21 Nisan 2022 00:50

Pençe-Kilit Operasyonu, bölgesel denklem ve Erdoğan’ın hedefleri!

Hulusi Akar, Hava Kuvvetleri Harekat Merkezinde

Fotoğraf: Arif Akdoğan/AA

Paylaş

TSK’nin Irak Kürdistan Bölgesi sınırları içindeki Metina, Zap ve Avaşin-Basyan’da PKK’ye karşı başlattığı Pençe-Kilit operasyonu devam ediyor. Bu operasyonunun Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başbakanı Mesrur Barzani’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan’la 15 Nisan’da yaptığı görüşmenin hemen ardından başlamasına ve yine son aylardaki görüşme trafiğine bakılınca IKBY’nin süreçten önceden haberdar edildiği anlaşılıyor. Operasyonu “Egemenlik haklarının ihlali” olarak değerlendiren Irak Dışişleri Bakanlığı ise, Türkiye’nin Bağdat Büyükelçisi Ali Rıza Güney’i bakanlığa çağırarak “TSK’nin Irak topraklarından çekilmesi” talebini içeren bir protesto notası verdi. Öte yandan Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da Irak Dışişleri Bakanlığının tepkisine cevaben “Bizim Irak’ın topraklarında gözümüz yok. Hatta terörle mücadele ederek Irak’ın toprak bütünlüğünü destekliyoruz” açıklamasını yaptı.

Peki, İçişleri Bakanı Soylu “PKK’nin eylem yapamaz hale getirildiği”ni söylüyorken “terörle mücadele” adına böylesine kapsamlı bir operasyonun başlatılması ne anlama geliyor? Başka bir deyişle Erdoğan yönetiminin “terörle mücadele” gerekçesinin arkasında hangi hedefler ve hesaplar bulunuyor?

Bu soruların yanıtını verebilmek için Pençe-Kilit operasyonunun ülkede ve bölgede nasıl bir siyasi konjonktürde gerçekleştirildiğine bakmak gerekiyor.

Öncelikle Ukrayna savaşı, Türkiye’nin NATO içindeki önemini gösterdi. Bununla birlikte Türkiye’nin jeopolitik konumunun Karadeniz’den Doğu Akdeniz’e ve Ortadoğu’dan Kafkasya’ya kadar emperyalistler arasındaki egemenlik/paylaşım mücadelesindeki önemi de daha görünür hale geldi. Enerji konusunda Avrupa’nın Rusya’ya olan bağımlılığının azaltılması arayışları bağlamında da Türkiye bir enerji geçiş ülkesi olarak öne çıkmaya başladı. Erdoğan iktidarının Birleşik Arap Emirlikleri ve İsrail başta dün kavgalı olduğu yönetimlerle “Normalleşme” arayışlarını da hem ABD’nin bölgedeki müttefiklerini kendi politik ekseninde birleştirmesi ve hem de bölgenin enerjisinin Avrupa’ya taşınması politikasıyla birlikte düşünmek gerekiyor.

Bu siyasi konjonktür, belki başka koşullarda gündeme getirilmiş olsaydı daha fazla tepki toplayacak olan bu operasyonun yapılması konusunda Erdoğan yönetiminin işini kolaylaştırıcı bir rol oynardı.

Erdoğan yönetiminin bu operasyon üzerinden gerçekleştirmek istediği hedef ve hesaplarını askeri, ekonomik ve siyasi olarak üç başlıkta ele alabiliriz.

Askeri olarak, Irak sınırları içinde bazı bölgelerde 40 km derinliğe ulaşan bir “güvenli bölge” oluşturulmak isteniyor. Bu hedefe bağlı olarak ilki 2019’da yapılan Pençe operasyonları üzerinden Irak sınırları içinde onlarca askeri üs (Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığına göre 38 askeri üs) kurulmuş durumda. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu her ne kadar “Irak’ın topraklarında gözümüz yok” dese de Irak ve bölgedeki istikrarsızlığa bağlı olarak Türkiye yönetiminin buradaki varlığını devam ettirmek için sürekli yeni gerekçeler bulması ve bu işgalin uzun yılları alacak bir uluslararası soruna dönüşmesi kuvvetle muhtemeldir.

Askeri hedefler konusunda Erdoğan iktidarı ile IKBY arasında bir ortaklık bulunuyor. Çünkü IKBY’nin en etkili siyasi gücü olan KDP, hem askeri ve hem de siyasi olarak rakip olarak gördüğü ve “Bölgede istikrarsızlık yaratmak”la suçladığı PKK’nin tasfiye edilmesini istiyor. Bu nedenle uzunca bir süredir PKK ve KDP arasında zaman zaman çatışmalara da dönüşen ve Rojava’da PYD ve Barzani çizgisindeki partilerin oluşturduğu ENKS arasındaki ilişkilere de yansıyan bir gerilim yaşanıyor.

Operasyonun arkasındaki ekonomik hesaplar bakımından Kürdistan petrolünün 2014 yılından bugüne Ceyhan boru hattı üzerinden Avrupa pazarına taşındığını ve bu temelde Erdoğan ve Barzani yönetimleri arasında 50 yıllık bir anlaşmanın yapılmış olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Rusya’nın kendi karşısında güçlü bir emperyalist güç olarak çıkmasını engellemeye çalışan ABD, bu kapsamda özellikle Avrupa’nın enerjide Rusya’ya olan bağımlılığını azaltmaya yönelik girişimlerin de başını çekiyor. İşte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Brüksel’deki NATO zirvesinin dönüşünde yaptığı “Neçirvan Barzani’yle olan dostluğumuz bizim çok çok farklıdır ve aramızdaki hukuk ileri derecededir (…) İnşallah Irak doğal gazıyla ilgili de anlaşmalarımızı yapıp oradan kazan-kazan esasına göre hem onlar kazanacak hem de biz kazanmış olacağız” açıklaması ve ardından IKBY Başbakanı Mesrur Barzani’nin Dubai’de katıldığı bir konferansta “Yakın gelecekte Türkiye ve Avrupa’ya gaz ihraç etmeye başlayacaklarını” duyurması bu arayışlardan bağımsız ele alınamaz.

Tam bu noktada ABD’nin 2006 sonlarında hazırlanan Baker-Hamilton raporundan bu yana Irak’taki enerji kaynakları ve bunların geçiş yolları için bir tehdit olarak değerlendirilen PKK’nin askeri olarak tasfiye edilmesi ve bu temelde Türkiye ile IKBY arasındaki iş birliğinin geliştirilmesi politikasını hatırlatmak, Pençe operasyonlarının askeri ve ekonomik hedefleri arasındaki ilişkinin anlaşılması bakımından önem taşıyor.

Siyasi hedef ve hesaplara gelince, öncelikle uluslararası meşruiyet yaratma amacına bağlı olarak AKP Sözcüsü Ömer Çelik, bu operasyonun Birleşmiş Milletler (BM) sözleşmesinin 51. maddesine (Saldırıya uğrayan BM üyesinin meşru müdafaa hakkı) dayanılarak yapıldığını açıkladı. Oysa Irak merkezi yönetimi de bu operasyonla “Egemenlik hakkının ihlal edildiği”ni ve bunun “BM sözleşmesi ve uluslararası hukuka aykırı olduğu”nu söylüyor. Sadece işlerine geldiği zamanlarda böylesi girişimlere çok sert tepki veren ABD ve Batılı emperyalistlerin devam eden sessizliği bile uluslararası hukukun güç ilişkilerine ve emperyalistlerin önceliklerine göre işlediğini bir kez daha gösterdi.

Erdoğan yönetiminin siyasi hedef ve hesaplarının asıl olarak iç politikaya yönelik olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü PKK’ye yönelik operasyonlar ve bu temelde şovenist hassasiyetlerin kaşınması, burjuva muhalefetin de zayıf karnını oluşturuyor. Geçen yılın ekim ayında gerçekleştirilen oylamada Suriye ve Irak’a yönelik savaş tezkeresine Mecliste ‘hayır’ diyen CHP’nin Lideri Kılıçdaroğlu’nun, Irak sınırları içinde yapılan bu operasyonu destekleyici bir tutum alması, burjuva muhalefetin durumunu açıkça ortaya koyuyor. Erdoğan yönetiminin bu operasyonu kendi güç kaybını durdurmak, ciddi ekonomik sıkıntılar nedeniyle iktidara tepki duyan halk kesimlerini milliyetçilik ve şovenizmi kışkırtarak yedeklemek ve ülke seçim sürecine girmişken muhalefet üzerindeki baskıları attırmak için kullanmaya çalıştığı bu kadar açıkken bile CHP lideri çıkıp Kürt sorununun savaş ve operasyonlarla değil, demokrasi ve barışla çözülebileceğini söyleyemiyor.

Kılıçdaroğlu’nun bu tutumu herhalde en çok Erdoğan’ı sevindirmiştir. Çünkü bu tutumuyla Erdoğan’a, yapılacak operasyonların HDP ve demokrasi güçlerini baskı altına almak, ülkeyi seçime olağanüstü koşullarda götürmek ve burjuva muhalefeti yedekleyip parçalamak bakımından ne kadar kullanışlı olduğunu bir kez daha göstermiş oldu.

Oysa bu operasyonun gösterdiği ve Kılıçdaroğlu başta burjuva muhalefetin görmek istemediği asıl gerçek, ülkede demokrasi mücadelesi ile bölgede barış mücadelesinin ayrılmaz biçimde iç içe geçmiş olduğudur. Bu nedenle bugün bu operasyona karşı çıkılmadan ülkede tek adam rejimine karşı tutarlı bir demokrasi mücadelesi sürdürülemez.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa