Ethem Sancak vakası ve AKP gerçeği!
Ethem Sancak | Fotoğraf: DHA
Erdoğan’a aşık olduğunu söyleyen ve AKP-Erdoğan döneminin en hızlı yükselen sermayedarları arasında yer alan Ethem Sancak’ın geçtiğimiz günlerde yaptığı bir konuşma birçok çevre tarafından ve farklı yönleriyle tartışılıyor. Sancak, Marmara Üniversitesinde Perinçek’in Vatan Partisine yakınlığı ile bilinen Atatürkçü Düşünce Kulübünün düzenlediği ‘Türkiye’nin Geleceği ve NATO’ etkinliğinde şöyle diyordu: “Tayyip Erdoğan Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) eş başkanıydı. Aslında Amerika’nın desteğiyle iktidara geldi.”
Ethem Sancak, her fırsatta “yerli ve milli” olduğunu söyleyen AKP-Erdoğan iktidarıyla ilgili bir itiraf anlamına gelen ve bu nedenle yeni bir tartışma başlatan bu sözlerini daha sonra inkâr etmeye çalıştıysa da konuşmanın ses kaydı ortaya çıkarıldı. Etkinliği haberleştiren Perinçek’in Aydınlık gazetesi de yaşanan tartışmanın ardından haberi sitesinden kaldırdı. Bu konuşmanın basına yansıması sonrasında AKP İstanbul İl Disiplin Kurulu’na kesin ihraç istemiyle sevk edilen Sancak partisine istifa dilekçesi sundu.
Sancak’ın bu sözleri sadece AKP’nin nasıl iktidara geldiğini/getirildiğini anlamak bakımından değil, aynı zamanda hangi ittifaklara dayandığını ve bugünkü pozisyonunu görmek bakımından da önem taşıyor.
Birinci olarak; Sancak’ın bu sözleri açıktır ki, “yerli ve milli” olduğunu söyleyen ve yeri geldiğinde “eyyy” nidaları ile emperyalistlere kafa tutuyor gibi görünmeye çalışan AKP-Erdoğan iktidarının kimler tarafından ve niçin iktidara getirildiği konusunda bir itiraf anlamı taşımaktadır.
Burada Sancak’ın itirafının arka planındaki gerçeklerle ilgili şu hatırlatmaları yapmak gerekiyor: ABD’li Siyaset Bilimci Huntington, 1990’lı yılların sonunda ortaya attığı ‘medeniyetler çatışması’ teziyle dünyanın yeni çatışmalara gebe olduğunu ve bu çatışmaların din, kültür, tarih, gelenek vb. üzerinden sınıflandırdığı medeniyetler arasında gerçekleşeceğini iddia ediyordu. Bu tezin bir devamı olarak ABD’nin gizli servisi CIA’nın Ortadoğu Şefi Graham Fuller, batı ile İslam dünyası arasındaki çatışmanın önüne geçmenin yolunun İslam ülkelerinde “laisizm” ısrarından vazgeçilmesi ve bu ülkelerde neoliberal sistemle uyumlu “ılımlı İslamcı” rejimlerin kurulmasından geçtiğini savunuyordu.
Bu temelde ABD’nin Türkiye’de “Fethullah Gülen gibi liberal ve reformist İslamcı güçleri desteklemesi” gerektiğini söyleyen Fuller, daha AKP kurulmadan şöyle bir “kehanet”te de bulunuyordu: “Türkiye, yakın bir gelecekte iki partili bir temsil sistemine gebe... Kökleri geçmişe dayanan ekonomik kriz, iktidardaki koalisyon partilerinde büyük deprem yaratacak. Fazilet Partisi'nden kopan bir grup ılımlı İslamcı, geniş tabanlı bir siyasi oluşuma gidecek. Bazı etkin siyasetçiler, partilerinden istifa ederek bu yeni oluşuma katılacak. Yeni oluşum kar topu gibi büyüyüp gelişecek. Türkiye'de yakın gelecekte ılımlı İslamcılar iktidara gelecek.” (1)
2001 11 Eylül saldırıları ABD’nin başını çektiği batılı emperyalistlerin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki rejimleri bu yönde dizayn etmeye yönelik müdahaleleri için uygun koşulları sağlamış ve Fuller’in “kehaneti” de gerçekleşmişti: Türkiye’de Kasım 2002’de yapılan seçimleri Gülencilerle ittifak yapan AKP-Erdoğan (Fazilet Partisi’nin “ılımlıları”) kazanmıştı. Böylece Türkiye BOP’un model/merkez ülkesi ve Erdoğan da ‘eş başkan’ı olmuştu!
Demek ki, tam da Sancak’ın söylediği gibi AKP-Erdoğan, ABD’nin başını çektiği batılı emperyalistlerin bölge (Ortadoğu) planları ve bu planlarda Türkiye’ye biçtikleri rolle bağlantılı olarak ortaya çıkıp onların desteğinde iktidara geldi.
Burada atlanmaması gereken bir diğer nokta da AKP-Erdoğan’ın bu dış desteğin yanı sıra zaman zaman kavgalı bir görüntü veriyor olmasına rağmen TÜSİAD içinden de önemli bir destek alarak iktidar olduğu gerçeğidir. AKP’nin kuruluş sürecinde ABD’ye gidip görüşmeler yapan Erdoğan, aynı dönemde TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı üzerinden TÜSİAD patronlarının bir bölümüyle gizli toplantılar gerçekleştiriyordu. Sakıp Sabancı’nın bu dönemde kendisiyle yapılan bir röportajda söyledikleri, Erdoğan’a TÜSİAD içinden verilen desteği açıkça ortaya koyuyor: “Adnan Menderes çıktığı zaman 1949’lu yıllarda, ‘İnönü varken Menderes nasıl gelebilir’ diyorduk. Aynı şey Turgut Özal için de söylendi. Zorlukların içinden yeni liderler çıkar. Bugün de Tayyip Bey çıkmıştır.” (2)
Bugün Erdoğan’ın ihalelerden vergi borçlarının silinmesine kadar Sancak ve 5’li çete gibi (Cengiz, Limak, Kalyon, Kolin, Makyol) kader birliği yaptığı sermaye gruplarını kayırmasının TÜSİAD içinde rahatsızlıklara yol açtığı biliniyor. Ancak bu durum, Erdoğan ve AKP’nin tekelci sermayenin temsilcisi olmadığının göstermez; aksine kader birliği yaptığı tekelci sermaye çevrelerinin çıkarlarını korumak için her şeyi göze alan bir iktidar olduğunu gösterir.
Üçüncü olarak, 2002’den 2022’ye gelinceye kadar AKP-Erdoğan’ın ittifak politikasını ‘ilkeler’ değil; ne pahasına olursa olsun iktidarını sürdürmek ve temsilcisi olduğu sermaye çevrelerinin çıkarlarını korumak politikası belirlemiştir.
Bu politikaya bağlı olarak 2013’e kadar devam eden Gülencilerle ittifak üzerinden Ergenekoncular tasfiye edilerek özellikle ordu ve yargı denetim altına alınmıştı. Siyasi rakipleri tasfiye edilip sermaye içindeki dayanakları güçlendikten sonra bu kez sıra “ne istediler de vermedik” dediği yol arkadaşlarıyla, Gülencilerle iktidar kavgasına gelmişti. Bu noktada 2013-2015 arasında sürdürülen “çözüm süreci” hamlesi gelmiş; Kürt hareketi ülke içinde başkanlık hedefine ve bölgede de Suriye başta yayılmacı emellere yedeklenmeye çalışılmıştı. Bu politika amacına ulaşmayınca masayı deviren Erdoğan, Gülencilerin başını çektiği darbe girişimini fırsata çevirip MHP ve Ergenekoncularla ittifaka yöneldi. Bu ittifak üzerinden baskıcı-otoriter tek adam rejimi kuruldu ve Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve Kafkasya’da yayılmacı emellerle müdahaleler gerçekleştirildi.
Tam bu noktada Ethem Sancak vakasını, bu ittifak içinde özellikle Ukrayna savaşıyla birlikte daha belirginleşen çatlakların bir dışavurumu olarak okumak gerekiyor.
Sancak’ın “Siyasette ilk öğretmenim” dediği Perinçek, Erdoğan’ın Ukrayna savaşı sürecinde Rusya’dan yana açık tutum almayarak tarihi bir fırsatı kaçırdığını savunuyor. Geçen ay Vatan Partili bir heyetle Rusya’ya giden Ethem Sancak burada yaptığı “Bayraktarları satarken böyle kullanılacağını bilmiyorduk. Rusya ile müttefikiz. S-500 yapacağız, uzaya çıkacağız” açıklamasıyla da dikkat çekmişti. Sancak’ın bu açıklamaları, iktidar bloku içinde Avrasyacı (Rusya ve Çin ile iş birliğini savunan) sermaye çevrelerinin sözcülüğüne soyunduğunu gösteriyor. Ancak Sancak her ne kadar “Bayraktarları satarken böyle kullanılacağını bilmiyorduk” dese de Ukrayna savaşı devam ederken Erdoğan iktidarı tarafından Ukrayna’ya yapılan yeni SİHA sevkiyatı bu açıklamayı yalanlıyor.
Erdoğan, Ukrayna ve Rusya için “İkisinden de vazgeçmemiz mümkün değil” dese de Ukrayna savaşını ABD ve batılı emperyalistlerle ilişkileri onarmanın ve Türkiye’nin NATO içindeki pozisyonunu güçlendirmenin bir fırsatına dönüştürmeye çalışıyor. İşte Perinçek ve Sancak gibi iktidar bloku içindeki Avrasyacıların bu açıklamaları, Erdoğan’ın son NATO liderler zirvesinde de ortaya koyduğu gibi zaten önemli bağımlılık ilişkileri bulunan batılı emperyalistlere giderek daha fazla yanaşmasından duyulan rahatsızlığı ve kaygıları yansıtıyor.
Sancak’ın, AKP tarafından disipline sevk edildikten sonra “Benim partizanlık, particilik gibi bir derdim yok. Ben Tayyip Erdoğan'ın neferiyim” demesi ve Aydınlık’ın AKP ve Erdoğan’ı rahatsız eden bu haberi kaldırması, en azından bugün için yaşananların iktidar blokunda bir bölünme ya da kopuşa değil ama çatlakların derinleşmesine işaret ettiğini gösteriyor.
Bu arada Perinçek’i az çok tanıyanlar için ABD ve batılı emperyalistlerin savaş örgütü NATO’ya karşı çıkarken Türkiye’nin Rusya ve Çin emperyalistlerine yedeklenmesini savunmasında şaşırtıcı bir yan bulunmuyor.
Bu yıl ABD emperyalizminin 6. Filo’sundaki askerleri Dolmabahçe’de denize döken; Türkiye’nin ABD ve NATO’nun ileri karakolu haline getirilmesine karşı mücadele eden Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idamının 50. yılı. O dönem “Komünizmle mücadele” adı altında ABD emperyalizmi tarafından desteklenip Denizlerin karşısına çıkarılan İslamcı güçler arasında yer alan Erdoğan ve arkadaşları, bugün iktidardalar. Denizlerin başını çektiği devrimci gençlik ve halk hareketinin önünü kesmeye çalışan Perinçek gibiler ise bu gerici iktidarın arkasındalar.
Bugünkü tartışmalar, Denizlerin darağacında haykırdıkları “Türk ve Kürt halkının bağımsızlık mücadelesi” ve “Bağımsız demokratik Türkiye”yi savunmanın ülkeyi emperyalistler ve işbirlikçi bölge güçleri arasında devam eden gerici savaş ve tehditlerden uzak tutmak bakımından ne kadar önemli ve güncel bir görev olduğunu bütün açıklığı ile ortaya koyuyor.
(1) Akt. Yanardağ, M. (2007) Bir ABD projesi Olarak AKP. 1. Baskı. Siyah Beyaz Yayınları. sf.13
(2) Akt. Çakır, R. (2001) Recep Tayyip Erdoğan-Bir Dönüşüm Öyküsü. 1. Baskı. Metis Yayınları sf. 180-181
- Selefi Ebu Hanzala in, demokrasi ve laiklik out! 26 Kasım 2024 06:45
- ‘İşgalci ülke’ açıklaması ve Erdoğan iktidarının Suriye’de alarm veren politikası 19 Kasım 2024 05:00
- Trump'ın Ortadoğu'su ve Erdoğan'ın Kürt sorunu 12 Kasım 2024 04:45
- Devlet ‘yeni sürece’ kayyım atadı! 05 Kasım 2024 05:04
- Yeni ‘süreç’: Demokratik siyasete kurt kapanı 01 Kasım 2024 05:03
- Putin’e ‘Esad’ ricası ve Kürt sorununun çözümü 29 Ekim 2024 12:34
- Bahçeli’nin açıklamaları, TUSAŞ saldırısı ve Öcalan’ın mesajı 25 Ekim 2024 15:04
- Fethullah Gülen: Emperyalizm ve iş birlikçi gericiliğe adanmış bir yaşam 22 Ekim 2024 04:34
- Irak Kürdistan seçimleri ve bölgesel etkileri 18 Ekim 2024 05:00
- İktidarın "Savaş vergisi" barış ve güvenliği sağlar mı? 14 Ekim 2024 04:51
- 'Cumhur'un eli ve siyasi dizayn 11 Ekim 2024 05:00
- Bölgedeki ateş çemberi ve pergelin sivri ucu 08 Ekim 2024 04:49