26 Mart 2022 00:18

Zor yürüyüş

Devlet Bahçeli ve Tayyip Erdoğan

Fotoğraf: DHA (Arşiv)

Paylaş

Türkiye seçime yönelmiş durumdadır. Bu seçim olağan ve rutin bir seçim değil, ülkenin ve halkın geleceği konusunda ciddi dönüşüm yapacağı bir seçim olacaktır, olmalıdır! Ev sahibinin saate bakma zamanı gelmişse, misafir için de kalkma zamanı gelmiştir. Bunu anlayamayan misafir yüzsüz işgalci konumuna düşer.

Yirmi yılda hemen her seçimi şöyle ya da böyle(!) kazanmış olan AKP, ne hikmetse bu kez seçim yasası ile oynamaya başladı. Demek ki, bu seçim halkımız için olduğu kadar iktidar erki için de yaşamsal önemi haizdir. Her iki taraf için de yaşamsal önemi haiz bir seçim neden bu denli telaşa meydan versin ki! Telaş var, çünkü tarafların yaşamsal önem algılamaları farklı; şöyle ki, iktidar erki sadece ve sadece kendi geleceğini düşünmekte, toplum ise geleceğinin daha fazla karartılmamasını hedeflemektedir. Aksi durum söz konusu olsa, yani toplumla iktidar erkinin gelecek hedefleri aynı olsa idi, iktidar mensupları paniğe kapılmadan dürüstçe seçime gitmeyi yeğlerdi, hatta erken seçimden dahi çekinmezdi. Ne var ki, durum böyle değil; öyle gözüküyor ki, üzerine yapışmış siyasi kabustan kurtulmaya çalışan milletin karşısında, elindeki tüm son kozlarla milletin üzerindeki kabusu daha da koyulaştırmaya çalışan bir siyasi kadro bulunmaktadır.

Bu kozlardan biri de 2023 genel af balonu olabilir. 2023 yılı Cumhuriyet’in yüzüncü kuruluş yılıdır. Milletlerin ellinci ya da özellikle de yüzüncü yıl dönümlerinde önemli aflar gündeme gelebilir. Yüzüncü yıla giderken yargıyı ezici şekilde kullanıp, seçimden kısa bir süre önce genel afla avanta toplamak siyasi zeka değil, ancak yargıyı yıpratma pahasına uygulanan sokak kurnazlığıdır.

Türkiye salt AKP ile bu bataklığa saplanmadı. Bataklığa giriş yollarını Menderes, Demirel ve Özal gibi tüm sağ iktidarlar döşedi. Cumhuriyetin kuruluşu özde kapitalist dokuda gerçekleşti ise de, 1923-29 dönemi kapitalist baskılardan alınan derslerle devletçilik rayına girilmesi ülkenin kurtuluşu olabilecekken, önce sıcak sonra soğuk savaşlar bu yolu kesti. Kapitalist dünyanın gelişmekte olan ekonomilerini komünizm dışında tutabilmek için Dünya Bankası fonları ile ABD’nin ünlü iktisatçılarına kalkınma konusunda makaleler ve kitaplar yazdırılarak beynimiz çelindi. Öyle ki, sömürüden hiç söz etmeyen bu ünlü iktisatçıların(!) eserleri 1950 ile 55 yılları arasında yoğunlaştı. Ondan sonra da bizler kalkınma ekonomisi diye bir garip yola girdik ve ne yaptığımızı anlayamadan gerilerde kaldık.

Soğuk Savaş bittikten sonra her nedense işsizlik de kalkınma sorunları da ikinci plana atıldı. O kadar ki, yurt dışına okumaya giden gençlerimiz artık kalkınma ekonomisi diye bir konu ile karşılaşmamakta, finans ve krizi meseleleri etrafında dolaşmaktadır. Bir zamanların bağımlılık teoremi olarak geçen görüşler de artık moda olmaktan çıkmış bulunmaktadır.

Bunları şunun için yazıyorum; Türkiye ekonomisi Batı’nın kitaplarındaki öğretiler doğrultusunda kurgulandı ve yola koyuldu. Bu yürüyüş Türkiye’nin değil, Batı’nın hayrına olmuştur. Yetmez ama evet aymazlarının mantığı da aynı idi; Türkiye’nin AKP aldatmacası ile Avrupa Birliği’ne girmesi!

Avrupa Birliği fena mıdır? Konumuz bu değil, fakat şurası önemli ki, Avrupa Birliği gelişmiş ekonomilerden, gelişmişlik aşamalarında oluşmuş bir ekonomik birliktir. Oysa gelişmiş birliklere gelişmekte olan bir ekonominin girişi ülkeye değil, Birliğe yarar sağlar. Farklı bölgelerin bir bütünsellikte kalkınabilmesi tezi geçerli olsa idi, Türkiye’de ya da İtalya’da gelişmiş ve gelişmekte olan bölgeler oluşmazdı.

Yaşamsal önemi haiz 2023 seçimlerine gidilirken, Türkiye’nin salt Millet İttifakının çizdiği şekilsel reformlara değil, ulus ekonomisinin ruhunu oluşturacak bir ekonomik programa gereksinimi vardır. Kastedilen program, sermaye çevrelerinin dilinden düşürmediği reform programı değildir. Kastedilen ekonomik programın özünü üretim ilişkileri oluşturur. Şimdiye dek gelişmiş ekonomilerden, özellikle de ABD’den yayılan kitaplar ve içindeki bilgilerle(!) oluşan beynimizi biraz da gelişmekte olan, geçmişin sömürge toplumlarında yükselen yayınlardan yararlanmalıyız. Geçmişte sömürge olup, yükselen ekonomilerden çıkan ekonomistler emperyalistlerin tüm politikalarını ve bu politikaların sonuçlarını gözler önüne sermektedir. Belki de Batı’nın tüm insanlığa yaptığı en önemli katkı bu tür elemanların kitaplarını da basıp yaygın dağılımının sağlanmasıdır. Sonuçta bu da bir tür ekonomik kazanç yoludur, fakat aynı zamanda da bizler gibi gelişmekte olan ekonomilere kafa tazeleme ve uyanma vesilesi olabilmektedir.

Türkiye’nin ileriye bakışı bildik sistemlerle yeni bir uykuya geçmek değil, üzerindeki örtüyü parçalayıp, halkçı ve kamusal atılımla yeni bir yola girmek olmalıdır.

Bu kararı, ülkeye yaşatılanların ileride daha da beter yaşatılacakların habercisi olduğu idraki ile halkımızın basiretli davranışı verecektir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa