9 Nisan 2022

Macaristan'da liberal umutların hazin sonu

Viktor Orban | Fotoğraf: Arpad Kurucz/AA

Geçen pazar günü, liberal Avrupa büyük bir şok yaşadı. Birkaç hafta öncesine kadar başabaş gitmesi beklenen Macaristan seçimleri, Orbán’ın ezici zaferiyle sonuçlandı.

Neydi bu umutların kaynağı? Orbán önderliğindeki Fidesz Hükümeti Putinciydi. Putin Avrupa için en büyük tehdit olduğunu göstermişti. Sovyet hakimiyetinden on yıllarca çekmiş Macaristan, artık otoriterliğe ve Rus yanlılığına dur diyecekti. Radikal sağdan merkez sola kadar bütün muhalefet birleşti bu vaatle.

Fakat bu okuma toptan yanlış. Maalesef bu kof tahlillerin binbir türevi yeniden üretilecek ve bu hezimetin gerçek sebepleri saklanacak.

Sorunlar çok derinde. 1970’li yıllardan beri süren piyasa toplumuna geçiş, 1990’ların sonlarına kadar refah yarattı yaratmasına. Fakat piyasacılığın bedeli, toplumsal çöküştü. Dışlanma, eşitsizlik, yalnızlık, yabancılaşma ve Batı Avrupa tarafından horlanma, ülkeyi esir aldı.

Sürecin siyasi niteliği de bir o kadar belirleyici. Macaristan, Doğu Avrupa’nın geri kalanı gibi, ikiye bölündü: Piyasaya geçişin öncülüğünü yapan eski “komünist” yöneticiler ve onlarla aynı piyasacı mantığı paylaşan muhafazakarlar. Bu kesimlere, gayet yanıltıcı şekilde, “sol” ve “sağ” dendi Doğu Avrupa’da. Oysa bunlar, liberal merkezin iki farklı tonuydu. Muhafazakarları “solcu”lardan asıl ayıran da, tüm eski komünistlerin sistemden temizlenmesini talep etmeleriydi. Fabrikalarda yeşeren konsey komünisti diyebileceğimiz hareketler, bu iki kamp arasında eridi gitti.

Piyasa toplumuna geçişin bedeli su yüzüne çıktıkça, tüm Doğu Avrupa’da sağın bir kısmı, kendini merkezden ayırmaya başladı. Piyasa reformlarının en tutarlı uygulandığı, bu yüzden de yıkımın görece daha büyük olduğu Macaristan’da, bu ayrışma daha hızlı yaşandı. Yeni sağ, Orbán’ın 2010 seçim zaferinden itibaren, devletin tüm kurumlarını peyderpey ele geçirdi.

Macaristan’a dair en az bilinen noktalardan biri, 2000’ler boyunca halkın demokrasi taraftarlığının sürmüş, fakat piyasa reformları taraftarlığının azalmış olmasıydı. Yani, Macarların “kültürleri dolayısıyla” piyasadan ve demokrasiden şüphe duydukları, bundan faydalanan aşırı sağın iktidara geldiği külliyen yalan. Macarlar, kültürleri dolayısıyla değil, toplumsal çöküş dolayısıyla sırtlarını piyasacılığa döndüler.

Piyasaya bu tepkiyi hiçbir demokratik odak örgütlemeyince de, demokrasiye olan inançlarını yitirdiler. Eski komünistlerin, Avrupa Birliği’nin “sol”-neoliberal değerlerini benimsemeleri bu noktada çok belirleyici oldu. Geniş kesimlerin, sol denmemesi gereken “sol”a nefretini körükledi.

2010’dan itibaren Fidesz, basitçe Avrupa karşıtı değil, liberalizm ve demokrasi karşıtı bir çizgi izledi. Amacı ülkeyi Avrupa’dan koparmak değil, kıtayı muhafazakar bir çizgiye çekmekti. Partinin dayandığı milli sermayedarlar ve taşralı kesim, Fidesz’in içe kapanmacı bir rota izlediği yanılgısını yaratıyor. Oysa bu kesimler, Avrupalılaşma sürecinin devamını istiyorlar. Ama kendi belirledikleri yeni bir çerçeveyle. Ve aslında Putincilik de, bu çerçeveye çok iyi uyuyor. (Daha önce de anlatmıştım, Putincilik kesinlikle “Batı-dışı” bir olgu değil).

Orbán hükümeti, sadece bu kesimlerin dertlerini dillendirmekle kalmadı. Onları kollayacak ekonomik uygulamalar geliştirdi. Özellikle etnik çoğunluktan olan sermayedarları ve işçileri kalkındıran bu politikalar, göçmenleri, işsizleri, çocuksuz aileleri ve (etnik ve cinsel) azınlıkları kazanan kesimlerin kasten dışında tuttu. Yabancı sermayeyi ülkeden atmadan, ayrıcalıklarını tırpanladı. Avrupa Birliği bu uygulamalara karşı ses yükselttiğinde de, hükümet ve sağcı örgütler yüz binlerce insanın katılımıyla, “Koloni olmayacağız” temalı yürüyüşler düzenlediler. Kavramsal olarak özetleyecek olursak, radikal sağ hem ekonomik uygulamalar, hem taban örgütlenmesi sayesinde, net bir “hegemonya” kurdu. Bu hegemonyanın dışında kalanlar, milletin “doğal” düşmanı görüntüsü kazandılar.

Bu dinamikleri Brüksel’den okumakta ısrarcı olan liberal “sol” ve sağ, 1990’ları ve 2000’leri tekrarlama vaadiyle halkın tepkisini sandığa yansıtabileceğini zannetti. İşte burada hastalığın temeline iniyoruz. Elitler, kendileri için cennet olan liberalizmin, ne kadar dışlayıcı bir zemin olduğunu anlayamıyorlar.

Böyle bir ortamda, neredeyse tüm Orbán karşıtlarının alternatif bir ufuk ve örgütlenme ortaya koymadan birleşmeleri, bir acziyet gösterisiydi. Üstelik, ittifakın başına Orbán’ı andıran birini koyarak, rol çalma uyanıklığı da yapmaya çalıştılar. Aslında, tam da Fidesz’in istediği gibi davranmış oldular. “Farkımız çok, ortak bir mesajımız yok, ama hiçbirimiz Orbán’ı sevmiyoruz” diyerek, radikal sağı tasdik ettiler: hegemonyanın etkisindeki kesimlerin gözündeki tek ortaklıkları, “milli” olmamalarıydı.

Aşırı sağın düşmanları bu zihniyette oldukça, buna benzeyen çok zafer daha göreceğiz.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Kamuda işçiden gizli pazarlık

Kamuda işçiden gizli pazarlık

Türk-İş ve Hak-İş’in üç genel başkan yardımcısı, 600 bin işçiyi kapsayan kamu toplu sözleşme görüşmeleri için önümüzdeki hafta Çalışma Bakanlığına sunmak üzere zam talebini belirledi. Ancak zam oranı açıklanmadı. Pazarlığı yapılacak rakamdan haberi olmayan işçiler tepkili: “Neyi kimden gizliyorsunuz, taslağı açıklayın.”

22 bin 131 TL Türk-İş'in belirlediği açlık sınırı

72 bin TL Türk-İş'in belirlediği yoksulluk sınırı

30 bin TL kamu işçisinin ortalama ücreti

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
BİRTEK-SEN Genel Başkanı Mehmet Türkmen'in tutukluluğuna yapılan itiraz "kaçma şüphesi" gerekçesiyle reddedildi.

Evrensel'i Takip Et