Fransa seçimleri: Seçmeni anlamak
![](https://www.evrensel.net/images/840/upload/dosya/208083.jpg)
Fotoğraflar: Marine Le Pen (solda), Albert Cara / AA | Emmanuel Macron (sağda), Loic Baratoux / AA
Fransa’da Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turuna dört gün kala, yine Fransa seçimleri üzerine yazmaya devam. Aslında derdim sadece Fransa seçimleri üzerine yazmak değil. Daha ağır basan kaygım, Fransa merceğinden Türkiye’ye dair notlar düşmek ve genel olarak siyasetin seyrine dair eğilimler tespit edebilmek.
Fransa seçimleri bize şimdiye kadar çok şey söyledi ve söylemeye de devam ediyor. Özellikle bunlardan üçünü çok önemsiyorum. Geçtiğimiz haftalarda da zaten bu köşede bazılarına değinmiştim.
Bu seçimlerin bize söylediği en önemli şey, politikasızlığın ve taklitçiliğin seçmen nezdinde pek de karşılığının olmadığı. Yükselen aşırı sağ karşısında, “Aşırı sağdan daha fazla göçmen karşıtı, ayrımcı ve güvenlikçi olurum ve böylece oyları devşiririm” mantığının işlemediğini Cumhuriyetçilerin (LR) Adayı Valerie Pécresse’in birinci tur hezimeti açıkça ortaya koydu. Pécresse’in yanında Emmanuel Macron’un durumu da aslında bu tespitimi destekler nitelikte. Daha fazla güvenlik söylemiyle yola çıkan Macron, her ne kadar birinci turu ilk sırada bitirse de, yolda giderken söylemini ve vaatlerini değiştirmek zorunda kaldı. Zira, bu güvenlikçi ve ultra liberal politikaların onu bir beş yıl daha Elysée’de tutmaya yetmeyeceği ortaya çıktı. Bu nedenle, bir yandan güvenlik söylemini geri plana iterken, diğer yandan da sosyal politika konusundaki projelerini bir bir değiştirmeye başladı. Emeklilik yaşı meselesi başta olmak üzere. Son beş yılda hızla merkezin sağına kayan Macron, şu günlerde vites yükselterek merkeze doğru geri dönüyor. Ayrıca, Marsilya mitingindeki konuşması da epey çevreciydi J. Yüzde 30’dan fazla oy potansiyeli olan sol, bu süreçte Macron’a daha sosyal, daha çevreci yeni bir yüz kazandıracak gibi.
Ancak bu değişim o kadar da kolay değil. Zira, oy tercihinin sınıfsal boyutunu Fransa seçimleri bir kez daha teyit etti. Buna göre, Macron’a oy verenler daha ziyade başta üst düzey devlet memurları olmak üzere güvenceli bir işe sahip, yüksek gelir grubuna mensup ve 65 yaş üstü seçmenler. Halihazırdaki Cumhurbaşkanı orta-üst sınıflardan oy alıyor. Yapılan bir araştırmaya göre, aylık geliri 3 bin avronun üzerinde olanlar Macron’un seçmenleri arasında en büyük orana sahip kesim. Buna karşılık, en düşük gelir gruplarının oyları aşırı sağ ile aşırı sol arasında neredeyse eşit paylaşılıyor ve Macron en az oyu bu kesimlerden alıyor. Yoksullukla cebelleşen, pandemi ve ekonomik kriz altında ezilen toplumsal kesimler, merkeze değil, ideolojisi ve söylemleri net partilere yöneliyorlar. Bence bu durum bugün hepimizin, en fazla da parti yöneticilerinin üzerinde en fazla düşünmesi gereken sosyolojik gerçeklik. Seçimin önümüze koyduğu tablo, toplumsal sorunlar karşısındaki arayışın alt sınıfları daha radikal çözüm yolları aramaya yönlendirdiğini göstermekte. Solun en az oyu emeklilerden alması da üzerinde düşünülmesi gereken bir diğer nokta. Yine aynı araştırmanın sonuçlarına göre, sol en çok oyu 35 yaş altından alırken, en az oyu da 65 yaş üzerinden alıyor. Seçim kilidinin anahtarını da ilk defa oy kullanacaklarla, sandığa gitmeyenler elinde tutuyor. O nedenle partiler bugün belki de hiç olmadığı kadar bu toplumsal kesimleri iyi anlamak ve onlara yönelik politika üretmek durumunda.
Ele almak istediğim son noktaya geçmeden bir ara not da düşmek istiyorum. Fransa seçimleri bize, seçmenin bir görev vesilesiyle kredi açtığı adaya, aynı krediyi başka bir pozisyon için vermeyebileceğini de net bir biçimde gösterdi. Başka bir dizi faktörün yanında, Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo’ya belediye başkanlığı için verdiği desteği başkanlık seçimleri için vermedi. Hatta cezalandırdı bile diyebiliriz. Hidalgo’nun durumu, bağlamı farklı olsa da, bana sık sık Murat Karayalçın’ı hatırlatıyor.
Ve -bugünlük- son olarak, Fransa’da kamuoyu yoklamalarının seçmen üzerindeki yönlendiriciliği meselesine değinmek istiyorum. Kamuoyu yoklamaları seçmen üzerinde belki de kampanyalardan daha fazla etkili. Bu anketler seçmen tercihini çok açık bir biçimde yönlendiriyor. Ve bunu yaparken de büyük partilerin lehine, küçük partilerin aleyhine iş görüp siyasal alanı daraltıyor. Şöyle ki: Kamuoyu yoklamaları ilk sıradaki güçlü adayları ilan ediyor. Sonra da “işe yarar oy” kullanmaya yönlendirilen seçmeni aynı siyasal kamp içinde bir göç yolculuğuna çıkarıyor. Jadot’dan Mélenchon’a, Zemmour’dan Le Pen’e, Pécresse ve Hidalgo’dan Macron’a doğru bir göç bu. Yolculuğun bu duraklarda son bulup bulmayacağını da şüphesiz zaman içinde izlenen politikalar ve değişen denklemler belirleyecek.
Evrensel'i Takip Et