Film Festivali Günlükleri- 3: Daralan Mekanlar ve Zamanlar
Görsel: Bana Karanlığı Anlat filminden bir sahne
41. İstanbul Film Festivali bu akşam düzenlenecek kapanış töreniyle sona erecek. Festivalin sonuçları merak edilen bölümlerinden birisi de ulusal yarışma. Birkaç gün önce bu bölümde yer alan “Dört Duvar”, “Turna Misali” ve “Klondike” filmlerine dair kısa notları bu köşede yayımlamıştık. Bugün de “Çilingir Sofrası”, “Bana Karanlığını Anlat”, “Ela ile Hilmi ve Ali” ve “Mukavemet” filmlerine dair kısa değinmeler yapacağız.
Öncelikle bu festivalde ulusal sinemaya dair ortak yorumlarda bulunabileceğimiz bazı hallerden bahsedelim. Yukarıda anılan filmlerden “Klondike”, “Çilingir Sofrası”, “Bana Karanlığını Anlat”, “Ela ile Hilmi ve Ali”, “Mukavemet” ve “Zuhal”in çok büyük bölümü tek mekanda geçiyor. “Geceden Önce”yi izleyemediğim için onu dışarıda tutuyorum. Burada tek mekandan kastım bir oda, kabin, araba vb. değil bir alan olarak tek mekan. Örneğin bir evin bölümleri, gasilhane alanı, bir köy, bir apartman… Kanımca bunun iki nedeni var. İlki bu filmlerin çoğu pandemi döneminde çekildi. Dolayısıyla mümkün olduğunca az hareket halinde olmak istenmiş olabilir. İkinci olarak da Türkiye’de film üretim koşullarındaki ekonomik daralma, kaynak bulmaktaki zorluklar. Hal böyle olunca az mekan kullanımı maliyeti düşürme seçeneği olarak giriyor devreye haliyle… Dikkat çekici bir diğer nokta da film zamanı ile gerçek zaman arasındaki mesafenin azalışı. Yani hikayeler çok kısa bir zamanda olup bitiyor.
Ali Kemal Güven’in “Çilingir Sofrası”na dair birkaç kelam etmeden önce festival kataloğundaki bilgileri aşan ve haliyle filmin sürprizlerini açık edecek bazı alanlara değinmek gerektiğini hatırlatalım. Yani bu bölümü atlamak isteyebilirsiniz. Emir ve Yusuf liseden mezun olduktan 17 yıl sonra birbirlerini sosyal medyadan bulup rakı masasında buluşmaya karar veren iki arkadaş. Başladıktan kısa bir süre sonra ikili arasındaki ilişkinin yalnızca arkadaşlıkla sınırlı kalmadığı, aralarında duygusal bir bağ da oluştuğunu anlıyoruz o vakitlerde. Ancak, ilerleyen yıllarda Emir, cinsel yönelimini gizleme ihtiyacı duymadan yaşayan bir öğretmen, Efe ise kendi tabiriyle “tedavi” olmuş, evlenip çoluk çocuğa karışmış bir esnafa dönüşmüştür. 30’lu yaşlarının ortasındaki ikilinin hasret giderme ile hesaplaşma arasında gidip gelen, zaman zaman seyirciye gerilim hissini de geçirmeyi başaran derli toplu bir yapım “Çilingir Sofrası”. Altmış dakikalık süresiyle minimal hikayesinin sarkmasına, odağının kaymasına da izin vermiyor yönetmen. Başka bir zamanda, dünyada bambaşka hayatı olabilecek iki insana dair bir film olarak da düşünülebilir yapım. Sadece, Emir’in öğretmen arkadaşının çıkıp geldiği sahne, yine Emir’in garsonla finalde konuştuğu bölüm gibi yerler biraz daha üzerine düşünülüp incelikli yazılabilseydi göze batan pürüzler de kalkardı kanımca ortadan. Ahmet Rıfat Şungar ve Barış Gönenen’in erkek oyuncuda güçlü adaylar olduğunu hatırlatalım.
Gizem Kızıl imzalı “Bana Karanlığını Anlat”ın iyi bir metin ve film olduğunu söylemek ise gerçekten zor. Açılıştaki ev sahnesi dışında bir gasilhanenin içi ve bahçesinde geçen film, geç kalmış bir hesaplaşmaya dair. Nermin ile kocası Veli’yi yemek yerken görüyoruz. Derken Veli kalp krizi geçiriyor. Bir sonraki durağımız cenazenin yıkanıp aileye teslim edileceği gasilhane oluyor. Veli’nin annesi, erkek kardeşi, erkek kardeşin eşi, dayısı ve genç sevgilisi de hikayeye dahil oluyor böylece. Nermin ile kaynana arasındaki gerilim, diğerlerinin küçük sinsi planları cenaze daha defnedilmeden ortalığa dökülüyor. Ama bu hem metin, hem de oyunculuk olarak oldukça zayıf bir biçimde yapılıyor. Gelin kaynana geriliminin karikatür düzeyinde kaldığını, Nermin’in cenazeye öfkesini kustuğu anların etki yaratmaktan uzak olduğunu söylemek gerek. Bir de filmin büyük bir bölümünü gasilhanenin kapısının karşısına yerleştirilen bir sabit kameradan ve kapının iki yanına yerleştirilmiş oyuncuları izlemek pek sinema tadı vermiyor açıkçası.
2015’te “Salı” adlı kısa filmi ile Cannes’da Altın Palmiye için yarışan Ziya Demirel’in ilk uzun metrajı merak uyandırıyordu kuşkusuz. “Ela ile Hilmi ve Ali” beklentileri karşılasa da, heyecan yaratmaktan uzak kaldı diyebiliriz. Oysa güçlü ve heyecan uyandırıcı bir başlangıç yapıyor film. Nasıl olup da yan yana düştüklerini anlamadığımız Ela ve Hilmi ile tanışıyoruz önce. Aralarındaki yaş farkı ve ilişkilerinin biçimi soruları daha da artırıyor. Demirel bu sorulara yanıt vermek yerine daha da çoğaltıyor ve merak da artıyor. Bir süre sonra apartman kapıcısının oğlu Ali de bu ilişkiye dahil oluyor. Ela ile Ali arasındaki yakınlaşma Hilmi’yi tedirgin etse de onu evin üçüncü parçası haline getiriyor. Bu noktadan sonra başlangıçta filmin gücünü oluşturan gizem ve muğlaklık sorun haline gelmeye başlıyor. Hilmi ile Ela arasındaki ilişkinin dinamiklerine, adamın Ali’ye dair tasarruflarına dair belirsizlik bir karmaşaya dönüşüyor.
Hilmi’nin hem koca, hem öğretmen hem de ‘baba’ figürü olarak iki genç insan üzerindeki otoritesini ve manipülasyonunun yarattığı durumu mu izliyoruz, yoksa geçmişte de benzer vakalara imza atmış sorunlu bir adam olduğunu mu karışıyor. Meyhanede karşılaştığı öğrencisinin Hilmi’yi söylediklerini nasıl yorumlamak gerektiği gibi sorular da havada kalıyor. Merak duygusunu körüklemek, bazı kapıları açmamak, bazı sorulara cevap vermemek kimi zaman filmleri güçlendiren şeylerdir ama buradaki muğlaklık sanki risk almaktan çekinmekten, sınırları zorlamaya cesaret edememekten kaynaklanıyor ve bazı şeyler havada kalıyor gibi. Buna bir de Ziya Demirel’in yarattığı atmosferi destekleyecek görsel tercihler yapmadığını, renk, kadraj, ölçek tercihlerinde konvansiyonel tercihler yaptığını eklemeden geçmeyelim. Yine de festivalin öne çıkan işlerinden birisi yapım. Hilmi’de Serkan Keskin iyi (Ama en iyilerinden biri değil), Ela’yı canlandıran Ece Yüksel ülke sinemasına damga vuracak bir oyuncu olarak ilerlemeye burada da devam ediyor. Ali’yi canlandıran Denizhan Akbaba ise umut veriyor sahiden…
Festivalin en zor ve tartışmalı filmlerinden birisi oldu “Mukavemet”. Seyri hayli zor olduğu için basın gösteriminde bile salonun önemli bir kısmı boşaldı. Barış Kaya ile çektikleri “Rauf” filmiyle tanıdığımız Soner Caner’in yönettiği 104 dakikalık tek plan bir yapım “Mukavemet”. Böylece Türkiye sinemasında en uzun süreli tek plan yapım rekorunu da eline almış oldu. Bu noktada mecburen Görüntü Yönetmeni Vedat Özdemir’in de adını anmak gerekecek. “Mukavemet”, sevgilisi Ecem ile birlikte bir apartmanın bodrum katında yaşayan Rahmi’nin delirme ve vahşileşme hikayesi özetle. Bir akşam vakti takip etmeye başlıyoruz Rahmi’yi. Sokaklarda annesiyle konuşuyor, bakkaldan su alıyor, eve geliyor ve sevgilisi Ecem ile bir gerilim yaşıyor. Derken kapı çalıyor, Ecem’in eski sevgilisi gelen. Rahmi kontrolünü kaybediyor, adamı öldürüyor ve küvette parçalamaya karar veriyor. Genç kadını da yardıma zorluyor.
“Mukavemet”, bizim sinemamızda fazla denenmeyen bir tür olan psikolojik gerilimin sularına germeye çalışıyor. Çalışıyor diyorum çünkü bunu yaparken hem psikolojiyi unutuyor hem de gerilimin temel unsurlarını. Elimizde hikayeye çok da hizmet etmeyen bir “şiddet pornosu” kalıyor. Rahmi ve Ecem’i canlandıran Selahattin Paşalı ve Ece Çeşmioğlu’nun bütün çabalarına rağmen gerilimi şiddeti doğrudan göstererek inşa etme çabası yapımı giderek ‘gore film’in sınırlarına doğru götürürken, psikolojik ayak da kurulamıyor. Meslektaşım Burak Göral’ın tespitiyle Rahmi ile tanıştığımız an ile cinayetin işlendiği an arasındaki yarım saatte karaktere dair derinlikli bir bilgi sahibi olamadığımız için nasıl bu kadar hızlıca vahşileştiğini de anlamakta zorlanıyoruz. Filmin şiddet dozunun düşüp sakinlediği anlarda da bu fırsatları değerlendiremiyor Soner Caner. “Mukavemet”, benim “performans filmleri” olarak kategorilendirdiğim ve son yıllarda sayıları giderek artan yapımlardan birisi. Gerçekten her anlamda iyi bir performans var ortada. Ama izlediğimiz şey iyi bir film değil.
Bitirirken filmin diline dair de bir söz etmek şart? Sanki filmin alt metni de, kadınlara yönelik şiddette en çok erkekler tarafından kullanılan “Onun da o psikopatla ne işi varmış” gibi bir yere çıkıyor. “Kendinizden büyük adamlarla, evlilerle, psikopatlarla birlikte olursanız olacağı bu” demeye getirdiğini düşünmek için çok nedenimiz var. Filmin yaratıcılarının niyeti böyle olmasa da finaldeki polislerin yargılayan hallerini yargılayan bir bakış da yok kanımca.
- Zamanı eğip bükmenin şehveti 21 Aralık 2024 04:15
- Uçucu bir peri masalı 02 Kasım 2024 04:15
- Altın Koza ve kronik festival problemleri 05 Ekim 2024 04:30
- Dibini görmeyen... 31 Ağustos 2024 04:25
- Silahlı kuvvetler sermayeye hükmetmeye yelteniyor! 10 Ağustos 2024 04:50
- ‘The Boys’ evreni nasıl kuruldu? 03 Ağustos 2024 04:15
- Roma’nın gurbet kuşları! 27 Temmuz 2024 04:25
- En güzeli uzaktan sevmek belki… 20 Temmuz 2024 04:42
- Analardır, adam eden adamı! 13 Temmuz 2024 04:40
- Amerika kimin rüyası? 06 Temmuz 2024 04:46
- Türkiye’nin film festivali rejimi 11 Mayıs 2024 04:15
- Müslüm’ün yapımcısından: Amy Winehouse! 04 Mayıs 2024 04:37