13 Mart 2022 00:35

Bir, iki, üç: TIP

Bir doktorun elinde maske

Fotoğraf: Ashkan Forouzani/Unsplash

PAZAR
Paylaş

Bir hastalık geçirince ya da bir operasyon, o anı Gezi Parkı gibi, askerlik gibi ömürlük bir anı şeklinde insanın hayatında yer ediyor.

Herkesin kaç kere anlattığını sayamayacağı bir hastane, doktor vesaire anısı vardır herhalde. 

Benim de bir sürü var.

Mesela ikizlerimi kaybetme riski yaşamışım hamileliğimin ortasında. Yaşamışım diyorum çünkü doktorum “Kar fırtınası var diyorlar, hastane sıcacık, senin de kasılmaların var, gel burada yat hafta sonu, ben de rahatça görürüm acil durum olursa” dediği için hiç strese girmeden, kitap-dergi okuyarak geçirdim o iki günü. Stresli olmamam gerekiyormuş zaten. 

Hemşire gözyaşlarıyla bana sarılmıştı üçüncü gün: “Kurtardık çok şükür” diye. O gün anlamıştım durumun ciddiyetini. Doktorlar hastasının moralini de kollarlar.

Bir keresinde safra kesesi taşı düşürürken verilen ağrı kesiciler alerji yapmış, boynum, vücudum şişmişti. Hemşireye “Bana bir şey mi oluyor?​” dedikten iki dakika sonra odaya tam altı doktor koşmuştu, ben “Aaa televizyondaki Dr. House dizisi gibi oldu” derken öleyazdığımı anlamamıştım. Atlattıktan sonra ameliyatı yapacak olan doktor yatağımın kenarına oturup “Korkuttun bizi” demişti. O korku bizi hayatta tutar. Doktorlar hasta yakını şiddetinden değil, hastasını kurtaramamaktan korkar.

Bir kardiyolog arkadaşım var. Asla kesintisiz sohbet edemeyiz, muhakkak hastaneden ararlar, nöbeti, mesaisi olsun olmasın, koşar. Bir hastasını kaybettiğinde gözyaşı döktüğünü bilirim. 10 yıl yaşattığı ağır kalp hastası ileri yaşta bir kadının ardından ağlamıştı, alışmıştı hastasına, bir anne gibi kontrole gelirken hep kek, börek getirişini anlatmıştı. Her hastasını isim isim aklında tutar, bilmem ki bunu nasıl yapar?

Çok kötü bir kaza yaşamıştık oğlum üç yaşındayken, çenesini vurmuştu kreşte, dili kopmak üzereydi. Yazarken bile gözlerim kararıyor şimdi. Devlet hastanesinin acilinde, etrafta onca dram varken, doktor gelip oğluma sakin ve neşeli bir sesle “Sen çok cesur ve çok akıllı bir çocuksun, şimdi beraber bir cesaret oyunu oynayacağız” diye ikna ederek yapmıştı operasyonu. 

Doktorlar, her yaşta hastaya anlayacağı şekilde durumu anlatır ve sakinliklerini korurlar.

Bir keresinde, gece gelen karın ağrısı şikayetiyle bu sefer özel bir hastanenin aciline götürdüm çocuğumu, en yakın orası diye. Aslında pek de bir şeyi yok, çocukken karın ağrır da ebeveynlik görevini yapmış olma ihtiyacı işte.

Röntgen istedi doktor, onda bir şey görünmezse tomografi de, tam kan tahlili, serum vesaire vesaire. 

Kapıdan çıkarken yakaladım doktoru “Hocam, şimdi bir dağ köyünde olsak, bizi şehre tomografiye gönderecek miydiniz gerçekten? Yoksa sizi de anlıyorum, bir kotanız var ama onu doldurmaya gücü yetecek insanlardan değiliz biz” dedim. Başını önüne eğip iki yana salladı doktor. Sonra fısıldayarak dedi ki “Siz çocuğu alıp çıkış yapabilirsiniz, bir şeyi yok elle muayeneye göre. Ağrısı artarsa beni arayın, o zaman bakarız.” 

Devletin hekimlerini korumaması, doktorların özel sektöre kaymasına sebep oluyor, özelleştirilmiş sağlık hizmeti demek, ticarileşmiş tetkik ve tanı demek.

Bu ülke doktorlarını ya sefaletle ya meslek etiğiyle ama illaki sınıyor.

Kazanması en zor bölümlerden olan tıp 6 sene sürüyor. Üzerine bir TUS sınavı ve uzmanlık. Bu da branşına göre 3 ila 6 sene. 

Mecburi hizmet de var. Bu meslek, insana hizmet eden mesleklerin en hayati olanı. Sadece parası iyi diye seçilebilecek bir meslek değil doktorluk, para kazanmaya kadar geçen süre çok uzun, okumanın maddi karşılığa dönüşmesi çok zaman alıyor; aile desteği, burs neredeyse şart. Seferberlik halinde okuyor insanlar. Tıp okurken bir yandan yarı zamanlı ek iş yapmak diye bir şey imkansız, bu bölümü okuması zor.

Sabahlara kadar ders çalış, vizelere gir, sürekli sınava hazırlan, bilmediğin bir şehre git yerleş mecburi hizmet tamamla, onca emek ver sonra ülkenin reisicumhuru çıkıp desin ki “Giderlerse gitsinler, yeni mezunlar var nasılsa”

Gözünün önünden film şeridi gibi ödediğin bedeller, kurtardığın hayatlar, aldığın tehditler, uykusuz günler, aylar, haftalar, yıllar, pandemide kaybettiğin hocalar, dostlar, ter içinde kalmış önlükler geçer.

Döner sermayeden aldıkları ücretleri yazmış doktorlar, çoğununki bir depo benzin etmiyor. Maaşları 7-8 binden başlıyor, en çok kazananı 20-25 bin alıyor demiş cumhurbaşkanı.

Sıfır bir araç 350 binden başlıyor. Altına bir araba bile çekemeyen doktorların çoğu nöbetlerinin otuz altıncı saatinde duydu bu lafları: “Giderlerse gitsinler”

2 sene oldu pandemi başlayalı, hani ilk günlerinde balkonlardan alkışlamıştık sağlık çalışanlarını. Her gün bir sağlık emekçisini daha kaybettiğimiz haberini aldığımız dönemdi.

kovid meslek hastalığı sayılsın taleplerine o zamanki Bakan Zehra Zümrüt Selçuk: “Evde hastalananlar var, nasıl meslek hastalığı kabul edelim?​” dedi. Evde hastalananlar vardı evet: Doktorların işe giderken okullar kapalı olduğu için çocuklarını bırakmak zorunda kaldıkları aileleri. Yaşları 65 üzeriydi, sokağa çıkmaları yasaktı. Güya pandemiden korunuyorlardı. Birçok sağlık emekçisi sadece bu sebeple ailesini kaybetti, virüs onlardan çocuklara, çocuklardan ailelerine geçti. 

Bir meslek için karşılıksız bunca bedel çok değil mi?

Doktorlara şiddet hiç bu dönemki kadar artmamıştı. Çünkü bu iktidar döneminde şiddetin ödüllendirildiğine şahit oldu herkes, kimse şiddet için ağır bedel ödemedi.

Yusuf Yerkel’in tekmesi de artan kadına şiddet vakaları da yargının körüklediği “Üç beş yıl yatar çıkarsın” kararları da hatta Ali İsmail’in, Berkin’in davaları da doktorların maruz kaldığı şiddetten bağımsız değil.

Toplum yararına olan tüm mesleklerin itibarına sırasıyla saldırıldı. Gazetecilik yargılandı, avukatlar tutuklandı, öğretmenler atanmadı, vekillere fezleke düzenlendi, belediye başkanlarına kayyum atandı, KHK ile kıyım yaşandı, akademi aile şirketine çevrildi, Boğaziçi’ye yapılanlar ortada.

Sıra hekimlere geldi.

Tüm okumuşlar illa geçiyor iktidarın küçümseyici, cezalandırıcı tornasından.

Selçuk Kozağaçlı’yı dinlemeyen, Nuriye Gülmen’i duymayan, içerideki gazetecileri umursamayan olmuş olabilir, ama şimdi hekimlere sahip çıkılmazsa bedelini hep birlikte canımızla, sağlığımızla ödeyeceğiz.

Bu ülkede 107 bin doktora karşılık 130 bin imam var. Hayatta tutmaya değil de cenaze kaldırmaya yetişmeyi hedefleyen bir iktidar.

Pandemide hayat kurtarmaya çalışırken yüzlerce hekim hayatını kaybetti. Kolay yetişmiyor bir doktor, kesilen zeytinler gibi.

Sadece ocak ayında bile 57 sağlık çalışanı şiddete uğradı.

2002 yılında sadece 59 doktor yurt dışına çıkmak için belge istemişken 2021’de bu sayı 1270’e çıktı.

Cerrahpaşa, Çapa ve Hacettepe 2020 yılında toplam 1133 mezun vermiş, 2021’de bundan fazla doktor ülkeden gitmiş. 2022’de gerçekleşebilecek sayı insanı korkutuyor.

Şiddete uğrama riski, sürekli ve uzun nöbet saatleri, onuruyla oynanması, meslek itibarına kastedilmesi, onca bedelle okuyup da “Sizi biz okuttuk” diye birilerinin o fedakarlıkların üzerine çökmesi, üzerine 7-8 bin liralık maaşın büyük bir paraymış gibi lanse edilmesi; özel sektörde ticari baskı, meslek etiğiyle doktorun sınavı; kim kalır ki?

Bir, iki, üç tıp… Bu mesleğe öyle hoyratça laf edilmez, orada bir susacaksınız zati muhteremler.

Bu iktidar bir halk sağlığı sorunudur. Sorunu çözmek zorundayız.

14-15 Mart’ta doktorlar greve gidiyor:

“Bir kez daha tabip odalarımızla birlikte başta TBMM olmak üzere etkili, yetkili olan herkese sesleniyoruz: Emeğimizin karşılığını alamadığımız, tüketen çalışma koşullarına, sağlık alanında yaşanan şiddete tek bir gün bile tahammülümüz kalmadı. Emeğimiz için, haklarımız için, acil taleplerimize yönelik adım atılmaz ise 14-15 Mart Pazartesi ve Salı günleri tüm Türkiye’de, bütün sağlık kurumlarında G(ö)REV’de olacağımızı ilan ediyoruz.”

Bayramlarını grevde geçirecekler.

Bizi yaşatmak için direndiler, şimdi yaşayabilmek için direniyorlar.

Direnişlerinin yanındayız, kutlu olsun 14 Mart Tıp Bayramı.

Bu ülkede en zor şartlarda en büyük bedeli ödeyenlerden onlar.

İktidar ne buyurursa buyursun, biz emeğinizin ve değerinin farkındayız.

Sağ olun, sağ olalım.

Şanlı olsun, kutlu olsun g(ö)reviniz!

Sizi seviyoruz, bizi bırakıp gitmeyin…

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa