Liberal dünyanın simgesi Madeline Albright’ın ardından
Madeline Albright | Fotoğraf: Wikimedia Commons
Dünya düzeni, mimarlarından Madeline Albright’ı kaybetti. Albright hem geçmişi hem yaptıklarıyla liberalizmin bir simgesiydi.
Sık sık anlatılan hikaye şu: Ailesi önce Nazilerden, sonradan Çekoslovak komünizminden kaçarak Amerika Birleşik Devletleri’ne yerleşmişti. Büyük zorluklar atlatarak, dış siyaset bürokrasisinin ve siyasetin en tepesine tırmandı.
Albright’ın kimliği ve çektiklerinden sonra geldiği nokta, liberalizmin insanlığa vaadinin bir özeti gibiydi. Bir göçmen olmakla kalmayıp bir kadın olan Albright’ın dışişleri bakanı olması, Amerikan devletinin en üst noktalarının herkese açık olduğunu gösteriyordu. Aynen (sonraki yıllarda) Obama’nın devlet başkanı olması gibi.
Elbette bu vaat ve başarı, kapitalizmin elindeki en büyük ideolojik silahlardan. Albright’ın kadın bir göçmen oluşu, Doğu Avrupa’da 1970’lerden sonra şiddetlenerek artan erkek egemenliğine ve özellikle de yoksul kadınların elli yıldır ödedikleri ağır bedellere liberal bir açıdan bakmamızı mümkün kılıyor. Yapısal eşitsizliklere kişisel açıklamalar getirmeyi kolaylaştırıyor. Albright, geldiği yerle, “Benim gibi olmak sizin elinizde, olamadıysanız da sizin suçunuz” demiş oluyor. Obama’nın başkan olmasının da siyahlara verdiği mesaj bu. Bu tarz başarılar, (Örgütlü olmayan) ezilenlerin dünya sistemine duyduğu güveni ve kendi durumlarından duydukları mahcubiyeti perçinliyor. Ya da yakın zamana kadar perçinliyordu.
Albright’ın rolü elbette bir simge olmakla sınırlı değil. O liberal emperyalizmin en adanmış mimarlarındandı aynı zamanda. 1991’de Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile birlikte, NATO görünürde misyonunu kaybetmiş, yolunu arıyordu. Bu yıllarda Albright, ABD’nin dünyadaki askeri rolünü sınırlamaya çalışan siyasetçilerle kıran kırana bir mücadeleye girdi.
Sınırlı güç savunanlara karşı kurduğu “Eğer kullanmayacaksak, bu müthiş ordu niye var?” cümlesi, felsefesini özetliyor. Bu ifadesiyle Albright, klasik devlet kuramının kaos ve askeriye arasında kurduğu nedenselliği -mealen, “devletin demir yumruğu olmasa, insanlar birbirini yerdi”- adeta tersine çevirdi. Eleştirel sosyal bilimin anlattığı nedenselliği doğrulamış oldu: Güçlü devlet, askeriyesinin kontrol altına alacağı kaosu arar, bulur. Bulamazsa, yaratır.
Albright’ın cümlesini, Bosnalı masumların müdafaası, dolayısıyla liberalizmin barış taraftarlığı olarak okuyan çok oldu. Ancak sonraki edimleri, cümlenin gerçek anlamını teyit eder nitelikte. 1990’lar boyunca Irak’ı adım adım savaşa itti. Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren bir süreci inşa etmekle de kalmadı. Bir televizyon programında, “500 bin çocuğun ölümüne değer miydi?” sorusuna, “Evet, değerdi” cevabı verdi açıktan.
Soğuk Savaş bittikten sonra bile, NATO’nun Rusya sınırına dayanmasının önderliğini yapan siyasetçilerden oldu. Yani bugünkü savaşın da mimarlarından sayılır.
Ne var ki, Albright’ın temsil ettiği ve kurduğu dünya düzeni yavaş yavaş çözülüyor artık. Nasıl Obama başkanlığının sisteme hediye ettiği yaldızlar siyah ayaklanmalarıyla döküldüyse, Batı yörüngesine girmenin Doğu Avrupa halklarına getirdiği yoksulluk, hor görülme ve eşitsizlikler, bu havzada liberalizmi oldukça yıprattı. Evet, Doğu Avrupalı bir kadın, ABD’nin en üst mevkilerine gelebilir. Bu görüldü. Ama geçtiğimiz on yılda ABD uydusu haline gelen Doğu Avrupa ülkelerinde ırkçılık tavan yaptı. Ülkeleri teker teker ele geçiren aşırı sağcı partiler, kadın özgürlüklerine karşı savaş açtı. Bu partilerden bazıları, liberal öncüllerinin özelleştirme siyasetini de tersine çeviriyor. Hal böyle olunca, liberalizm aynı ideolojik gereçlere başvurabiliyor hâlâ. İdeologlar, “Bu ülkeler zor durumdaysa, Batı ideallerini tam olarak hayata geçirememelerinden” demeye getiriyorlar. Fakat bu tarz açıklamaların, 1990’lardaki kadar alıcısı yok artık.
Bu bölgenin dışında da liberal emperyalizmin durumu parlak değil. Afganistan’da kadınları kurtaracağı söylenen liberal emperyalizm, ülkeyi (kendi yarattığı) Taliban’a teslim ederek geri çekildi. Son otuz yılda milyonlarca insanı ya silahla ya yaptırımlarla ortadan kaldıran bu aygıt, şimdi Ukrayna’yı (Yine kısmen kendi ürünü olan) Putin emperyalizmine karşı savunma misyonu sayesinde, meşruiyetini tekrar kazanmaya çalışıyor.
Doğru, Putin NATO’ya bir can yeleği attı. NATO’nun 2021’de korkunç bir darbe yiyen meşruiyeti, Ukrayna işgali sayesinde toparlanıyor. Ancak (Birçok yazımda anlattığım sebeplerden dolayı), bir tek savaş ne liberalizmi ne de onun arkasındaki Amerikan emperyalizmini kurtarabilir.
Dünya artık misyonunu giderek kaybeden, çürüyen bir liberalizmle, ona alternatifmiş gibi görünmeye çalışan ama aslında liberalizme göbekten bağlı devlet kapitalizmleri arasında kazananı olmayan savaşlara sahne olacak.
Albright’ın ölümü, bir dönemin de sonu.
- Amerikan seçimlerini aşırı sağ kazandı 03 Kasım 2024 04:35
- Filistin, iklim değişikliği ve seçim olmayan seçim 26 Ekim 2024 04:45
- Amerikan aşırı sağı ne kadar örgütlü, ne kadar tehlikeli? 12 Ekim 2024 04:16
- "Kamyoncular", işçi sınıfı ve Amerikan seçimleri 28 Eylül 2024 05:10
- Türk-İslam tahakkümünün ve Netanyahu terörünün ortak kökenleri 14 Eylül 2024 04:51
- Dünyanın sonu mu geliyor? 31 Ağustos 2024 04:10
- Kamala Harris neyi değiştirecek? 17 Ağustos 2024 05:06
- Doğu Avrupa’da aşırı sağın durumu 03 Ağustos 2024 05:34
- Amerika, daha da sağa 20 Temmuz 2024 04:51
- Irkçılık, sembollerin dili ve masumiyet 06 Temmuz 2024 04:34
- Hindu sağı: Bir adım geri 22 Haziran 2024 04:20
- Amerikan öğrenci hareketi dönüm noktasında 08 Haziran 2024 04:59