Boşluğun yükü

Fotoğraf kaynağı: DHA
Bu hafta karamsar iklimden uzak iki insan gördüm.
İlkinde trafiğe sıkışmıştık, kaldırım kenarına yerleştiği belli evsiz bir adam vardı, ayakta zor duruyordu, adımları çok sarhoştu. Bir de sokak köpeği. Adam köpekle oynuyordu, köpek onun talimatlarına uyuyordu. Adam yere serdiği örtüye uzandı, köpek adama sokuldu, adam köpeğin kafasını kucakladı, sırtını, patilerini sevdi. Kocaman gülüyordu. Onu izlediğimizi fark edince eliyle “Sigara var mı?" işareti yaptı. Yanımızdaki yarım paketi uzattık. “Sevgi her şeyin ilacıdır” dedi bize. Anlatsak inanmaz kimse dedik arkadaşla birbirimize.
Diğeri mahallemizde aynı durumda olan ismiyle tanıdığımız bir arkadaş.
Kafelerin barların önünde gezer, herkes tanır onu, imkanı olan bir kadeh, bir tabak bir şey ısmarlar, cebine birazcık harçlık koyar. Gayet kibardır, dilenmez, gururludur. Selam verir sadece, anlayan anlar. Anlamayana selamı verir gider. Yanımıza geldi, yaslandı ağaca, selamlaştık, Nasılsın dedik, anlattı: “Uzak bir yere gitmiştim, gelirken baktım insanlar bana metroda yer veriyor, yüzüme gülüyor. Dedim n’oluyor? Şimdi insanlar iki türlüdür, kimisi yazı sever kimisi kışı. Biz sokaklarda takılıyoruz ya ben o yüzden yazı severim mesela, biz yazı sevmeliyiz yani o yüzden. Binerken anlamamışım tabii ben, inince baktım hava güzel, bahar gelmiş, ondanmış demek. Bugün güzel ya. Sigara mı ikram etmiştiniz siz demin? Almış mıydım onu ben? Almadıysam alayım şimdi.”
Aldı, neşeyle gitti, saçlarını da tıraş edivermiş biri.
Gördüğümüz yegane mutlu insanların evsiz olması ne anlama gelir?
Bilmemenin huzuru mu, bilemiyorum. Evleri yok, faturaları, gelirleri, alışveriş alışkanlıkları, çocukları yok. Sosyal medya hesapları, televizyonları yok. Gazete geçmiyor ellerine.
Bir şey almıyorlar. Birileri verirse ne âlâ.
Bu sıra insanlar aniden yoksullaştıkça, demek empati arttı onlara. Ya da bakıp haline şükredenler arttı belki de. Şükürcülerin hayır-hasanet kaygısı: Bela savma niyetiyle.
Çok riyakar bir duygudur aslında “şükürcülük”. Başkasının acıları ve yoksunluğu üzerinden kendine teselli yaratmaktır ve pasif bir histir. Bir şey yaptırmaz değişim için, sadece elindekine minnet ettirir. Bu arada hatırlatalım, iktidar da bunu tembihler bize: “Elalemde savaş var biz yine iyi durumdayız, bakmayın enflasyon vs. kıtlık var Avrupa’da, bizde en azından mal bulunuyor. “
İkisi de bu şükürcülerin sempatisinin, yoksullaşanın empatisinin kısa süre sonra bir kuruş bile paylaşamayacak kadar yoksullaştıklarında ortadan kalkacağını ve gerçekten çok ama çok aç kalacaklarının farkında değiller. Bahardan sanıyor. Ne durumdayız bilmiyor ki. Biz de kendimizi mutlu edebilmeyi bilmiyoruz artık. Ne yapacağımızı bilmiyoruz. Onlar gülmeyi beceriyor.
“Biz akıllılar pek bilmeyiz ama deliler işlerini iyi bilirler...”
Mıgırdiç Margosyan’ın Gavur Mahallesi kitabından bir cümle.
Bu hafta toprağa verdik usta yazarımızı. Kumkapı’da Meryem Ana Kilisesi’nde gerçekleşti tören. Çok kalabalıktı, her inançtan ve inançsızlardan oluşan koca bir toplulukla uğurladık, ellerimiz önümüzde, saygıyla, hürmetle.
Bu yaprak dökümü dallarımı kırıyor.
Aydınlık bir ülke, eşit ve adil bir yaşamı bıkmadan savunan kalemler gidiyor bir bir, her birinde bir borç biniyor sanki omuzlarıma. Bilmem hissediyor musunuz siz de aynı yükü? Boşluğun ağırlığını taşımak kolay değil.
“Bizler hamurla yoğrulup ekmekle büyürdük” yine bir Margosyan cümlesi, ekmeğin vazgeçilmezliğini anlatıyordu Gavur Mahallesi’nde ve mutluluğu şöyle tarifliyordu “Söyle Margos Nerelisen?”de: “ Mutluydum, çok mutluydum, çünkü zaman zaman ekmeğimizin yanında katığımızı da buluyorduk.”
Yoksul halklarda obezite baş gösterir ilkin, karbonhidrata dayalı beslenmeden. Ekmek karın doyurur diye, ekmek en ucuzudur diye ekmeğe dayanır öğünler. Bu hafta Mecliste bir konuşma yaptı TİP Vekili Sera Kadıgil; “Bu ülkede çocuklar artık obezleşemiyor bile” diye. İktidar sıraları “Ne güzel işte, obez mi olsunlar?” diyor.
Elinde bir rapor var; çocuklarda görünen yetersiz beslenmeden kaynaklı gelişim bozuklukları, kalp rahatsızlıkları... Çocuklarda!
Bu ülke çocukları yoksul halkların obezleşme aşamasını geçmiş artık. Bu ülke çocukları yeteri kadar protein almayı bir kenara bırakın, yeteri kadar karbonhidrat bile alamıyor. Yani Margosyan’dan bu yana artık ekmek bile kalmamış yenebilecek.
Sosyal medyada bir kullanıcının sorusu üzerine binlerce üniversiteli nasıl yaşadıklarını yazdı: Ekseriyetle tek öğünle, o da okul yemekhanesinde.
Bir genç şunu söylemiş: “Hiçbir şekilde ne hayatım ne hedefim kaldı, ailem üzülmesin diye yaşıyorum.”
“Fakirlik, fukaralık ve tüm sefaletlerin yükünü neden hep bu ülkenin büyük çoğunluğu çekerken ‘Vatanını en çok seven bir grup azınlık’ hep soğanın cücüğünü, yoğurdun kaymağını ziftlenecek! ‘Külfeti paylaşmakta garibanın sırtında sosyal adalet hep vardır da ‘nimet’i paylaşmakta sosyal adalet hangi var olmayan cehenneme tüyer!” Margosyan’ın Çengelliiğne kitabından...
Bu yaprak dökümünde, bu açlığın çocukları vurduğu süreçte, biz ne konuşuyoruz: “Rusya-Ukrayna savaşında liderin aldığı rol iktidara bir seçim daha kazandırır mı?”
İktidar bu seçimi almak için her şeyi yapacak. Her şeyi.
Bu ülkenin emeğiyle geçinenleri, onlar seçimi aldığında artık elde kalan kırıntılar dahil, her şeyini kaybedecek. Her şeyi.
Oysa geri kalan insanların hemen hepsi mutsuz… Her yerde insanlar sürekli fiyat soruyor, sadece fiyat konuşuyorlar.
Eli cüzdanına giden muhatabı belli olmayan bir beddua savuruyor: Allah belalarını versin bunların!
“Her şeyi de Tanrı’dan istemek ayıp oluyordu doğrusu!” diyor Margosyan.
Gençler soruyor “Ne zaman geçer?” Yaşı büyükler yanıtlıyor “Hiç böylesini yaşamamıştık, tahmin edemiyoruz ki?”
Kasa kuyruklarında fiyattan açılan sohbeti seçimlere çekmeye çalışıyorum. Şaşırıyorum çoğunlukla, ben mi bir yankı odasına hapsolmuşum, yakınan onca insanın çoğunun haberi yok hâlâ altılı masalardan, yeni ittifak arayışlarından.
Herkesin kemiğine dayalı bir bıçak var ama ne yapabileceğine dair fikri yok. Herkes birileri üzülmesin diye yaşıyor sanki.
“Bildiğiniz gibi laf uzadı mı, kabak tadı verir, kokuşur.” der Margosyan, o yüzden ülkenin yeniden kuruluş, kurtuluş programının önemi, detayları saklı kalmak kaydıyla sadece iletişim kısmını ele alıp özetlemek istedim.
Siyasal iletişimin ana muhalefet cephesinde yetersiz kaldığını düşünüyorum. Seçime en kötü ihtimalle bir yıl zaman kalmış, ayda birbirinin mekanında toplanmanın haber değeri azalarak bitecek. Medyanın büyük kısmı iktidar elinde, kimselerin mecali yok uzun kürsü konuşmaları dinlemeye. Kim duyuyor, kim biliyor? Sadece ilgilenen hakim oluyor konuya. Liderler geziyor illeri ama tüm ülkede bir “Kazanacağız” rüzgarı estirmeye yeter mi? Zira satranç hamleleri ile seçim yasasının baraj, vekil sayısı gibi maddeleri lehe dahi çevrilebilir ama YSK üzerindeki değişiklikler ancak toplumsal muhalefetin gücüyle aşılabilecek ciddi bir tehlike. “Halk rahat olsun çözeceğiz” olmamalı söylem “Halk farkında olsun, ancak birlikte çözebileceğiz bu işi.” denilmeli. Hep birlikte.
Kampanya seçime ertelenmemeli. İlk ayağında birlikteliğin kararlılığını, ülke tarihinde bir ilkin gerçekleştiğini, bunun önemini anlatan bir kampanya olmalı. Çatı bir sloganı her parti kendine uyarlamalı, bu slogan altılı masa dışındaki siyasi partileri de çağıran, onların da metinlerinde gönderme yapabileceği bir içerikte olmalı.
Her hafta yeni ve kökten bir çözüm önerisini masaya koymalı muhalefet. İktidarın söylemlerine yanıt bile vermeden, artık onların oyun sahasına girmeden.
O kadar temelden bir değişiklik önerisi olmalı ki her seferinde, iktidar yanıt vermek zorunda kalmalı.
Top o zaman saha değiştirir. Bu söylemler için medya yeterli değil, stensillerle duvarlar boyanmalı, parti binaları dev pankartlarla giydirilmeli, billboardlar donatılmalı, her sokak başında karşımıza çıkıp aklımıza kazınmalı. Medyanın görmek zorunda kalacağı bir hareketlilik Meclise taşınmalı. İç tüzükler uyarınca değil, yepyeni mücadele yöntemleri Mecliste de zorlanmalı.
Ne salı grup toplantıları milyonlarca izleniyor ne Meclis konuşmaları ne de basın açıklamaları. El artırılmalı, yöntem çeşitlendirilmeli, izleyeni şaşırtmalı.
Neye hayır denildiğinin misliyle fazlası; değişimin ne olacağı anlatılmalı.
“Bir hayalim yok” bu ülke insanının ortak cümlesi.
Siyasal iletişimin asıl amacı işte o hayali kurdurabilmek.
Gustave Le Bon, Kitleler Psikolojisi’nde, “Görünüşler ve gösterişler tarihte gerçeklerden daha fazla bir rol oynamıştır. Gerçekte olmayan gerçek olana üstün gelmiştir” diyor.
Bu iktidar 20 yılı bu gerçek olmayan gösterişle devirdi. Devrimlerden pek hazzetmeyen Le Bon yine de çağında hakikat ötesini tasvir etmeyi başarıyor, bizim başarmamız gerekense gerçeğin çıplaklığını gösterişli şekilde ortaya sermek.
Siyasal iletişim; olayları, ortaya çıkış biçimlerine duyguları eklemleyerek, birbiri üzerine yıkılan ve biriken biçimde zihni dolduran ve zapt eden heyecan verici hayallere dönüştürür. diyor Le Bon.
O hayali kurduramamanın sonucu muhalefete gelen tüm sorular, şüpheler.
O altılı masaya bel bağlamak zorunda kalışımızın öz eleştirisini saklı tutarak yazıyorum. Çok uzun zaman önce, ülkenin tüm ezilenlerinin temsilcisi sol-sosyalist güçler firesiz birleşebilse ve bu ülkede son esen meltemin 7 Haziran olduğu gerçeğiyle HDP ile yan yana durabilse, o altılı masa bile bambaşka kurulabilirdi. Üstelik kurulmuş ikincil masa olmanın da yüküyle. Öncü kimse yolu o belirler.
Marx’ı en iyi bilenlerin ayılmış gözlerle bakması beklenirdi:
“Tüm yerleşmiş ilişkiler, doğurdukları eski değer yargıları ve görüşlerle birlikte çözülüp dağılmakta, yeni oluşanlarsa daha kemikleşemeden eskimektedir. Kalıcı ve duran ne varsa buharlaşıyor, kutsal diye ne varsa kutsallıktan düşüyor ve insanlar nihayet yaşam tavırlarına, karşılıklı ilişkilerine, ayılmış gözlerle bakmak zorunda kalıyorlar.”
Bizim arkası gerçekliğe yaslanmış büyük bir hayale ihtiyacımız var, ayık gözlerle görülebilmeli.
Boşluğunun bıraktığı yükle son sözler yine Margosyan’dan:
“Beni ilgilendiren ‘insanca ve hakça’ bir düzen içinde bir lokma ekmeğin kardeşçe paylaşılacağı günlerin ne zaman geleceğidir.”
Ve…
“Emek karşılığında kursağı ekmekle doymayan insanların sokaktaki ayak seslerine kulak tıkayanlar, çok iyi bilmelidir ki; bir gün kıyamet hakikaten gerçekleşecekse; o, ‘Birilerinin yerken, diğerlerinin baktığı cehennemde’ kopacaktır...”
Rahat uyu diyebilmek umuduyla büyük usta.
Evrensel'i Takip Et