20 Mart 2022 00:18

Orada olacak mısınız?

Gezi direnişinde çok sayıda insan

Fotoğraf: Özcan Yaman/Evrensel

PAZAR
Paylaş

Bu sıralar herkese ve her şeye ve hatta kendime de sinirleniyorum, her şey sakil kalıyor zira hayatın akışına bakınca.

20 yıl sistematik travmaya maruz bırakıldık. Hangisine yanacağımızı şaşırınca üç günde üstesinden gelir gibi davranmaya başladık. Hepsi birikiyordu oysa içimizde. Yoksa öyle çoğumuz havaalanında kavuşan yaşlı çift, kediyi öpen bebek, keçinin emzirdiği yavru köpek vs videolarında gözleri yaşaracak insanlar değildik. Bir yandan her şeye karşı fazlasıyla hassas bir yanda düşene tekme sallamak için sıraya girmiş insanlara dönüştük.-dönüştürüldük.

İçimize sürekli şüphe tohumları saçıldı.

Güvendiğimiz dağlarımıza parasıyla kar yağdırdılar. Bizim dediğimiz şiir, marş, beste, güfte ne varsa onlara bile kondular. Sanatı önünde ceket iliklerim dediklerimiz saraylarda bir elleri ceket düğmelerinde kameralara müstehzi bakışlar attılar. Niyeti bozuk olmasa da kaş yapayım derken göz çıkaranlarımız oldu. İddialı tespitleri daha biz maşallah demeden buharlaşanlar oldu. Üç yanlış bir doğru götürürdü, neredeyse evrensel bir kural. Biz bir yanlışa otuz üç doğruyu silip atacak kadar bilendik, keskinleştik.

Herkes her şeyin en doğrusunu bildiğini iddia ediyor da bunca çok bilenle biz bu hale nasıl gelebildik?

Her şeyin farkındayız, anlıyoruz, anlayan anlamayana anlatmaya çalışıyor:

Dolar 18'e çıkıyor, müdahaleyle 14'e iniyor, başlıyoruz anlatmaya: İktidar ne yapmaya çalışıyor?

Kur korumalı mevduat: Peki bu halka neye mal olacak?

Enerji krizi: İktidarın fiyatları önce rekor yükseltip sonra kısmi indirmesinin sebebi ne?

Zeytinliklerle ilgili yönetmelik değişiyor: Bu değişiklik kim için yapıldı? 

Şimdi yeni seçim yasası geldi. 

Başladık dört koldan konuşmaya: AKP-MHP bu yasayla ne amaçlıyor? 

Her şeyin yanıtı aslında yıllardır aynı: Bu iktidar ne olursa olsun iktidarı kaybetmemek için her şeyi deniyor. 

Çünkü iktidar elden giderse çarkına kapılmış herkesin yargılanmasına sebep olabilecek devasa bir rant düzeni kuruldu, çökmemesini sağlamaya çalışıyor. -zorunda.

Varoluşlarının tüm manasını, hayatlarını kaybedecek gibi gözlerini kararttılar. Şimdi değil, yeni değil, yıllardır.

7 Haziran 2015-1 Kasım 2015… İki seçim arası 862 insan öldü ülkede, dönemin başbakanı dahi bunu hatırlattı. Biz hâlâ mana arıyoruz. Hâlâ üst sınır zorluyoruz.

Peki biz ne amaçlıyoruz?

Siyasi muhalefet de toplumsal muhalefet de hep iktidarın koyduğu çıtada söylem-eylem üretiyor.

Hak kaybetmemek için ya da kaybedilen haklar için eyleme gidiyoruz.

Oysa pazarlıkta biri der 100, teklif gelir 50, ortada kesersin hesabı: 75 olsun da idare etsin bari.

Biz pazarlığı teklif üzerinden açıyoruz. "Ne 50 mi? Hayatta olmaz" ve elimize kuru bir 25 kalıyor her seferinde.

Bir hafta içinde zeytinlikler gitti, seçim kanunu geldi, Çanakkale Köprüsü'nü açtılar geçiş ücreti 200, Çiller'e parti bulundu, Rosa Kadın Derneği üyelerine sabaha karşı baskın gözaltı, daha buna bir de savaşta arabulucu görevi ekle...

Bir boks maçı gibi düşünün: rakibi sersemletmenin yolu ya seri yumruklar indirmektir ya da yumruğu isabet almasın diye karşısında sürekli dans etmek.

Karşımızda sürekli bam bam bam gündem, baskı, şiddet sağlı sollu kroşe, aparkat...

Hepsine yanıt ve açıklama yetiştirmek demek, asla kendi gündemini konuşamamak, iş üretememek, ne amaçladığını anlatamamak ya da ancak karşı tarafın argümanı üzerinden anlatabilmek demek.

İktidarın ne amaçladığını konuşurken attıkları adımı anlamlandırmaya çalışmak bir yandan meşrulaştırmak demek.

Bir yandan da "berbat ama yine de bir plan" demiş oluyoruz. İktidar plan yapabilen, satrançta henüz atını, filini, kalesini hepten yitirmemiş bir oyuncu gibi görünüyor.

Oysa bir vezir, üç beş piyonla oyun döndürüyor. Bunca sene sonra Çiller gündemi neyin nesi mesela?

Bir taraf küme düşerse kapatılacağını bilen futbol kulübü gibi, şampiyonluk kemerini kaybederse ülkedeki oturum iznini kaybedecek boksör gibi saldırıyor: Vur, kır, parçala, bu maçı al.

Bir tarafsa sanki dostluk maçına çıkıyor; "Dünya alem fairplay görsün arkadaşlar, sakin sakin" 

Seçim yasası gündeme düştüğünde şunu duymak istiyor insan herkesten birden: 2 yıldır bekliyorduk, gele gele bu geldi. Merak etmeyin; taktik değiştirmeye hazırız, bu maçı alacağız.

Seçimde barajı, seçime girme şartlarını, ittifak modellerini çözecek olan siyasi muhalefet. YSK tarafında geçirecekleri değişikliklerin seçime etkisi ise bize bağlı: tribünler inlemezse ne ıslak tutanakların hükmünü bırakırlar ne itiraz dilekçelerinin. Yargı malum, senelerdir hukuktan bağımsız, kafalarına göre.

Seçim günü değil, şimdiden başlamalı sandıkları tutmaya. 

Biraz da biz ne amaçlıyoruz onu konuşalım.

Sistem içi çözümleri değil, yabancı sermayenin hangisinin seçilmesi gerektiğini değil, turizm gelirini tesisler üzerine kurmayı değil, tam bağımsız bir ülke olmaya giden yollar üzerinden konuşalım. Birçok alanda reform değil devrim niteliğinde adımlar kurtarır bizi ancak.

Bu seçimin asıl amacı "ülkenin kurtuluşu ve yeniden doğuşu". Seçimle kurtuluş, iki sene sonra da orta vadeli yeniden doğuş planları gerek bize.

Heyecanlanıyorum aslında neler yapılabileceğini düşününce. Gitmek isteyen gitsinciler gidince dünyaya saçılmış değerli beyinlere "gelin birlikte kuralım" demek, yeni Hasan Ali Yücel'ler, Cahit Arf’lar, Refik Saydam’lar...

Örneğin sağlık ve eğitimde AR&GE bütçeleri, sadece tedavide değil tanı ve önleyici tıp alanında çalışmalarla iyileşmek isteyenlerin geldiği, ilaç-aşı-tıbbi görüntüleme aletleri ihraç edebilen bir ülke olabilmek, üniversite teknokentlerinde üretilecek yazılımların lisanslarıyla gelir elde etmek, tarım teşviki sadece mevcut çiftçiye destekle sınırlı tutmayıp büyük tarım alanlarında kurulacak devletin ekoloji kamplarında dünya gençliğini ağırlayıp tarımı öğretmek, sadece sebze, tahıl değil tohum da ihraç edebilmek, ziraat fakültelerinin itibarını yükseltmek, kentlerden köylere kontrollü ve amaca yönelik bir göç başlatabilmek. Şehir müzeleri, deneyim alanları, tasarım merkezleri açarak turizmin hedef kitlesini tatil turizminden kültür turizmine çekebilmek. Ülkedeki güvenlik sorununu aşarak uluslararası etkinlik ve fuarların adresi olabilmek.

Sürdürülebilir enerji planlarıyla dışa bağımlılığı azaltmak.

Artık şu “Halk anlamaz, bilmez, halk şuna oy vermez, bunu dinlemez, halkımız böyledir.” ezberini yıkmak lazım.

Çiftçiye dış borcu değil tarım hamlesini, öğrenciye 20 yıl öncesini değil gelecekteki özerk üniversiteyi, işçiye-emekçiye yüzdelik zam vaadini değil iyi bir yaşam hakkını anlatınca neden anlaşılmasın? İstanbul Sözleşmesi’ni tüm ülkeye anlatmayı başarmıştı kadınlar. Bir senede bilinirliğini de haklılığını da istatistiki olarak üçe katlamışlardı mesela.

Her gün kroşe savuşturmak yerine yeni bir hamle konuşsaydık şimdiye çoktan boşa düşmüştü yeni seçim yasası belki de.

“O ilk sarı öküzü vermeyecektik” sözünü yirmi senede yirmi binden fazla söylemişimdir kendi kendime.

Bu hafta mesela Rosa Kadın Derneği üyelerine ev baskını ile gözaltı yapıldı. İktidar yirmi yıldır bitirmek istediği kesime saldırıyı ilk Kürtler üzerinden yapıyor. Dünya başlarına yıkılmayınca da çemberi genişletiyor. Kadın hareketine saldırı başladı; Diyarbakır’dan.  Tecrübe gösteriyor ki yayılacak dalga dalga sahil şeritlerine kadar.

Her şeye ayrı ayrı biner kişi ses çıkarınca kendimizi koca tribünde tezahüratını duyurmaya çalışan üçer beşer kişilik gruplara benzetiyorum. Faul var ama duyuramıyoruz işte.

Oysa biz stadlar inletmiş insanlardık. 9 yıl önceydi. Düşersek bir kaldıranın olacağını, gözümüz yanarsa birinin talcidle koşacağını bilerek sokaklardaydık. Sahip olmanın zevkinin paylaşmanın erdemiyle kıyaslanamayacağını anlıyorduk bir kez daha. Yanımızdakilere güvenmeyi yaşıyorduk, geçmiş oyunu sorgulamadan. O günler, bu iktidarın kendinden bahsedemediği, sadece bizim gündemimizi konuşmak zorunda kaldığı son dönemlerdi.

Gezi’nin davası 2019’da açıldı. Beraber gaz soluduğumuz bazı insanlar gerçek olmadığını Gezi’deki herkesin bildiği suçlarla yargılanıyor. Bir değil üçüncüye. Az buz değil 10-15 yılla ve müebbetle.

21 Mart sabahı, yani yarın Çağlayan’da karar çıkma ihtimali olan duruşma var.

İnsan, herkes yangının farkında olsun diliyor. 2013’te insanları sokağa döken her başlıkta misliyle saldırıya uğramışken, herkes adına bedel ödetilmek istenenlerin yanında binlerce insan dursun istiyor.

Zeytini çevreci, hekimi odası, öğrenciyi hocası, işçiyi sendikası, kadınlar da kendisini korusun demekle olmuyor. Hepimizin mücadelesi ortaktı.

Çağlayan’da olmak, bir kişi bile eksilmeyeceğiz demek, yargılamaya çalıştığınız aslında koca bir halktır demek, özgürlüğe, eşitliğe ve barışa en çok yaklaştığımız o günlerin anısına toz kondurmayacağız demek, sadece bir tweet atmakla olmuyor, oraya gitmek gerçekten “İyi ki doğdun Ali İsmail” demek, unutturmak için her yolu deneseniz de Berkin’i, Ahmet’i, Ethem’i, Mehmet’i, Abdocan’ı unutmadık demek. Çağlayan’da olmak hepimizin kesişim kümesinin tam ortasında durmak demek.

Hepimizi yargılıyorlar, sanık olarak isminiz yazmasa da fark etmez. Farkında mısınız sizin adınıza 2019’dan bu yana orada adı yazanlar dimdik, gururla, bir adım geri atmadan Gezi’yi savunuyorlar; hepimizin Gezi’sini.

Mücella Yapıcı’nın, Can Atalay’ın, Tayfun Kahraman’ın mahkemedeki sözlerini okudunuz değil mi? Gezi’yi kirletemeyeceksiniz demelerini, heyetin gözlerine bakarak?

Oturduğunuz yerden gururlanmak artık ağır gelmiyor mu?

Çiğdem Mater pasaportunu bırakıp geri gelmiş ülkeye, kendi cesaretinizi bir kez daha yoklattı mı bu size?

Osman Kavala neredeyse 5 yıldır tutuklu, geriye dönüp baktınız mı geçen 5 yılınıza? Ya hiçbirini yaşayamasaydınız? İçiniz rahat mı?

Bu yazıyı dost acı söyler bağlamında yazıyorum. Hepimiz şapkamızı önümüze koyalım.

Yorulur, peşini bırakırsak biteriz, çok alanda savunma sathı kurmak gerekiyor, gücümüzü bölersek yetişemeyiz.

Seçim yasası ne olursa olsun, biz bu araftan geçeriz diyebilmek için önce yeniden bir arada olmayı başarmamız lazım.

Bugün Newroz’u kutlayacağız Yenikapı’da.

Kardelenler gibiyiz, karlar altından bahara filizleniyoruz.

Gönlümden geçen tüm siyasi parti liderleri, platform temsilcileri, teker teker konuşma yapmak yerine, sahneye hep birlikte, ellerini birbirlerininkiyle kenetli çıksa sahneye. Söze bile gerek yok, el ele verirsek baharı göreceğiz, alanlarda karşılayacağız.

Newroz’un gerçek tarihi 21’i, gece ile gündüzün eşit olduğu günde, ilkbahar ekinoksunda, Gezi Davası’nda da görüşmek üzere.

Hem Boğaziçi öğrencileri Berke ile Pelit’in de davası görülecek aynı günde.

Hiçbir dava birbirinden bağımsız değil, hepsinde bir Gezi kokusu ve iktidarın Gezi korkusu var. Kesişim kümelerimizde buluşalım.

Orada olacak mısınız?

Newroz Pîroz Be!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa