Tunus krizi ve kendine demokratlar!
![](https://www.evrensel.net/images/840/upload/dosya/207672.jpg)
Fotoğraf: Tunus Cumhurbaşkanlığı
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said’in meclisi feshetme kararını “Tunus halkının iradesine bir darbedir” diyerek eleştirdi. Erdoğan’ın demokrasiyi Tunus’ta ve Tunus’un AKP’si olarak tanımlanan En Nahda’nın lideri Gannuşi’nin başkanlığını yaptığı meclisin feshedilmesi sonrasında hatırlaması, sadece kendisi ve kader birliği yaptığı güçler için “demokrat” olduğunu bir kez daha gösterdi. Çünkü geçen yıl 25 Temmuz’da Başbakan Meşişi’yi görevden almasından bugün meclisi feshetmesine kadar geçen sürede attığı adımlara bakıldığında Kays Said için söylenebilecek şey, aslında Erdoğan’ın Türkiye’de kurduğuna benzer bir tek adam rejimi kurmak istediğidir.
Tunus, 2010 sonu ve 2011 başlarında ‘Arap Baharı’ olarak adlandırılan halk hareketlerinin başladığı ülkeydi. Bununla birlikte bin Ali diktatörlüğünün devrilmesinin ardından kurucu meclisin oluşturulması ve yeni anayasanın hazırlanması nedeniyle devrimini çaldırmayan ülke olarak anılıyordu. Diktatörlüğün devrilmesinin ardından İhvan’ın (Müslüman Kardeşler) Tunus kolu olan En Nahda ve sürgünden dönen lideri Gannuşi, batılı güçler tarafından ‘kurtarıcı’ olarak sunulmuştu. Yapılan propagandanın bir sonucu olarak rüzgarı arkasına alan En Nahda, kurucu meclis seçimlerinde oyların yüzde 41’ini almış ve ‘Tunus’un AKP’sinin zaferi’ üzerine çokça şey yazılmıştı. Ancak artan yoksulluk ve yolsuzluklar, ülkenin geleceğinin IMF’ye terk edilmesi, siyasi gerilim ve suikastlar ve IŞİD gibi radikal İslamcı terör örgütlerinin yaptığı katliamlar nedeniyle çok geçmeden rüzgar tersine döndü. 2019’da yapılan ve Kays Said’in kazandığı cumhurbaşkanlığı seçimlerinde En Nahda’nın Adayı Abdülfettah Moro oyların sadece yüzde 12.9’unu alabilmişti. Aynı yıl yapılan meclis seçimlerinde En Nahda’nın yüzde 17.5 gibi düşük bir oy oranıyla birinci parti olması, aslında ülkedeki siyasi kaos ve halkın partilere olan güvensizliğini ortaya koyuyordu.
İşte Kays Said, ülkedeki ekonomik durum ve siyasi kaosu geçen yıl En Nahda’nın desteklediği Başbakan Meşişi’yi görevden alma kararıyla başlayan ve bütün yetkileri elinde toplamayı amaçlayan hamleleri için fırsata çevirdi. Said’in krizi fırsata çevirmesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 15 Temmuz darbe girişimini “Allah’ın lütfu” olarak görmesine çok benziyor!
Kays Said’in geçen yılın temmuz ayında başbakanın görevine son verip meclisi de 30 gün askıya alma hamlesini eylül ayındaki bakanlar kurulunu meclise değil, cumhurbaşkanına karşı sorumlu hale getiren kararnamesi izlemişti ki Erdoğan’ın tek adam rejiminde de bakanlar meclise karşı değil, cumhurbaşkanına karşı sorumlular ve onun tarafından atanmış memurlar durumundalar.
Bu arada Said’in yetkilerini arttıran kararnamelerden sonra Necla Buden Ramazan’ı Tunus’un ve Arap dünyasının ilk kadın başbakanı olarak ataması dikkat çekmişti. Ancak her ne kadar bu hamle demokrasi ve kadın hakları konusunda olumlu bir imaj çizmek için atılmış bir adım gibi görünse de Buden’in Dünya Bankası ile birlikte çalışan bir isim olması, bu hamlenin arka planındaki gerçeği ve Said yönetiminin hangi güçler tarafından desteklendiğini açığa çıkarıyordu.
Nihayetinde 30 Mart’ta Tunus meclisi gerçekleştirdiği çevrim içi toplantı ile Said’in olağanüstü kararlarını iptal etti ve Said de bu hamleye meclisi feshederek yanıt verdi.
Tam bu noktada belirtmek gerekir ki kaderi iki gerici güç tarafından çizilmeye çalışılan Tunus halkı için çıkış yolunu Tunus Emekçileri Partisi gösteriyor. Kays Said darbesine karşı çıkan ve siyasal İslamcı En Nahda’nın da ülkenin bu noktaya getirilmesinde belirleyici bir rolü olduğuna işaret eden Tunus Emekçileri Partisi, bütün ilerici-demokratik güçleri halk iktidarı için birleşmeye çağırıyor.
Gelelim Erdoğan ve Tunus yönetimi arasında gerilime neden olan son tartışmaya.
Erdoğan’ın “Tunus’taki gelişmeleri demokrasinin lekelenmesi olarak görüyoruz. Seçilmişlerin bulunduğu meclisin feshi, Tunus halkının iradesine bir darbedir” açıklamasına Tunus Dışişleri Bakanlığı, bu açıklamayı “Tunus’un egemenliğine müdahale “olarak gören ve kınayan bir açıklama ile yanıt verdi.
Burada Said’in bu hamle ile ne yapmak istediği, nasıl bir yönetim kurmak istediği konusunda bir soru işareti bulunmuyor. Aksine asıl ilginç olan, Said’in bugün fiilen oluşturmaya çalıştığı yönetimi 2018’den beri resmen kurmuş olan Erdoğan’ın bu girişimi “demokrasi”, “Halkın iradesine sahip çıkma” gibi gerekçelerle eleştirmesidir.
Ülkeyi cumhurbaşkanı kararnameleri ile yönetip meclisi devre dışı bırakan, Kürt illerindeki HDP’li belediyelerin neredeyse tamamına kayyum atayan, Van’da 5 yıldan fazla bir süredir devam eden yasak gibi valilere toplantı ve gösteri hakkını istedikleri gibi yasaklama yetkisini tanıyan, yargıyı tamamen denetimine alan, milletvekili dokunulmazlığını, parti kapatmayı siyasi çıkarlarının bir aracına dönüştüren, grevleri yasaklamakla övünen Erdoğan’ın tek adam yönetimini uzun uzadıya anlatmaya gerek yok. Demokrasi, özgürlük ve insan hakları konularında araştırmalar Freedom House’un 2020 yılı raporuna göre, Türkiye’nin son on yılda Afrika ülkesi Mali’den sonra özgürlüklerin en çok gerilediği ülke konumunda olması, durumu yeterince açıklıyor.
Bugün kendisini örnek alan Tunus cumhurbaşkanına demokrasi dersi vermeye kalkışan Erdoğan, mesela Cumhurbaşkanı Gannuşi ve Meclis Başkanı Kays Said olsaydı, o zaman yine de Tunus’ta meclisi fesheden Gannuşi’ye demokrasi dersi vermeye kalkışır mıydı?
Elbette hayır. Nereden mi biliyoruz?
Çünkü yüz binlerce insanın katledilmesinden sorumlu olan Sudan diktatörü darbeci el Beşir’e “kardeşim” diyerek her sıkıştığında kucak açan Erdoğan’dan başkası değildi.
Elbette Erdoğan’ın el Beşir’e kucak açması nedensiz değildi. Çünkü 2019’da Sudan halkı tarafından devrilen el Beşir, Sudan’ı şeriat kanunları ile yönetmeye çalışıyor ve dahası Sevakin Adası’nda üs kurma anlaşması gibi Erdoğan’ın yayılmacı emellerine de hizmet ediyordu.
Demek ki, Erdoğan demokrasiyi sadece kendisi ve kader birliği yaptığı güçlerin çıkarları söz konusu olunca hatırlıyor.
Bununla birlikte şu noktayı da gözden kaçırmamak gerekiyor: Erdoğan’ın dün Mısır’da Mursi’yi bugün Tunus’ta Gannuşi’yi sahiplenmesi sadece İhvancılarla ideolojik akrabalığından kaynaklanmıyor. Erdoğan; Suriye ve Irak’tan Katar’a, Mısır ve Tunus’tan Libya’ya İhvancı ve İslamcı güçlerle yakınlık ve iş birliğini Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz’deki yayılmacı emelleri için bir dayanak olarak da kullanmaya çalışıyor.
Sonuç olarak, Tunus’ta ya da Türkiye’de halklar demokrasiyi sadece kendi çıkarlarına hizmet ettiği zaman hatırlayan iş birlikçi gerici yönetimlere ve arkasındaki emperyalistlere karşı mücadeleye yönelip kaderlerini kendi ellerine almadıkça bu kısır döngüden ve gerici kuşatmadan kurtulmaları da mümkün görünmüyor.
Evrensel'i Takip Et