‘Antiemperyalist’(!?) Putin, ‘özgürlük savaşçısı’(!?) Zelenski
Vladimir Putin | Fotoğraf: Kremlin Basın Dairesi
Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi ikinci haftayı geçti. Hiçbir gerekçe kara kış ortasındaki bu çılgınlığı, masum insanların çektiği sefaleti açıklayamaz. Savaşın mağduru her zaman olduğu gibi halklar ve masumiyet.
Savaşı naklen izliyoruz. Aslında tam da öyle değil. Önümüze haber diye sunulan görsel ve söze dayalı kurguları izlemek zorunda bırakılıyoruz. Umulanın aksine sosyal medyada da durum farklı değil; bindirilmiş masabaşı kıtaların ve her konuda fikir sahibi olanların bilgi bombardımanına karşı neredeyse çaresiziz. Durum yabancı dil bilenler için de farklı değil; topyekün öksüzüz.
Giderek kirlenen bilgi ortamında tuhaf eğilimler ortaya çıktı. Yalnızca ‘Avrasyacılar’la sınırlı olmayan bir kesim Putin Rusya’sı saldırganlığından, gerçekle ilgisi olmayan bir antiemperyalizm çıkarma çabasında. Sovyetler Birliği’nin çözülmesinden sonra şaibeli özelleştirmelerden doğan ve dinamikleri o dönemde şekillenen oligarşik Rusya yönetiminin Batı dünyasına “verdiği ders”ten umutlananlar hiç de az değil. Görev süresini zincirleme entrikalarla uzatmış “eski solcu,” ‘yeni milliyetçi’ Putin’e yapılan güzellemelere Sovyet tarihinden verilen referanslar iç burkuyor.
Bir başka savruluş Zelenski’den icat edilmek istenen “özgürlük savaşçısı” söyleminde yaşanıyor. Tüm kariyeri kurgulanmış bir gösteri izlenimi veren Zelenski’den demokrasi kahramanı üretenler, onun kariyer çizgisine yön veren sermaye dinamiklerine ve NATO saldırganlığı dalgası üzerinde nasıl yükselişe geçtiği gerçeğini tartışmak istemiyor. “Gerçek Ukraynalılar”ın İskandinav veya proto-Germen kökenli olduğunu, Slavlarla zoraki karışmış bir geçmişe sahip olduğunu iddia eden Nazilerce desteklendiğini görmezden geliyor.
Ana akım medya ve sosyal medyada görülen birtakım yorumlardaki savruluşun yalnızca dezenformasyon ve spekülatif bilgi bombardımanıyla ve küresel şirketlerin buna yol açan saf tutuşlarıyla açıklanması mümkün değil. Savaş coğrafyasının dil ve tarihine hakim uzmanlarca üretilmiş, editoryal denetimden geçmiş bilgi ve arka plan bilgisi içeren analizler eksik olsa da, sosyal medya giderek daha yaygın bir biçimde propaganda savaşına bağrını açsa da olup bitenin yalnızca bu dinamiklerle açıklanması doğru olmaz.
* * *
Bugünün yetişkin kuşakları için kitaplardan öğrenilen ve dizi film konusu olan 12 Eylül darbesi, kitlesel işkence ve kıyım ile Türkiye’de siyasi hayatın yönünü sağa çevirdi. Kitaplar toplatıldı, sendikalar kapatıldı, temel haklar budandı. Türkiye ekonomisini liberalleştirmeyi amaçlayan ‘24 Ocak Kararları’ ile başlatılan yapısal dönüşüm, Darbenin açtığı alanda derinleşerek ilerledi. Kitlelere ulaşmak için Sürecin Mimarı Turgut Özal tarafından icat edilen ‘orta direk’ kavramı sınıflar üstü bir ortaklık duygusu yaratmayı hedeflemişti. Bu kurgu iç çatışma ve bürokratik hegemonya yorgunu 1980-1990’lar Türkiye’sinde kolayca destek buldu.
Eş zamanlı süreçte, ideolojik algı çerçevelerinin şeytanlaştırıldığı, örgütlerin ve örgütlü hayatın aşağılandığı, ilkesel tutum alışın kaba-saba olmaya indirgendiği bir döneme girildi. İdeolojik tutum ve pozisyonların yerini kimlik politikaları aldı. Bu dönemden siyasal alana kalan tortu; ilkesel duruştan ve doğru bilineni ifade etmekten geri durmak oldu. Bedeli ne olursa olsun doğru bilineni söylemenin yerini, kalabalık halde söylenebilen aldı. İlkesel ısrarın yerini kapsayıcı kofluklara bırakışının miladı oldu bu dönem.
İmkansızı hemen ve şimdi isteme, yenilginin kaçınılmaz olduğu durumlarda dahi doğru bildiğini söyleme tutumu istisna oldu. Öz güvenler zayıfladı, aidiyetler gevşedi. Hasret kalınan başarılar ve dönüştürülemeyen gerçeklikler, başkalarının gündem ve zaferine yamanma eğilimini beraberinde getirdi.
* * *
İkinci Dünya Savaşı’ndan geriye kalan ‘Soğuk Savaş’ dönemi, dünyanın geleceğine ilişkin farklı hayallerin olduğu kadar, paylaşıma ilişkin birbirine zıt uygulamaların da ‘barış içinde bir arada yaşama’sına olanak tanımıştı. Uluslararası hukuk çerçevesinin yeni bir politik içerik kazandığı bu süreçte, savaş sonrası dengeyi koruma hedefi baskın oldu.
Sovyetler Birliği’nin çözülüşü ve Doğu Avrupa’dan çekilişine dek süren bu denge, NATO’nun hız kesmeyen genişlemesi ve Soğuk Savaş aktörlerinin yeni konumlanışıyla sarsılmaya başladı. Ukrayna’nın işgali ve ondan önce yapılan hamleler, bölgesel nüfuz alanlarını koruma ve genişletme hedefi doğrultusunda atılan adımlar oldu.
Emperyalist paylaşım ilişkilerini ortadan kaldırmak yerine kendi lehine bir düzen kurmak isteyenlerin savaşında taraf olmanın haklı bir yanı yok. Cumhur ve Millet İttifaklarının keder verecek kadar örtüştüğü bir savaşta, kararlı bir barış savunusu ahlaki tek yol. Propaganda araçları tam zamanlı çalışıyor olsa bile sınıf mücadeleleri tarihi elimizin altında.
- Başarısız devletin yıkılışı mı, yeni bir felaketin başlangıcı mı? 15 Aralık 2024 04:03
- Suriye’deki gelişmeler ve çözüm sürecinin akıbeti 08 Aralık 2024 05:14
- Baskıların haritası bize ne söylüyor? 01 Aralık 2024 04:56
- 150. Yazı - Üçüncü Mektup 24 Kasım 2024 03:01
- Biber gazını 40 yaşından sonra tadanların muhalefetini zenginleştirmek 17 Kasım 2024 04:25
- Demokrasi karşıtlığının kitlesel tabanı 10 Kasım 2024 05:26
- Ahmet Özer'in tutuklanması ve Kolombiya barış sürecinden dersler 03 Kasım 2024 04:32
- Fethullah Gülen'den sonra... 27 Ekim 2024 04:02
- ‘Çözüm’ü küçük çıkarlar için heder etmek 20 Ekim 2024 04:47
- ‘İç cephe’ çağrılarını 10 Ekim 2015’te yitirdiklerimizin fotoğraflarına bakarak düşünmek 13 Ekim 2024 04:47
- İsrail devleti terörü neleri örtüyor? 06 Ekim 2024 04:32
- Sağda birlik arayışları ve Kürtler 29 Eylül 2024 04:45