Erdoğan yönetimi ve bölge gericiliklerinin Filistin diye bir sorunlarının kalmadığının resmidir!
Fazla değil bundan bir yıl önce, hatta altı ay önce olsaydı, İsrail’in Filistinlilere yönelik iki aydır sürdürdüğü saldırılara karşı; ellerinde yeşil bayrakları, dillerinde “Allahuekber” sloganları ve “Şeriat isteriz” nidaları ile malum odaklar, “Büyük Kudüs Mitingleri”yle yeri göğü inletiyor olurlardı!
Hele de bu gelişmeler ramazana denk geldiyse!
Oysa bugün, iki aydır İsrail’in Filistin’de giriştiği saldırılar, İsrailli ya da Filistinli çok sayıda kişinin öldürülmesi, yüzlerce Filistinlinin tutuklanması karşısında bugüne kadar görülmemiş bir derin sessizlik yaşanıyor. Ancak Yahudilerin kutsal günleri dolayısıyla Mescidi Aksa’nın avlusunda kurban kesmek istemesi karşısında tepki gösteren cemaate İsrail askerlerinin çok sert müdahalesinden sonra bile Türkiye’den çıkarılan ses İsrail’den duyulması olanaklı olmayan cılızlıktaydı!
Bu sessizliği Cumhurbaşkanı Erdoğan, “O gün başka bugün başka” diyerek açıkladı!
"İSRAİL’LE ATTIĞIMIZ ADIMLAR BAŞKA, KUDÜS DAVASI BAŞKADIR!"
Nitekim, İsrail’in Filistinlilere iki aydır süren saldırılarını görmezden gelen Cumhurbaşkanı Erdoğan ancak saldırının Mescidi Aksa’ya kadar gelmesiyle konuşmak zorunda kaldı. Ama ne konuşma ne kalış!
Önceki gün partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada Filistin’de olanlara ilk kez değinen Cumhurbaşkanı Erdoğan; “İslam İşbirliği Teşkilatı dahi bu meseleye yeteri kadar sahip çıkmıyor olsa da biz kendi tarihimizin, inancımızın gereğini yerine getirmeyi sürdüreceğiz” dedi ama aynı hızla devam edemedi. Çünkü söylediklerinin çelişkili ve “izaha muhtaç” olduğunun farkındaydı. Bu yüzden de “Bu ne çelişki” diyecek olanlara açıklama yapma ihtiyacı duydu: “Küresel ve bölgesel ihtiyaçların gereği olarak İsrail’le siyasi-ekonomik ilişkilerimiz için attığımız adımlar başka, Kudüs davası başkadır” diyerek tartışmayı kapatmak istedi.
Tabii Kılıçdaroğlu, Twitter hesabından yaptığı paylaşımla bu çelişkiyi yüzüne vurma fırsatını kaçırmadı: “İsrail’le ilişkilerimiz başkadır, Kudüs davamız başkadır, demişsin Erdoğan. Sen de hep başka başka. Kaşıkçı cinayeti başka. Rahip Brunson başka. Mavi Marmara şehitleri başka. Dünden beri sığınmacılar da bir başka. Ahlâk anlayışı bambaşka!”
Dün, en azından 2009’da Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanı'na karşı yaptığı “One Minute” çıkışından sonraki 12 yıl boyunca, İsrail’i her türlü kötülüğün başı ve arkasındaki “Şeytani güç” olarak suçlayan Erdoğan, geldiği “başka noktada” yapabildiklerini itiraf etmek zorunda kaldı: “Filistin Devlet Başkanı, BM Genel Sekreteri, Ürdün Kralı ve İsrail Cumhurbaşkanı ile yaptığım telefon görüşmelerinde bu konudaki tavrımızı kendilerine ifade ettik. Temennimiz şu mübarek günlerde Kudüs'te yaşanan zulmün son bulmasıdır!”
Tabii burada “temenni”nin “Kudüs’te (Mescidi Aksa’da) olanlar” ve “mübarek ramazan günlerinde yaşan zulümle” sınırlanması bir soruyu da gündeme getiriyor: Yoksa artık Erdoğan, Filistin’de iki aydır süren İsrail saldırılarını, “İsrail’in içişleri olduğu için karışılmaması gereken bir durum” olarak mı görüyor? Ki iki aydır sürdürülen sessizlik bu soruyu daha da büyütüyor.
BÖLGE GERİCİLİKLERİ ADIM ADIM "YÜZYILIN ANLAŞMASI" ETRAFINDA BİRLEŞİYOR
Bu köşenin ve Evrensel’in sürekli okurları, bu köşede ve Evrensel’de Erdoğan ve partisinin dünkü hamasetle süslenmiş İslâmist siyasetinin en sert biçimde eleştirildiğini biliyorlar. Son birkaç ayda açıkça ortaya çıkan ve İsrail-Türkiye ilişkilerinin “normalleştirilmesi”nin normal olduğu da çeşitli vesilelerle yazıldı. Ancak bu son tutumun da bölge barışının, dolayısıyla Filistin sorununun çözümünde ileriye doğru bir adımı değil ABD ve batı emperyalizminin bölge stratejisine uyum sağlamasının adımı olması bakımından da eleştirildiğini okurlarımız biliyorlar.
Ama şunu da burada hatırlatmalıyız ki, bugün ve bugüne kadar Filistin’de olanlar, sadece İsrail’in siyonist politikaları ve batılı emperyalistlerin bölgede çıkarını korumak üzere İsrail’i bölgedeki ileri karakol olarak kullanmaları ile açıklanmaz. Tersine; İslam İşbirliği Örgütü başta olmak üzere Arap ve İslam ülkelerinin ve çeşitli türden birliklerinin, bölgedeki emirlikler, krallıklar ve bölge gericiliklerinin (tabii Türkiye’nin de) Filistin sorununun bugüne kadar büyüyüp gelmesinde, İsrail ve emperyalistler kadar sorumluluğa sahip olduğu tartışılmazdır.
Nitekim bugün; Mısır, Suudi Arabistan, Lübnan, BEA, Kuveyt, Fas gibi ülkeler İsrail’le ilişkilerini normalleştirip ortak toplantılar yapmaya başlamışlardır bile. Türkiye’nin de bu toplantılara katılacak kıvama geldiği açıkça görülüyor. Nitekim Erdoğan’ın yukarda uzunca aktarılan görüşleri hamasetten arındırıldığında geriye Netanyahu ve Trump’ın ilan ettikleri “Yüzyılın Anlaşması”na tam uyum için gayret sarf ettiği kalmaktadır.
ÇÖZÜMÜN ANAHTARI FİLİSTİNLİLERİN ELİNDE! AMA…
Nitekim önceki gün partisinin grup toplantısında konuşan Erdoğan, "Filistin davasını etkin savunmanın yolunun da İsrail ile makul mantıklı, tutarlı, dengeli bir ilişki sahibi olmaktan geçtiği açıktır" diyerek çözümün “Yüzyılın Anlaşması”ndan geçtiğini dolaylı olarak kabul ettiğini göstermiştir.
Oysa Filistin davasının 75 yıllık tarih açıkça göstermektedir ki; Filistin sorunu ancak;
- Sorun Kudüs sorunu değil Filistin sorunudur, İslam'la Hıristiyan-Yahudi medeniyetleri arasında bir savaş değil laik ve demokratik bir Filistin sorunu olduğunun
- İsrail’in Filistinliler ve bölgedeki İslam ülkeleri tarafından meşruiyetinin kabul edilmesi,
- Laik ve demokratik bir Filistin talebinin öne çıkarılarak, Filistinliler arasındaki Gazze ve Batı Şeria (İhvancı ve laik Filistin) gibi bölünmelere son veren Filistinlilerin birliğinin gerçekleştirilmesi,
- Filistin davasını, Arap ve İslam ülkelerinin gerici rejimlerinin istismarından kurtararak, hiç olmazsa 20 yıl önce olduğu gibi, İsrail’deki antisiyonist-antiemperyalist güçlerle ve dünyanın her yanındaki laik ve demokratik Filistin'e destek verecek güçlerle dayanışmayla,
- Doğu Kudüs’ün Filistin’in başkenti olduğu, iki devletli bir çözümü bugüne kadar BM kararlarıyla da tanınan haklarını dayanak yapan yeni bir mücadele hattını geliştirerek olabilecektir.
Aksi halde, bugün gelinen yerde bölünmüş bir Filistin’in dünkü kadar bile dünya kamuoyunun, dahası bölge gericiliklerinin gündemine girmeyeceği, dolayısıyla her geçen gün daha büyük sorunlarla yüz yüze kalarak Netenyahu ve Trump’ın tezgahladığı “barışa” boyun eğen bir köşeye sıkışacağı apaçık görünmektedir. Hele de “İsrail’le ilişkilerini normalleştirme” adına İsrail ile Türkiye ve başlıca Arap ülkelerinin son aylarda oluşturduğu resme bakılarak bunların “Filistin sorunu” diye bir sorunlarının kalmadığı, batı emperyalizminin stratejisine bağlanmak için gözlerini kararttıkları dikkate alındığında!
Evrensel'i Takip Et