Mart ve Mayıs'ıyla 1972

Fotoğraf: Damla Kırmızıtaş/Evrensel

Mücadelenin aylara ve günlere sığdırılamaz oluşu, bazı ayların ve günlerin özel bir önem ve anlama sahip olagelmesinin engeli olmamıştır. 30 Mart 1972, beyin ve yürek güçlerini birleştirmiş on yiğit devrimcinin, burjuva diktatörlüğünün militarist güçlerince Niksar Kızıldere’de katledildiği gündür. Üzerinden tamı tamına 50 yıl geçmiştir. Bu 50 yıl boyunca dünyada ve ülkede ekonomik-sosyal ve siyasal alanda çok çeşitli ve kapsamlı değişimler oldu. Bu değişim(ler), işçi ve emekçilerle sermaye ve diktatörlüğü arasındaki, burjuvazinin ve onun düzen kuvvetlerinin kendi içlerindeki ve devrimci saflardaki ilişkilerin değişiminin de etkeni oldu(lar.).

Siyasal mücadele ve tekil eylemleri, toplumsal-tarihsel neden ve etkenlerden soyutlanarak doğru şekilde değerlendirilemezler. ‘71 devrimciliği’ ve 30 Mart 1972’de Kızıldere’de kurşunlanarak ve 6 Mayıs 72 seherinde darağaçlarında katledilen THKO ve THKP-C’nin kurucu ve en öndeki militanlarını “silahlı eylemciliğe” götüren ülke ve dünya koşulları, onları birbirleriyle ölümüne kardeşleştiren mücadele anlayış ve kararlılığının da belirleyici etkeniydi. Asya, Afrika ve Latin Amerika’da burjuva diktatörlüklerine ve emperyalist sömürgeciliğe karşı başkaldırıların birbirini izlediği zamanlardı. Sosyalizmin tasfiyesine yolu açan revizyonizm uluslararası alanda işçi ve komünist partilerin saflarında kimi kargaşaya neden olmakla birlikte, SSCB, dünya ölçekli olarak henüz “sosyalist prestij” ini yitirmemişti. Küba devrimi esin kaynakları arasındaydı ve Çin halk devriminin önderi Mao, büyük devrimci önderlerden biri olarak görülüyordu. Gerilla mücadelesi, halk devrimlerinde özel bir rol oynamıştı ve koşulları ve güçleri üzerine ayrıntılı düşünülmese de başka ülkelerde de pratiğe geçirilebilir görülüyordu.

’68 hareketi, Avrupa ve Asya ülkelerindeki farklılıklarına karşın, kapitalizmin ürettiği sorunlara duyulan tepkiyle burjuvazinin dayatmalarına karşı büyük kitlesel itirazın dünya ölçekli ifadesiydi. Anti emperyalist demokratik devrimcilik, ulusal kurtuluşçuluk ve sosyalizm istemi, ideolojik farklılıklarıyla belirgin şekilde ayrışmamış olarak, denebilirse bir arada hareket halindeydi. Türkiye’de, THKO’nun Ocak -Şubat 1970 eylemleriyle başlayıp Kaypakkaya’nın 1973 -18 Mayısı’nda işkencede katledilmesiyle sona eren (harekete karakterini veren biçimiyle) dönemin silahlı devrimci hareketi, ya da sonraki özeleştirel değerlendirmelerde tanımlandığı üzere küçük burjuva ihtilalciliği, bu toplumsal iktisadi ve siyasal koşullarla bağlı veya o koşulların ürünü olarak gündeme geldi.

Devrim ve karşı devrim güçleri arasındaki ilişkiler hemen her ülkede mücadelenin yükseltilmesini dayatıyorken, işçi sınıfı partisi olma ve sosyalizmi savunma iddiası taşıyan partilerin büyük çoğunluğu, SSCB’deki değişimin de etken olarak rol oynadığı parlamenterist reformist politikaları, işçi ve gençlik kesimlerine tek seçenek olarak gösteriyor, buna karşı çıkanları tasfiye dahil baskılayarak yedeklemeye çalışıyorlardı. Bu partilerden biri de, kuruluşunda sendika yöneticileriyle devrim ve sosyalizmi savunma iddiasındaki aydınların yer aldığı TİP idi. Onun reformist parlamenterist çizgisiyle ayrışan aydın ve gençlik kesimlerinin bir bölümü darbeciliğe bel bağlayan “eski komünist” lerin yanında yer alırken, içlerinde THKO ve THKP-C’nin kurucu ilk kuşak militanları “silahlı devrim” anlayışını benimseyerek “kır ve şehir gerillacılığı” na yöneldiler.

Bu bir kopuştu: İşçi ve emekçi kitlelerine ve kitle mücadelesine yabancı değillerdi. Dönemin işçi, gençlik, kent küçük burjuvazisi ve kır emekçilerinin grev ve direnişlerinin içinde yer almışlar, kimisinde de örgütleyicisi olmuşlardı. Ancak bir yol ayrımına gelinmiş ve onlar, kendilerini işçi-emekçi ve gençlik kitlelerinden koparacak, kitle hareketinin dışına düşürecek bir yola girmişlerdi. Üç yıla yakın süren bu dönem, TKPML-TİKKO dahil küçük burjuva ihtilalci üç örgütün öncü kadrolarının büyük kesimini kaybederek yenilgiye uğramasıyla sonuçlandı.

Devrim ancak işçi sınıfı başta olmak üzere örgütlü kitlelerin eseri olabilirdi. Kır-kent gerilla eylemlerine yönelen devrimciler kuşkusuz salt kendi eylemleriyle bir devrimin olmayacağının bilincindeydiler. Mücadeleyi ateşleyecek, kırdan kente ya da kentlerden kıra çoğalan savaşçı güçlerle kitlelerin önünde yürüyeceklerdi. Ancak, kitlelerin bizzat kendilerinin baş vurmadığı, kitlelerden kopuk mücadele biçimleri, bu mücadelede yer alan devrimciler ne denli yiğitçe savaşıyor olurlarsa olsunlar, başarıya götüremezdi. Ülkemiz devrimci pratiği bunu bir kez daha doğrulamış oldu.

Bu devrimci ders, sonraki kuşaklara da miras bırakılmak üzere bizzat Deniz Gezmiş ve iki yoldaşının darağaçlarındaki haykırışlarıyla dile getirildi. Girilen yolda kararlıca yürünmüş, teslimiyet çağrılarına reddiye çıkarılmış, ölümüne bir direnç gösterilmişti. Ama başarı için, Marksizm-Leninizmin yol göstericiliğinde işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlü mücadelesinin şart olduğu; Kürt ve Türklerin bağımsız demokratik bir ülkede birlikte yaşamaları için koşulların oluşturulmasına ihtiyaç olduğu, son sözlerin içeriğiydi. Denizler, Kızıldere’deki katliamın acısını da yüklenmiş olarak, o yiğit devrimcilerin can verdikleri eylemleri de değerlendirerek çıkardıkları sonuçları, mücadeleyi sürdüreceklere emanet ettiler. İki kardeş örgütün en ön sıralarında saf tutan onlar’ın, devrimci adanmışlık ruhuyla çıktıkları yolda gösterdikleri kararlılık, boyun eğmezlik ve fedakârlık kuşaklar boyu sürecek bir mücadele mirasının önemli bir köşe taşıydı. Devrimin sosyal-iktisadi koşulları ve dayanaklarına ilişkin kimi görüş farklılıklarına karşın can bedeli bir eylemin militanlığında birleşenler, Maltepe Askeri Cezaevinden çıkış, her biri yönünden, bireysel seçişleri önceleseler, yapılabilir birçok başkaca şeyi mümkün kılmasına karşın, Deniz’lerin ipten alınması olasılığını öne alarak hayatlarını adadılar.

**

Mücadele, önceki biçimlerinden çıkarılan derslerin de öğreticiliğinde devam ediyor. Beyinleri ve yürekleriyle birlikte olmak kolay değildir. Görüş ayrılıkları günümüz devrimci parti ve örgütleri açısından daha belirgin içerikleriyle söz konusudur. Ancak, bilimsel bilgiyle donanmış aklın aydınlığında sorun çözücü bir inisiyatifle devrimci güç ve eylem birliğine ihtiyaç artmıştır. 30 Mart’ın, 6, 18 ve 31 Mayıs’ın devrimci mücadele tarihimizdeki özgün anlamı, ancak bu başarılırsa daha iyi kavranabilir.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Peşkeşe ‘dur’ de!

Peşkeşe ‘dur’ de!

Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesi için alınan ve genelde mal değerinin yüzde 10 düzeyinde belirlenen geçici teminat bedeli 250 milyon TL oldu. Bu bedel madenin sadece 3.5 günlük kazancına denk geliyor. Satışa karşı direnişi sürdüren madenciler, ‘Yağmayı durduralım’ çağrısı yaptı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
5 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et