Efendisini arayan uşaklar
Fotoğraf: AA
Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı ve işgale başlaması pek çok tartışmayı da beraberinde getirdi. “Modern ve klasik” emperyalizm tartışması, Rusya’nın emperyalist bir ülke olup olmadığı, Türkiye’nin NATO tarafında mı, yoksa “Avrasyacı” bir pozisyonda mı olması gerektiği, solun bu savaş karşısında tutumunun ne olması gerektiği vb. gibi sorunlar bu tartışmaların başlıkları olarak öne çıktı.
Kuşkusuz bütün bu tartışmalar içerisinde doğrudan ülkenin ve halkın geleceğini ilgilendiren tartışma; yani ülkenin nerede durması gerektiği tartışması en önemli tartışma ve bu konuda çeşitli mihraklardan halkın bilincini bulandırmayı hedefleyen açıklamalar yapılıyor. Örneğin Bahçeli “Amerikalılardan çok Amerikancıların, NATO’dan çok NATO’cuların varlığından, Perinçek “Ne ABD, ne Rusya, ne Çin diyenlerin ABD’nin 5. Kolu” olduğundan, iktidar ise “dengeli bir politika” izlediğinden bahsediyor vb.
Kuşkusuz bu tartışmaların hiç birisi yeni değil ve ilk defa gündeme gelmiyor. Ama güncel uluslararası durum bu sorunları yeniden ön çıkarıyor ve tartıştırıyor. Bu ülkenin sosyalistleri, devrimcileri neredeyse NATO’ya üye olunduğundan beri NATO’dan çıkılmasını, üslerin kapatılmasını, NATO’nun bir saldırı ve savaş örgütü olduğunu savundular ve ona karşı bir faaliyet yürüttüler. Bağımsız, demokratik ve sosyalist bir ülke, savaşsız, sınıfsız bir dünya kurma mücadelesi hiç durmadı ve bu idealler gerçekleşinceye kadar da bu mücadele devam edecek.
Erdoğan iktidarı hem 20 yıllık deneyimi ile, hem de küçük ortağın -MHP- onu desteklediği dönemden beri NATO ve ABD ile ilişkileri inişli çıkışlı olmakla birlikte, asla bu ilişkilerin özüne dokunmayan, ona zarar vermeyen bir politika yürüttüler. Emperyalist tekellere ve finans kurumlarına ise tam bir teslimiyet örneği sergilediler ve sergiliyorlar. Bugün de Ukrayna’ya SİHA satışıyla öne çıkan “dengeli politikalarını” ABD’yi, NATO’yu sık sık daha ileri müdahalelerde bulunmaya çağırarak sürdürüyorlar. MHP’nin NATO ve kontrgerilla örgütleri ile ilişkili tarihi ise başından itibaren oldukça kanlı ve karanlık. Bu iki ortağın temsilcisi oldukları politik akımların emperyalizme uşaklığı ciltlerle dolusu kitabın konusu olacak kadar fazla.
Ülkenin iktidarının NATO’cu ve ABD’ci olmasının doğal sonuçlarından birisi şudur ki, bu ülkenin sosyalistleri, devrimcileri, yurtseverleri okun ucunu ABD ve Batı emperyalizmine yöneltmektedirler bundan da daha doğal bir şey yoktur. Ülke emperyalizmden, sömürü ilişkilerinden, bağımlılıktan kurtulacaksa bu mücadelelerin başarıya ulaşması ile kurtulacaktır. Peki bu mücadeleyi yürütenlerin her birinin emperyalist olduğu tartışmasız olan Rusya’ya, Çin’e dayanma, onlarla iş birliği düzeyinde ilişki geliştirmelerine ihtiyaç var mı? Kuşkusuz yok ve bunu yapmak bir bağımlılık ilişkisinin yerine diğerini koymak anlamına gelir.
Bu yaklaşıma itiraz edenler “Bugün ülkeyi Rusya ve Çin mi tehdit ediyor?’ sorusunu ortaya atmaktadırlar. Bu itiraz kökten yanlıştır. Bir kez bağımlılık ilişkilerine girildiğinde, bu ilişkilerin ekonomik, siyasi, askeri, diplomatik sonuçları olacaktır ve bu ilişkiler yeterince güçlendiğinde büyükler ve küçükler arasında ilişkiler nasıl tek yönlü bağımlılık ilişkilerine dönüşüyorsa burada da aynısı olacaktır. Bunun gerçekleşmesinin barışçıl bir biçimde mi olacağının, yoksa bir altüst döneminin ardından mı gerçekleşeceğinin önemi yoktur.
Herhangi bir kampa üye olmamanın, onun yanında yer almamanın “Ülkeyi ortada bırakmak” anlamına geldiği de savunulmaktadır. Bu ülkenin bir bağımsızlık tarihi var ve ekonomik sistemden bağımsız olarak, kendi ayakları üzerine durabileceğini kanıtlamıştır. Elbette hiçbir ülke diğer ülkelerle ilişki kurmadan yaşamıyor. Ama bu ilişkilerin karşılıklı dostluk ilişkisine dayanan bir ilişki olması olmazsa olmaz bir koşul ve bunun başarılabileceğinin örnekleri de mevcut. Bundan ötesi, yani bir emperyalistin ‘Koltuğunun altına girelim’ yaklaşımı efendisini arayan bir uşağın tavrıdır ve bu tutumla ne ülke bağımsız, ne de halk özgür olabilir.
Bugünün dünyasındaki mücadelelerin merkezine uluslararası işçi sınıfının, ezilen halkların, bağımlı ülkelerin emperyalizm ve sömürüden kurtuluş mücadelesini değil de, karşılıklı olarak mevzilenmiş emperyalist güçlerin birbirlerine karşı kendi çıkarlarını gerçekleştirmek için “güvenlik” adına ülkeleri işgal etmek dahil, her türlü müdahalede bulunma hakkı açısından bakmak ciddi bir yanılgıdır. Ülkeler ve halklar emperyalist güçlerin kendi çıkarları için bir piyon gibi feda edebilecekleri taşlar da değildir. Uluslararası işçi sınıfı ve dünya halkları bunu er geç kanıtlayacaklardır.
- Bir yoldaşa mektup-1 31 Ocak 2025 05:00
- Gelişmelerin kısa özeti 17 Ocak 2025 05:12
- 13 Ocak güçlendirilmeli 10 Ocak 2025 04:24
- Değişimin zorunluluğu 03 Ocak 2025 07:15
- 'Zaferden' işçiye düşen 27 Aralık 2024 05:25
- Seyredecek misiniz? 20 Aralık 2024 05:42
- Ücret asgari, yaşam sefalet 13 Aralık 2024 05:40
- Genel grev ve direnişi gerçeğe dönüştürmek için 06 Aralık 2024 06:15
- Birleşik ve genel mücadele için 29 Kasım 2024 06:55
- Siz ne diyorsunuz? 22 Kasım 2024 05:31
- Gelişmelerin anlamı üzerine 15 Kasım 2024 05:25
- Direnerek kazanmak 08 Kasım 2024 11:13