08 Nisan 2022 00:40

Enflasyon doludizgin

Almanya’da I. Dünya Savaşı'nın ardından yaşanan hiperenflasyon krizi sırasında bir Alman profesör, 
evinin duvarlarını duvar kağıdı olarak kağıt banknotla kapatıyor. 
(Fotoğraf: Bundesarchiv, Bild 102-00104/Pahl, Georg CC-BY-SA 3.0)

Paylaş

I. Dünya Savaşı’nın ardından Almanya’nın önüne konulan Versay Barış Antlaşması ülkeyi altından kalkılması zor bir borç yüküyle karşı karşıya bırakmıştı. Antlaşma; görüşmelere İngiliz Hazinesini temsilen katılan J.M. Keynes’in de tepkisini çekmiş, antlaşmayı Roma’nın Kartacalıların bir daha ayağa kalkmasını imkansız kılmak amacıyla dayattığı antlaşmaya benzeterek “Kartaca Barışı” olarak nitelendirmişti.

Weimar Cumhuriyeti 132 milyar altın mark tutarındaki savaş tazminatının ilk taksidini 1921 yılında ödeyecekti. Ancak savaş yorgunu hazinenin mevcut altın rezervleriyle bu ödemenin altından kalkılması mümün değildi. Bu nedenle kağıt para basılarak piyasadan altın ve döviz alımına gidildi. Bu durum, kağıt paranın (Papiermark) diğer para birimleri karşısında hızla değer kaybetmesine neden oldu. 1922 yılına gelindiğinde Alman markı büyük ölçüde değersiz hale gelmiş ve kağıt para basarak piyasadan döviz rezervi çekme yolu da kapanmıştı. Almanya’nın mevcut koşullarda tazminat ödemesini gerçekleştirmesi imkansızdı. Ödemenin yapılmaması üzerine 1923 yılında Ruhr bölgesi Fransız ve Belçika orduları tarafından işgal edildi. Amaç kömür rezervlerine el koyarak tazminatı mal cinsinden tahsil etmekti. İşgale karşılık olarak bölge halkı ve maden işçileri pasif direnişe geçti ve greve giderek üretimi durdurdular. Alman hükümeti ise grevdeki işçilerin ücretlerini ödemeyi sürdürerek greve destek veriyordu. Ve bu da elbette daha fazla para basmak anlamına geliyordu. Piyasa kağıt paralarla dolup taşarken fiyatlar da kontrolden çıktı. Ocak ayında 250 mark olan bir somun ekmek kasım ayında 200 milyar marka alınıyordu.

Alman hiperenflasyonunun zirvesinde aylık fiyat artışı yüzde 29 bini aşmıştı. Para öylesine değersizleşmişti ki, kağıt ve mürekkep maliyeti nedeniyle eski paraların üstüne yeni para basmak ya da paranın sadece tek yüzünü basmak gibi yöntemlere başvurulmaya başlanmıştı. Pazar alışverişine çıkıldığında para el arabası ya da küfeler içinde taşınmaktaydı. Hırsızlar dahi paraya tenezzül etmiyor, parayı boşaltıp el arabasını kaptığı gibi kaçıyorlardı. O döneme dair resimlerde para balyalarıyla oynayan çocukları, paralarla duvarını kaplayan ya da sobada yakarak ısınan insanları görebilirsiniz. Ünlü Ressam George Grosz da anılarında o yıllarda vitrine takılıp kalmanın çok maliyetli olduğunu belirtir. Gözlerini vitrinden ayırıp dükkana adımını attığında fiyatların ikiye katlandığını aktarır.

Hiperenflasyon döneminde bazı Alman işçilerin ücretlerini mal cinsinden aldığı görülmektedir. Örneğin bazı ayakkabı fabrikalarında çalışan işçilere ayakkabı cinsinden ödeme yapılmakta ihtiyaçlarını takas yoluyla karşılamaktaydılar. Pratik olmayan ve fazlasıyla zahmetli bir yöntem olduğuna şüphe yok. Ancak en azından işçilerin enflasyon kaygısını kısmen de olsa bertaraf etmelerine olanak tanıyordu. Para cinsinden yapılan ödemeler ise günlük, hatta günde iki kez enflasyona göre revize edilir hale gelmişti. Sabah evden ailecek çıkılıyor. İlk iş patrondan ücret alınıyor ve aile üyeleri dört bir yana dağılarak hızla günlük alışverişi gerçekleştiriyordu. Sonrasında kadın eve, adam işe çocuklar okul yoluna koyuluyordu. Paranın cepte durduğu her an değer kaybetmesi anlamına geldiğinden hızla harcanması için organize hareket edilmesi gerekiyordu.

Alman hiperenflasyon tecrübesi ekonomi kitaplarında enflasyon başlığı altında öğrencilere aktarılan başlıca örneklerdendir. Yarattığı derin eşitsizlik ve faşizmin yükselişine varan toplumsal sonuçları açısından içinde pek çok ders barındırır.

***

Son açıklanan enflasyon rakamları bir kez daha TÜİK verilerinin güvenilirliğine dair tartışmaları bir kez daha alevlendirdi. Vatandaşın satın alma gücünde yaşadığı kayıp ile TÜİK verileri arasındaki uçurum büyümeyi sürdürdükçe bu durum kaçınılmaz. Bakan Nebati şubat ayı başında yaptığı açıklamada enflasyonun nisan ayında zirve yapacağını ancak yüzde 50’yi aşmayacağını ifade etmişti. Mart ayı enflasyonu yüzde 61’i aştı, zirve halen uzak görünüyor. İki ay ötesini dahi görmekte bu denli zorlanan bir ekonomi yönetiminin yaptığı öngörülerle piyasaları yönlendirmesi imkansız.

Asgari ücrete yapılan zam havuz medyası tarafından alkışlanırken iki nedenle eleştirmiştik. İlki, TÜİK’in açıkladığı enflasyon verisinin işçi sınıfının karşılaştığı enflasyonun yakınından dahi geçmemesiydi. İkincisi, yapılacak zammın gerçekleşen enflasyonun yanı sıra beklenen enflasyonu da kısmen yansıtması gerekliliğiydi. Kimi meslektaşlarımız ise yüzde 36’lık 2021 enflasyonuna karşılık asgari ücrete yapılan yüzde 50’lik zam ile bu beklentinin de önemli oranda karşılandığını ifade etmekteydi. Mart ayı itibariyle 2021 başından bu yana yaşanan enflasyon yüzde 67’yi aştı. Bu nedenle TÜİK’in açıkladığı rakamlara göre dahi asgari ücrette yüzde 17’lik bir kayıp ortaya çıktı. Önümüzdeki aylarda ücretlerdeki erimenin sürdüğünü göreceğiz. Oysa yılın henüz ilk çeyreğini bitirdik. Koca bir dokuz ay önümüzde duruyor.

Alman hiperenflasyonu bugün dünya sıralamasında en üstlere oynayan Türkiye için dahi uç bir örnek elbette. Ancak şu bir gerçek, enflasyonun bu denli yüksek seyrettiği bir ülkede ücretler yılda bir belirlenemez. En azından yıl ortasında geri kalan dönemde beklenen kaybı da hesaba katarak revize edilmesi gerekir. “Vatandaşı enflasyona ezdirmeyeceğiz” sözünün gereği budur.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa