3 Nisan 2022

Affınıza mağruren; affa tabi midir mutluluk?

DİĞER YAZILARI

"Nedir bu sıkı, bu kuşkulu tutum memlekette?
Geceler gecesi nöbet tutturmak millete?
Neden toplar dökülüyor tunçtan Tanrının her günü?
Neden bunca savaş gereçleri alıyoruz dışarıdan?
Neden gemi ustaları dur yok dinlen yok
Pazar yok, bayram yok çalışıyorlar harıl harıl?
Ne için olabilir bu telaş, bu kıyamet?
Bu geceyi gündüze katan çalışma?​”
Hamlet, Shakespeare

Ben küçükken pazartesi sendromu diye bir klişe yoktu henüz. Severdim pazarları, belki okuldan nefret etmediğimden belki de ödevlerini cuma akşamından tamamlayan bir çocuk olduğumdan.

Pazar, ev temizliği günü olsa da keyifle gelirdi hanemize.

Burnumda kahvaltı kokusuyla gözlerimi açardım. Annem yumurtalı ya da peynirli ekmek yapardı. İştah heyecanlandırıyor insanı.

Gözüm açık yatak keyfi yaparken, babam o an kendi yazıp bestelediği bir uzun hava ile odama girerdi “Aman da pazar güneşi vurur güzele, yıkasın yüzünü gelsin mutfağa, dedi annesi vay vayyyy hazırmış kahvaltısı oyy oyyyy”

Böyle şeyler işte.

Gırgır’ı fırlatırdı yatağıma.

Her pazar alınırdı Gırgır, ben seviyorum diye. Yaşım 7-8’dir. Kapakta Demirel, Özal, İnönü, Ecevit...

TRT’de Voltran, Nils ve Uçan Kazlar, Western Filmi ve Pazar Konseri’nden oluşan sabah kuşağı.

Kahvaltı masasında koca bir deste gazete.

Öğleden sonra ev temizliği başlar, akşam haberlerine kalmadan termosifon yanar, banyolar yapılır.

Bir tek resim ödevini bırakırdım pazara, televizyon önündeki sehpada yatmadan önce hobi niyetine.

Pazar tamamen keyifti, karikatürdü, konserdi, filmdi, aileydi. Bu aileye pazar okuduğumuz köşe yazarları da dahildi.

Pazarları köşe yazmak benim için güzel bir hayaldi.

Geniş Zaman demiştim köşemin adına, zamansız yazılar yazabilmek umuduyla. Güncelin dayağı soluk bırakmadı.

Acıyla fark ediyorum, çaldırmışız pazarları.

Ne peynir koyabiliyorsun ekmeğin üzerine ne de masada deste yapacak kadar sayıda gazete kalmış ortada. Kalın ekler basılmıyor artık matbaalarda.

TRT desen... Deme.

Her hafta pazar yazılarımı en geç cumartesi sabahı erkenden gazeteye yolluyorum, bu satırları da cumadan yazıyorum. Memur çocuğu olmanın en güzel yanı ömre yayılan bir disiplin, her hafta yazıyı yetiştirmeme hayret ederken öğretilmiş bu sorumluluğa şükrediyorum. Bugün benim doğum günüm. Arkadaşlar arıyor, kanepeye uzanıp telefona, mesajlara yanıt vermek isterdim. Kuaföre gidebilsem ne güzel olurdu, aylar oldu. Ama sabah beri beyaz sayfalarda yazıya başlayıp beğenmeyip baştan başlıyorum, zamanım daralıyor. Yanlış anlaşılmasın, yakınmıyorum. Her vazgeçiş bir tercihtir. Yazma tercihimden memnunum.

Uzun yıllarım geride kaldı, birilerine tavsiye vermekten imtina edemediğim yaşlara geldiğimi esefle fark ediyorum.

Hiç sevmem akıl verilsin, fikir verilmesi de ancak soruldukça güzel. Ama kendimi tutamıyorum. Kimsenin henüz kalplerine dokunamadığı 13 milyon genç var.

Kendi çocuklarımın kalbine dokunabildiğimden bile emin olmamama rağmen, bir ihtimal okurlar diye kendimi ahkam kesmekten alamıyorum.

Çünkü fark ettim ki söylemesi bile artık ayıp sayılır olsa da ben bunca mezbelede kendime yetecek ölçüde mutluyum. Paylaştıkça çoğalır diye öğrettiler, anlatmadan edemiyorum.

Neden ve nasıl olabildiğini düşünürken bulduklarımı yazmaya niyetlendim, bir de bu yaşım böyle kayda geçsin istedim, belki yakında bu mutlulukları da unutturulurum.

Bireylerden beklentiyi o kadar asgaride tutuyorum ki bir güler yüz bile beklentimin üzerine çıkmış oluyor. Beklentinin üzeri mutluluğa yakın bir çizgi.

Hayattan ve insanlıktan beklentiyi ise arşa çıkardım, bu da hayal gücünün ekmeği. Kurduğu hayali beğenince ona giden bir yol çizmeye başlıyor insan, sonra bakıyorsun o yola taşlar döşemeye çalışıyorsun. Bu da bir amaç oluyor. Amaçsız hayat kof. Amaç mutluluğa dahil.

Dinlenmek denen şeyin akıl ve vicdandan bağımsız olmadığını fark ettim. Vicdanın rahat değilse ve aklın meşgulse beden dinlenmiyor. Bu ikisini rahatlatmaya çalışmak daha iyi geliyor artık.

Ölümün en acılıların bile kolayca sıradanlaştığı bir dünyada “Hayat bir gün, o da bugün” diye bakıyorum kararsız kaldığım anlara. Ve mitolojide bile yer aldığı üzere zeytin ekenlerin torunlarının torunlarının torunlarının torunları olarak zeytin ekmek gerek diyorum geleceğe. Zeytin sadece ağaç değil, yaşam, özgürlük, adalet, nefes, umut... Hepsi zeytin nezdinde.

Bana yirmilerimde otuzların, otuzda kırkların daha iyi olacağını söyleyenlere burun kıvırdım. Şimdi daha yeni öğreniyorum tecrübeye kulak vermeyi.

Haklı çıktı zira tüm onluklardan. Yarına sabrımı ve merakımı hep saklı tutuyorum.

Tecrübe yargıda adaleti de sağlıyormuş, fark ediyorum. Tecrübe, sanılanın aksine keskin köşeleri törpülüyor. İnsanları zihnimde yargılarken tek bir davranış, söz, hata üzerinden değil, geniş değerlendiriyorum. Ne kadar kalabalıksak bu hayat o kadar kolaylaşıyor, eksiltmeye değil kazanmaya çalışıyorum.

Bir yandan affetmenin huzuru, diğer yanda affedilemeyecekler de var. Affetmeme kararının verdiği rahatlıkla da kucaklaşıyorum.

Hassas bir terazide af tartıyorum, yargımı peşin dağıtmıyorum.

Ahlakın çöktüğünü kabul ettim. Öğretilmiş ahlakı yargı sistemime sokmuyor, her seferinde yeni bir tuğla koyuyorum etik duvarına, beraber örelim istiyorum.

Cümlelere keşke yerine hadi, üzüntü yerine öfke, merhamet yerine adalet, yas yerine isyan koyuyorum.

Sevgiye aç bir toplumda sevilmek kadar sevilmemenin de değerini artık anlıyorum. Bazen de sevmeyenin nezdinde sevilmediği kadar kıymetli hissediyormuş insan.

Pandemi, ekonomi, yanan orman, basan sel, mahsur bırakan kar, talan edilen memleket derken geçen yaşıma bir bakıyorum, yine iyi bile gülmüşüm fotoğraflarda, yarım ve buruk olsa da.

Gülebilmek, vicdan azapsız, izaha gerek kalmadan, akışında olabilse... Kim bilir ne güzel şey.

Keşke eski pazarları yaşayabilsek dememek için yazdım bu yazıyı. Keşkeler yerine hadi kuralı uyarınca. 

Ne yaşadığımızı iyi biliyoruz da ne yaşamak istediğimiz konusunda ortaklaşabilsek olacak gibi. Tecrübeye yaslanırken yarına olan heyecanı ve merakı kaybetmeden.

Fiyatından bağımsız lezzetine bakarak alınmış tam yağlı beyaz peynir, tabakta ekmek banmalık iyi bir zeytinyağı, mis kokulu domates, komşular tok, kahvaltıya misafir gelecek dostlar bol, gazetede neşeli köşe yazıları, karikatürler, şarkılar, sinema, edebiyat cezadan azade günün kalanını beklemekte. Ertesi sabahtan korkmadan bir pazar.

İnsanca yaşam bu işte, çocuklukta kalan bir anı değil geleceğe dair bir amaç. Bir pazar kahvaltısı bile anlatabiliyor insanca bir yaşamı.

Amaç mutlu ediyor insanı.

Kalabalık, neşeli ve umutlu karşılıyorum yeni bir yaşı.

Mutluyum affınıza mağruren.

Mutluluğun affa tabi olmayacağı bir ülke hayaliyle, daralan vaktimden bir “Geniş Zaman” yazısı...

Bu hafta yazarken dinlenmek istedim, okunması bana hediye olur.

Geniş pazarlar dilerim.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Diplomaya da kayyım!

Diplomaya da kayyım!

Bir süredir operasyonlar, tutuklamalar, kayyım atamalarıyla siyaset alanını zorla daraltan iktidarın, bir ‘hayali’ daha gerçekleşti. CHP’nin cumhurbaşkanı adayı olması beklenen Ekrem İmamoğlu’nun diploması, iktidara yakın gazetecilerin günlerdir anons ettiği gibi, üniversite yönetimi marifetiyle iptal edildi.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
20 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et