9 Nisan 2022

Nişantaşı'nda akademisyen kıyımı ve vakıf üniversiteleri gerçeği

Fotoğraf: Murat Uysal/Evrensel

Nişantaşı Üniversitesinden 40 öğretim görevlisi geçen hafta işlerinden atıldı. Vakıf Üniversiteleri Dayanışma Meclisinin (VÜDAM) sosyal medyadaki paylaşımlarından anlaşıldığına göre akademisyenlerin bir kısmına Kod 22’den işten çıkarıldıkları söylenmiş. Kod 22’nin açılımı ‘diğer nedenler’ olarak geçiyor. Yani sebebi açıklanmak istenmeyen veya açıklandığında ilgili kurumu kanunen haksız durumuna düşürecek bir ibare bu. Bu koda dayanarak işveren, çalışanı paşa gönlü nasıl isterse öyle işten atabiliyor. Hiçbir tazminat ve ödenek ödemek zorunda olmaması da bonusu.

Nişantaşı’ndaki emekçi kıyımı vakıf üniversiteleri vakasını bir kez daha gözler önüne serdi. Sermayedarlardan, yakınlarından ve eski bürokratlardan oluşan mütevelli heyetleri tarafından yönetilen bu özel üniversiteler, bizde dünyadakinden farklı olarak ‘kar amacı gütmeyen kuruluş’ kategorisindeki vakıf mirasını sömürüyor. Dolayısıyla kâr amacı gütmeden kâr eden kuruluşlar!

Bu nedenle öğrenciler müşteri, fakülte binası fabrika, mütevelli heyeti ve üniversitenin sahibi patron, öğretim görevlileri ise emekleri sermaye sahibinin istediği gibi kullandığı, ücretle satın alınan kısmı dışındaki emeği karşılıksız sömürülen köle.

Nişantaşı akademik kadrosu eşit işe eşit ücret ve çalışma koşullarının düzeltilmesi talebinde bulundular ve karşılığını atılarak aldılar. YÖK’ün özel üniversitelerdeki ücretlerin devlet okullarından daha düşük olamayacağı biçimindeki kararına bile uymak zorunda olduklarını hissetmiyor bu üniversiteler. O yüzden serbest piyasanın en serbesti burada işliyor! Akademisyenden her iş istenebilir, her türlü mobbing uygulanabilir ama o hiçbir şey talep edemez.

Öğrenim dönemi başlarken asistanlarını üniversitenin çağrı merkezinde müşteriye (öğrenci veya velisi) okulun reklamını yapmak ve onu kayıt olmaya ikna etmek için çalıştıran; dekan, rektör ve yardımcılarının sair yönetici kadronun özel işlerine koşturan, eğitimini görmediği konuda ders vermeye zorlayan, günlük ders limitine göre hak kazandığı öğle yemeğini üniversitede yiyemesin diye çalışma saatleriyle oynayan; akademik emeğin özel niteliğini yok sayarak ona vasıfsız işçi muamelesi yapan, asgari ücret dayatan… Bu tür üniversiteler metalaştırılmamış hiçbir zamanın bırakılmadığı bir sürecin taşıyıcısı, aktarıcı kayışı durumunda. Akademik kadro ile üniversite yönetimi arasındaki ilişkinin niteliği öğretim görevlisinin sağladığı ‘katma değer’e bağlı. Yani akademisyen ne kadar kazandırır, kendi becerileriyle üniversitesinin ‘marka değeri’ni artırırsa, ne kadar sosyal sermaye sunarsa ve tabii bir de ayrıca ne kadar az talep ederse o kadar kıymetli bir ‘girdi’; hammadde durumunda.

Böyle bir sistemde üniversite akademisyenin bir insan olduğunu, insanın da haklarıyla tanımlandığını hesap etmek zorunda değil. Burada her şey ekonomik değerine ve kar getirisine göre puanlanıyor. Kural yok, ölçüt yok. Örneğin Nişantaşı akademisyenleri eşit işe eşit ücret talep ettiler ama angarya, mobbing ve karşılığı ödenmemiş emek vb. ‘diğer nedenler’ yüzünden ortada eşit iş de kalmamış aslında.

Bu kuralsızlık bir kanser hücresi gibi siyasetin en üstünden başlayıp bütün idari kurumlara yayılırken metastazın üniversitelere de ulaşması zaten beklenirdi. Kuralın angaryayla iptal olması yetmiyormuş gibi, her birinden ücretlerini diğer arkadaşlarından saklaması istenen emekçiler bu esnek çalışma ve özelleştirme düzeninin suç ortağı yapılmaya çalışılıyor. Başlarında ise işsizlik ve açlık bir Demokles Kılıcı gibi.

İşten atıldıklarında belki uzun süre iş bulamayacaklar. Yine kimi kirli ilişkilerin vitrini gibi duran bir özel ya da vakıf üniversitesinde marka parlatan, asgari ücrete talim yetenekli pazarlamacılar olmaya devam edip kendilerini yalnız hissedecekler.

Bu güvensizlik hissi ve korku önemli. Hem bu yüzden hem de dışarıda her birinin yerine geçebilecek çok sayıda işsiz varken akademisyenden ‘ne iş olsa yaparım ne ders olsa veririm’ demesi bekleniyor. Böylece yasada, içtihatta ve günlük hayatta eşitsizliğin ve kuralsızlığın normalleştirilmesi sürecine katkıda bulunuyor; sermayenin çarkına eklenmiş kalifiye iş gücü.

Nişantaşılılar eylem yaparken rektör yardımcısının genç akademisyenlere bağırıp çağırıp tehdit ederken ki görüntüsünü sayısız insan izledi. Normal zamanlarda fısıltıyla söylenenler yüksek sesle teşhir edilmiş oldu. Fakat vakıf üniversiteleri kamuoyu için kapalı kutu olmaktan çıkmadı.

Özel veya vakıf; işletme tipi üniversitelerde bu kutunun açılması gerekir. Orada olup bitenlerin ortaya yayılacak pis kokuya rağmen cesaretle ortaya dökülmesi üniversite kavramının nasıl işgal edildiğini gösterip yozlaşmanın boyutlarını da mutlaka ortaya çıkaracak.

Evrensel'i Takip Et