Faiz politikasının bilançosu
Fotoğraf: Metin Aktaş/AA
Erdoğan’ın “faiz sebep, enflasyon netice” politikasını uygulamaya koymasının üzerinden yaklaşık 6 ay geçti. Aralık ayına kadar geçen süre zarfında politika faizi 500 baz puan aşağı çekilerek kurdaki yükseliş pahasına iç piyasadaki kredi akışının rahatlatılması amaçlanmaktaydı. Buna karşılık enflasyonun ise üretimdeki genişlemeye paralel olarak düşüşe geçeceği ileri sürülmekteydi. Geçen süre içerisinde hükümetin ekonomi politikasına ilişkin dile getirdiği beklentilerin ne kadar karşılık bulduğuna dilerseniz birlikte bakalım.
Eylül ayı başında dolar kuru 8.25 TL dolayında seyretmekteydi. 20 Aralık tarihinde dolar kuru 18.36 TL ile zirveyi gördü. Bu tarihten itibaren devreye sokulan kur korumalı mevduat önlemiyle dövizeki sert artışın önü alınmaya çalışıldı. İlk aşamada 10.50 TL’ye kadar gerileyen kur sonrasında tekrar tırmanışa geçti. Bugün 14.70 dolayında seyrediyor.
Gelelim enflasyon tarafına. Eylül ayında yıllık enflasyon yüzde 19.6 seviyesindeydi. Şubat ayı sonunda yüzde 54.4 gibi bir seviyeye ulaşıldı. Kısacası, uygulanan politika enflasyonu düşürmek bir yana kontrolden çıkararak, rekor seviyelere taşıdı. Küresel etkenlerin de devreye girmesiye yılın ilk yarısı sonunda yüzde 70’lere yakın bir enflasyona ulaşılacağı görülüyor. Burada özellikle enerji maliyetleri açısından Rusya-Ukrayna savaşının seyri büyük önem taşıyor. Savaşın uzaması ve Rusya’ya dönük yaptırımların sürmesi halinde enflasyondaki artış eğilimi güç kazanacaktır.
Devreye sokulan para politikası piyasa faizleri üzerinde de hükümetin beklediği etkiyi yaratmadı. Enflasyon beklentisindeki artışa paralel olarak piyasa faizleri de tırmanışa geçti. Eylül ayında yüzde 17.5-18 aralığında dalgalanan iki yıllık gösterge tahvilin faizi yüzde 25’lere tırmandı. Dolayııyla katlanılan bunca maliyete karşılık devletin, vatandaşın ve işletmelerin borçlanma maliyeti arttı.
Hükümet kurdaki sert yükselişin ardından bu kez “Çin modeli”ni gündeme getirmiş, ucuz TL’ye dayalı ihracata dönük bir büyüme politikasına geçildiğini açıklamıştı. Bu yönde yaratılan heyecan da pek uzun sürmedi. Şubat ayı itibariyle ihracatta yaşanan yıllık yüzde 25’lik artışa karşılık, ihalatta yüzde 46’lık bir artış yaşandı ve dış ticaret açığı yıllık bazda yüzde 142 artış sergiledi. Sermaye malları, ara malı ve özellikle hammade cephesinde bu denli dışa bağımlı bir ekonominin sadece yerli para birimini değersizleştirerek kısa sürede ‘Asya Kaplanı’na dönüşeceğini ummak fazlasıyla yersizdi. Karşılık bulmadığı anlaşılınca bu söylemin de zamanla terk edildiği görüldü.
Son 6 aydır önümüze konan hedeflerin hiçbiri tutmadığı gibi alınan önlemlerin de uzun vadede ekonomideki kırılganlığı arttırdığı görülüyor. Kur korumalı mevduat her ne kadar ekonomi yönetimi tarafından kurdaki yükselişi dizginleyen başarılı bir icat olarak sunulsa da kur riskini hazinenin sırtına yükleyerek ekonomideki sorunları derinleştirecek. Bu ay sonunda ilk açılan 3 ay vadeli kur korumalı mevduat hesaplarının vadesi dolmaya başlıyor. Kurdaki yükseliş eğilimine paralel olarak buradaki risk büyümekle beraber, uygulamanın mevcut tabloda hazineye 25 milyar TL civarında bir ek yük yaratacağı görülüyor. Bu rakam geçtğimiz yılın toplam bütçe açığının yüzde 13’üne denk geliyor. İş burada da kalmıyor. Bütçe açığı büyüdükçe enflasyon artacak ve TL’nin değer kaybı hızlanacak bu da hazinenin yükünü daha da ağırlaştıracak. Nihayetinde tam anlamıyla bir kısır döngüye sürükleneceğiz.
Önüümüzdeki süreçte belirleyici olacak bir diğer faktör ise Fed’in izleyeceği sıkılaşma önlemleri olacak. Fed cephesinden son gelen mesajlar faiz artırım yönündeki kararlılığı ortaya koyuyor. Savaş öncesinde Fed’in 50 baz puana varan bir faiz artışıyla perdeyi açması ve toplamda 5 ya da 6 kez faizleri artırması beklenmekteydi. Mart ayı beklentisi şu an için 25 baz puana çekilmiş durumda. Piyasalardaki normalleşmeyi takiben sıkılaşmanın hız kazanacağına şüphe yok. Bu da savaş sona erse dahi Türkiye ekonomisini sıkıntılı günlerin beklediğini gösteriyor.
Gelelim vatandaşın enflasyonla mücadelesine. Halkın sokakta karşılaştığı enflasyonun oldukça altında kalsa dahi yıl başında yapılan maaş zamları ücretli kseim açısından kısa süreli de olsa bir soluklanma olanağı yaratmıştı. Ancak ilk iki ayda enflasyonun gerçekleştirdiği sert tırmanış ile birlikte asgari ücretteki artış oranı daha şimdiden TÜİK’in açıkladığı enflasyonun dahi epey ardına düştü. Henüz yılın başında olmamıza rağmen gün geçtikçe reel ücretlerdeki kayıp büyüyor. Görünen o ki yaz aylarına girdiğimizde burada sürdürülmesi oldukça zor bir tablo ortaya çıkacak.
Hükümetin mevcut tabloyu bir kez daha dış etkenlerle açıklamaya çabalayacağına şüphe yok. Oysa, ne Rusya-Ukrayna gerginliği, ne de Fed’in sıkılaşma yönündeki hamleleri üç beş günde ortaya çıkmış beklenmeyen gelişmeler değil. Küresel risklerin tırmandığı bir ortamda hükümetin yaptığı bu politika değişikliğinin bedeli de oldukça ağır olacak gibi görünüyor.
- Kurtarıcı mı, yoksa yeni günah keçisi mi? 09 Haziran 2023 04:18
- Seçim senaryoları ve ekonomiye dönük beklentiler 12 Mayıs 2023 04:19
- Kurda istikrar illüzyonu 28 Nisan 2023 04:21
- SVB krizinin arka planı ve düşündürdükleri 17 Mart 2023 04:52
- Para politikasındaki ayrışma belirginleşiyor 24 Eylül 2022 04:50
- Şimdi solun tam zamanı 12 Ağustos 2022 04:26
- Enflasyon gelir dağılımını bozuyor 08 Temmuz 2022 04:47
- Merkez Bankası şaşırtmadı 27 Mayıs 2022 01:12
- Kehanet çöktüğünde 22 Nisan 2022 00:37
- Enflasyon doludizgin 08 Nisan 2022 00:40
- Enflasyon geriler mi? 10 Şubat 2022 23:18
- Gözler Fed’e çevrildi 21 Ocak 2022 04:30