnership for Peace) projesi içinde değerlendirilmesi gerektiğini isterler. ABD Savunma Bakanlığı Pentagon (Savunma Bakanı Les Aspin ve Genelkurmay Başkanı John Shalikashvili) güvercinlerin tarafındadır. Dışişleri Bakanlığı ise bölünmüş, Dışişleri Bakanı Warren Christopher iki kanat arasında tereddüt etmektedir. Bu durumda Clinton’ın ulusal güvenlik danışmanı Anthony Lake, hamisi Zbigniew Brzezinski’nin Başkan Carter döneminde Dışişleri Bakanı Cyrus Vance’e karşı gerçekleştiği hamlenin bir benzerini uygulayarak Beyaz Saray’ın siyasetine hakim olur. 1994’te Clinton’ın tercihleri belirginleşecektir: Les Aspin istifa eder. Yerine getirilen güvercinlerden William Perry 1997’de görevden ayrılacak, yerine Demokrat başkan Clinton Cumhuriyetçi şahinlerden William Cohen’i atayacaktır. Bu arada Richard Holbrooke Almanya elçiliğinden Dışişleri Bakanlığı Avrupa Dairesi’nin başına getirilecek, Brzezinski’nin doktora öğrencisi Madeleine Albright Christopher’ın makamına oturacak ve Müttefik Avrupa Kuvvetlerinin başına Wesley Clark atanacaktır. Nihayet Mayıs 1997’de Paris’te NATO-Rusya Kurucu Anlaşması imzalanacak ve Temmuz’da Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti NATO’ya üye kabul edilecektir. Beyaz Saray’daki Brzezinski ekibi ise 1999’da NATO’nun BM onayını almadan gerçekleştirdiği Kosova müdahalesini yürütecektir. NATO eski Genel Sekreteri George Robertson’a göre Kosova Savaşı’ndan sonra bile Rusya’nın NATO’ya üye olma talebini (bizzat Putin tarafından) gündeme getirdiğini görüyoruz. Peki bu talebe ne oldu? NATO Rusya’yı üye olarak kabul edebilir miydi? NATO üyesi bir Rusya’nın hikayesi farklı olur muydu? Geleneksel tarihyazımında böyle sorulara pek sıcak bakılmaz, gerçekleşmemiş olaylarla ilgilenilmez. Uluslararası ilişkiler kuramında ise böyle spekülasyonlar kaçınılmazdır ve bugün olduğu gibi her kriz anında tekrar tekrar dile getirilirler.
- Lindner’in komplosu ve Almanya’da seçimler 27 Kasım 2024 04:40
- Trump'ın zaferi: Enflasyon algısı ve 2008 sonrası aile şirketleri 13 Kasım 2024 04:08
- ABD’de seçimler ve yeni saflaşma 06 Kasım 2024 04:51
- Yeni Yeşil Düzen’in sergüzeşti 30 Ekim 2024 04:35
- Tırmandırarak gerilimi azaltmak 02 Ekim 2024 04:16
- AfD’li sınıf fraksiyonları ve aile/cinsiyet politikaları 11 Eylül 2024 05:03
- Saksonya ve Thüringen'de seçimler 04 Eylül 2024 04:30
- AfD'nin aile politikası 28 Ağustos 2024 04:15
- Thüringen'de nüfus, aile ve siyasi eklemlenme 21 Ağustos 2024 04:39
- Taşra ve siyasi kültür: Doğu Almanya'da seçimlere doğru 14 Ağustos 2024 04:22
- Türbülans 07 Ağustos 2024 04:39
- Biden’ın vedası 24 Temmuz 2024 04:44