11 Mart 2022 22:33

Savaş karşıtı hareketin "İşgale son, ÇARPUTİN evine dön" haykırışının, barış için "NATO lağvedilsin", Ukrayna’daki "biyosavaş laboratuvarları" iddialarının gereği yapılsın, talebiyle taçlandırılması icap etmiyor mu?

Bosna'dan bir kare

Bosna'dan bir kare... Böyle oluyor NATO'nun savunması | Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Sütunumuzdaki tarza (varsa) aşina olanlar bilir; ortaya konuşmam…
Bilakis…. Açık adrese seslenmeye gayret ederim…
Lakin bu kez isim vermeyeceğim…
Savaşın hemen başında…
Halk TV’deki bir programda yaşandı…
Daimi yorumcu gazetecilerden birinin yaptığı…
(Mealen) “Savaş örgütü NATO” tarifine…
Misafir yorumcu meslektaştan belli belirsiz tonda itiraz geldi:
“NATO savunma örgütü…”
Sık sık, sosyal medya üzerinden yapılan tepkilere atıfla, “Seyirciler kızacak ama…” serzenişinin ima ettiği tazyikten olmalı…. Meslektaşımızın itirazı, dediğim gibi, “belli belirsiz tonda” idi…
(İsim vermeme sebebimi de böylece izah etmiş sayıyorum…)
Meslektaşımız Halk TV’de, besbelli ekseriyeti oluşturan izleyici tepkisinden sakınma hassasiyeti ile zannederim, göğsünü gere gere savunamamıştı, “NATO savunma örgütüdür” diye…
Elbette rahatsız olup üzüldüm…
Meslektaşın fikirleri ile izleyici refleksi arasında sıkışmasına…
Ama doğrusu saklamayacağım; şunu arzu ederim:
Hiç kimse NATO’nun savunma örgütü olduğu martavalını bari ulu orta sallayamasın…
‘Bari’ yani ‘hiç değilse’ şerhinin iki sebebi var:
İlki, dünya savaşı ihtimalini, ihtimal olmaktan çıkaracak şartlarla ilgili…
Nasıl öyle öz güvenle, ağız dolusu Rusya’nın Ukrayna’yı işgali savunulamıyorsa…
Vaziyetin bu noktaya gelmesinin birinci dereceden sorumlularından ABD emperyalizmi ve savaş aygıtı NATO da aynı nispette muameleye tabi tutulmalı…
Halkların savaş karşıtı refleksi ilkini başardı:
Kendini ayrıcalıklı sayan bir ülkenin, Rusya’nın, komşu bir ülkeyi işgalini üst perdeden müdafaa edemez hale soktu…
Şimdi:
Aynı barışçı refleksin, AB-İngiliz ve ABD emperyalizmlerinin savaş makinesi NATO’ya karşı da ayağa kalkması şart değil mi?
Hayır, bu sadece “Ukrayna’da işgale son” şiarını yükseltirken, işgalci Rusya’nın (ve Çin’in) emperyal rakibi NATO’nun frekansına düşerek, istemeden ABD/AB ve İngiliz emperyalizmleri ile aynı karede görünme utancına mani olmakla kalmaz…
Daha da mühimi:
Halihazırda kainatın tek resmi askeri paktı NATO’nun dağıtılması talebini yükselterek, dünya savaşının esaslı bir dinamiğine ket vurmaya çalışmak, gezegenimizi sahici barışa yaklaştırır…
Zira…

NATO SADECE UKRAYNA-RUSYA SAVAŞININ TAHRİKÇİSİ KİMLİĞİYLE SANIK SANDALYESİNE OTURMAYI HAK ETMEKLE KALMIYOR… DÜNYA SAVAŞININ ANA KATALİZÖRLERİNDEN OLMAYA DEVAM EDİYOR…

Böylece yukarıda düştüğümüz ‘hiç değilse şerhi’nin ikinci sebebine girmiş sayılıyoruz:
NATO’nun savunma örgütü olması, Soğuk Savaş bakiyesi bir yalan…
Ya da şöyle söyleyelim:
PENTAGON ne kadar ‘Savunma Bakanlığı’ ise NATO da o denli savunma örgütü*…
Pentagon musibetini andık madem, oradan devam edelim…
Biyoaskeri araştırma laboratuvarlarına getireceğim sözü…
Hatırlayalım:
Moskova İktidarı, savaşın başında, Washington’un Ukrayna’da biyolojik silah laboratuvarları kurduğunu öne sürmüştü…
-E haliyle- Beyaz Saray da yalanlamıştı:
“Rusya’nın dezenformasyon kampanyası.”
Belki
Lakin…
Daha dört gün önce ajanslara düştü:
Çin, Rusya’nın ortaya attığı iddiaya sahip çıktı (8 Mart 2022) …
Gazete Duvar’ın haberine göre
Pekin’den, Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Cao Licien, “ABD’nin kendi yayımladığı verilere göre, Ukrayna’da 26 biyoloji laboratuvarı kurduğunu ve bunların tamamının Savunma Bakanlığı kontrolünde olduğunu ileri sür(dü)…
Mühimsediğim için uzunca bir alıntı, Çin Dışişleri Sözcüsünden:
“Ukrayna’daki tüm tehlikeli virüsler, bu laboratuvarda saklanıyor olmalı. Tüm araştırma faaliyetleri, ABD tarafından yürütülüyor ve onun izni olmadan hiçbir bilgi açıklanamıyor. Mevcut durumda tüm taraflara Ukrayna ve çevre ülke vatandaşlarının ve tüm dünyanın sağlığı ile güvenliği göz önüne alınarak bu laboratuvarların güvenliğini sağlamaya çağırıyoruz.”
Pekin’in sözcüsü, “Ukrayna buz dağının görünen yüzü” beyanıyla, iddialarını alarm verdirecek seviyeye taşırken, şu soruyu meşrulaştırıyor:

"ABD’NİN 336 BİYOLOJİK SİLAH LABORATUVARININ BULUNDUĞU 30 ÜLKE" ARASINDA TÜRKİYE DE VAR MI? 

Hıı?
Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsünün açıklamasından okuyalım iddiasını:
“ABD Savunma Bakanlığı, ‘biyogüvenlik risklerini gidermek ve küresel kamu sağlığını güçlendirmek’ adı altında 30 ülkede 336 biyoloji laboratuvarını kontrol ediyor.”
Evet Çin’in, (BM’de çekimser kalsa da) Moskova’nın destekçisi olduğu sır değil…
İddia ve beyanlarını elbette bu pozisyonunu dikkate alarak ziyadesiyle eleştirel okuyacağız… (Tıpkı ‘Batı’dan yapılan açıklamaları okur gibi; eleştirel mesafe; her daim.)
ABD’nin dediği gibi “dezenformasyon” olma ihtimali var mı?
Olabilir…
‘Mi?​’ sini ama…
ABD’nin “Sorgu uçakları” vakası misali, onlarca “dezenformasyon” ilan edilen iddiaların, sonradan nasıl gerçek olduğunun ortaya çıktığını unutmadan, sorgulayacağız…
Talep edeceğiz:
İcabında…

ULUSLARARASI BİR UZMANLAR HEYETİ OLUŞTURULSUN, "ABD’NİN UKRAYNA DAHİL 30 ÜLKEDE 336 BİYOLOJİK SİLAH LABORATUVARI VAR" İDDİASI ARAŞTIRILSIN!

BM müdahil olsun …
Nasıl ki…  
Rusya’ya mazeret sıralama, “Ukrayna’dan çekil! Putin evine dön!” demeye devam edilecekse, peşinden gelmeli:
Savaş makinesi NATO lağvedilsin!
Dünya çapında tek askeri pakt olan NATO’nun savunma değil saldırı örgütü olduğu teşhir edilmeli…
Keza biyolojik savaş laboratuvarları iddiası da gündemde tutulmalı…
Acizane tavsiyem bu….
Bir de şu:
Türkiye’nin savaş karşıtı hareketinin biyolojik savaş laboratuvarları iddiasının peşine daha bir hassasiyetle düşmesi gerekmez mi?..
Zira…
Türkiye’de var ya da yok… (Açıklamalı, İktidar!..)
Her halükarda bölgedaşı olarak Türkiye’nin de -varsa- Ukrayna’daki böylesi laboratuvarların olumsuz etkilerine maruz kalacağı aşikar değil mi?.. (Ağzımdan yel alsın; Çernobil neredeydi?)
Fırsat olursa önümüzdeki yazılarda eleştirel uluslararası hukuk okumaları eşliğinde, Ukrayna nevi işgallere yol açan, birilerinin kendilerini dünyanın ayrıcalıklı devlet sanma haline değineceğim…
Uluslararası ilişki ve mücadelelerin, ulusal sınırlar içindeki sınıf mücadelesinin yansıması olduğunu izah etmeyi deneyeceğim…     


SATIR ALTINDAN NOTLAR…

SORU BASİT, CEVAP KOMPLEKS

Evrensel’in ‘Propaganda Savaşı’ (6 Mart 2022) başlıklı çeviri derlemesinde rastladım…
Lindsey German hatırlatıyor:
“Savaş zamanlarında her zaman sessiz kalmamız ve kendi egemen sınıfımızı desteklememiz talebi vardır.”
Uzatmayacağım ama soracağım:
Peki kahir ekseriyetimiz neden bu çağrıya hep uyar?

SARAY REJİMİ İÇERİDE PATLAYAN MEŞRUİYET DİKİŞİNİ, DIŞ POLİTİKADA BAŞARI HİKAYELERİ TASARLAYARAK, ‘ARA BULUCU LİDER’ KÖPÜRTMESİYLE YAMAMAYA ÇALIŞIYOR

AKP (bir iki ankete göre) yüzde 30’un altına inip çıkıyor…
Ekonomik krizin meşruiyet krizine dönüşme emarelerini hissetmemek imkansız…  
Şaşkınlık ve panik alametlerinin artması, rejimde dikişlerinin patladığı algısını kuvvetlendiriyor...
İkeeen…
‘Tek Adam’, işini bilen tüccar refleksiyle Ukrayna işgalini fırsata çevirmeye çalışıyor…
Maiyetindeki medya karteli vasıtasıyla estirdiği “Dünyanın gözü Türkiye’de”, “Putin’den sonra Biden… Dünya liderleri Erdoğan’la görüşme kuyruğunda” rüzgarla, içeride kaybettiği prestijini takviye etme hesabı yapıyor…
Şu “ara buluculuk” mevzusu, misal…
Tek kaynağı İktidar medyası olan biri Erdoğan/Türkiye dışında İsrail’den Hindistan’a bazı ülkelerin/liderlerin de “ara buluculuk” misyonuyla devrede olduğunu bilmez…
Sanır ki salt Erdoğan ve adamları konuşuyor, Rusya ve Ukrayna ile…
Ha keza İktidar medyasına saplanıp kalmış birinin kapsama alanına mesela şu haber yaklaşamaz bile:
“İsrail Başbakanı Bennett, Putin ile Moskova’da, Zelenskiy ile telefonla görüştü.”  (5 Kasım 2022)   
Bir hafta önceki Moskova’daki temastan bihaberdir ama Putin-Erdoğan telefonlaşmasıyla yatar…
Zelinsky telefonu ile kalkar…
Şahikası ise Antalya’da savaşın iki tarafının, dışişleri bakanları düzeyinde masaya oturması oldu…
Dünkü (11 Mart 2022) İktidar maiyeti gazetelerin sevindirik manşetlerine bakın…
Rejime alkış toplamak için kalabalıklara hormonlu öz güven pompalanıyor…
Halbuki gerçek:
Saray rejimi bilhassa Erdoğan’ın frenleyemediği ‘mış’ gibi hali bir yana -sahiden de- verdiği “tarafsız” görüntüsünün ekmeğini yedi…
Sonuçsuz da olsa iki bakanın Antalya’da buluşması ile “tarihi bir ilk”e ev sahipliği yaptı…
Bunu “Tarihi buluşma/başarı” sayanlara mesafeliyim; abartanlara ise hiç katılmıyorum…
İzah edeyim:
“Tarihi buluşmayı” İktidarın başarı hanesine yazan kimi muhalifler dahi sanki çok öne çıkarmıyor...
O da şu:
Ukrayna ve Rusya Dışişleri Bakanları sadece ikili görüşme için, Türkiye’nin çağrısı ile Antalya’ya gelmedi…
Mühim nokta:
Antalya’da önceden planlanmış zaten uluslararası bir toplantı (“diplomasi forumu”) vardı…
Ve taraflar muhtemelen tabii olarak evvelce davet edilmişken…
Ve daha mühimi, her iki tarafın da kamuoyu diplomasisine ihtiyaç duyduğu, dünya halklarını yanına çekmeye çalışmanın kritik kıymette olduğu bir dönemeçte, hangi taraf bigane kalabilirdi, Antalya’daki olağan uluslararası diplomasi toplantısına?..
Hele ki Rusya!..
Ez cümle olan:
Savaşın göbeğinde uluslararası bir toplantıya savaşın tarafların katılması beklenir…
Keza tam da böyle bir toplantıda “uzlaşmaz”, “masayı yok sayan taraf” fotoğrafı vermemek adına masaya oturmamak da tabii sayılmalı…
Ez cümle:
“Gelmişken oturalım” denilmiştir…
Bu da “bir şeydir”; ama o kadar: “bir şey”…
Nitekim…
Toplantının kısa sürmesinin vesaireyi hesaba katarsak, herkes rolünü oynadı…
Eh Saray rejimi ve medyası da el hak, fena değiller, “ara bulucu”yu oynamakta…
Pekiii…
“Hikaye yazma” kabızlığı çektiği söylenen İktidar…
Toplumun gönlünü çeler mi bu “başarı hikayesi” ile?
Klişe tabirle “satar mı?​”
Neden olmasın!..
Hiç değilse “Aya yapılacak dört şeritli yola inanacak” kalabalıkların mahallesinde… 
Otobanlara…
Sadece önünden geçebileceği gökdelenlere duyduğu hayranlıkla aklı şaşanlar “Aldım gitti bile” çekiyordur muhtemelen...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa