Filistin davası çıkarlara feda!
Fotoğraf: Mustafa Hassona/AA
Denilebilir ki, Filistin davasını sahiplenen bir söylem kullanması, Erdoğan’ın Arap coğrafyasında prestij sahibi olabilmesinde önemli bir rol oynamıştı. Çünkü işbirlikçi Arap rejimleri, ABD emperyalizminin baskısıyla ya resmi ya da fiili olarak İsrail’le çoktan uzlaşmışlardı. 2009’daki Davos zirvesinde İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez’e yaptığı “one minute” çıkışından sonra Filistin’e destek gösterilerinde artık Erdoğan’ın posterleri taşınır olmuştu. Erdoğan iktidarı, bugüne kadar Müslüman Kardeşler örgütünün (İhvan) Filistin kolu olan Hamas ile kurduğu ilişkiler ve Hamas liderleri Halid Meşal ve İsmail Haniye’nin Türkiye ziyaretleri üzerinden bu imajını korumaya çalıştı.
Erdoğan, Filistin davasını sahiplenme söylemini yeni Osmanlıcı dış politika ve İslam liderliği iddiasının da dayanaklarından biri olarak kullanıyordu. Ancak gelinen yerde bölge politikasındaki açmazlar, Erdoğan’ın Filistinİsrail meselesindeki tutum ve söyleminin değişmesine yol açıyor. Erdoğan’ın işine geldiğinde kutsal bir dava gibi sahiplendiği Filistin davası, iktidarının ve kader birliği yaptığı tekelci burjuva gericiliğin çıkarlarına feda ediliyor. Daha geçen yıl İsrail’in Filistinlilere yönelik saldırı ve katliamlarına “Gücü masum sabilere, biçare kadınlara, mazlumlara yeten terör devleti İsrail’in zalimlikleri karşısında üzüntülü ve öfkeliyiz. Türkiye’nin bu konuda tavrı ilkeseldir” tepkisini veren Erdoğan, İsrail’in son günlerde yeniden yoğunlaşan saldırıları için ne diyor?
Erdoğan, bugün “Filistin davasını savunmanın yolunun İsrail ile dengeli, tutarlı ilişkiden geçtiği açıktır” diyor.
Peki, ne oldu da “terör devleti” söylemi yerini “İsrail ile dengeli ve tutarlı ilişkiler” söylemine bıraktı?
Olan şudur: ‘Bölgesel liderlik’ ve ‘oyun kurucu güç’ olma iddiasıyla Ortadoğu, Libya ve Doğu Akdeniz’deki paylaşım mücadelesinde bölgedeki Arap rejimleri ve onları destekleyen emperyalistlere karşı pozisyon almaya çalışan Erdoğan, bu politika açmaza sürüklendikçe tutumunu değiştirmek zorunda kaldı.
Aslında Libya ve Suriye savaşlarının ilk dönemlerinde bu güçlerle birlikte yola çıkılmış ancak Suriye müdahalesinin amacına ulaşmaması, Erdoğan iktidarı ile bu güçlerin önceliklerinin değişmesine ve giderek karşı karşıya gelmelerine yol açmıştı. Suriye Kürtleriyle ilişkiler başta olmak üzere ABD’nin bölge politikasına karşı aldığı tutum, özellikle Kuzey Afrika’da (Mısır, Tunus, Libya) ihvan destekçiliği, Suriye’de Rusya ve İran’la işbirliği gibi politikalar bölgenin her alanında bu güçleri karşı karşıya getiriyordu.
Erdoğan, Mısır lideri Sisi için “darbecilerle asla görüşmem” diyor, Birleşik Arap Emirlikleri’ni (BAE) de 15 Temmuz darbe girişiminin finansörü ilan ediyordu. Zaten İsrail de “terörist devlet”ti.
Bu dönemde ABD, kendi bölgesel dayanaklarını güçlendirmek ve Filistin sorununu İsrail ile kendi işbirlikçisi Arap rejimleri arasında bir “sorun” olmaktan çıkarmak üzere Abraham anlaşmalarının yapılmasına önayak oldu. BAE, Bahreyn ve Fas ardı sıra İsrail ile ‘normalleşme’ anlaşmalarını imzalamış ve S. Arabistan da fiilen bu eksene katılmıştı. Ürdün ve Mısır ise, zaten bu adımı çoktan atmışlardı.
Tam bu noktada ABD ve işbirlikçilerinin kurduğu eksen karşısında bölgedeki paylaşım mücadelesinde sürüklendiği açmazdan kurtulmak isteyen Erdoğan yönetiminin 2020’den itibaren geri adımlar atmaya başladığını gördük.
Erdoğan, önce İsrail’le normalleşenlerle normalleşmek için adımlar attı.
Erdoğan’ın daha önce “asla görüşmem” dediği Mısır’daki Sisi yönetimiyle ön görüşmeler 2020 sonlarında başlatıldı. Ardından “darbenin finansörü” BAE ile “kardeş” oldu.
Sonra İsrail’le ‘normalleşmeye’ geçildi.
Erdoğan, İsrail’le normalleşmenin ön adımı olarak kendisine çok güvenen Hamas’ın ülkedeki faaliyetleri sınırladı. Ardından İsrail Cumhurbaşkanı Herzog’u davet edip İsrail’le yeni bir sayfa açtı.
İsrail cephesinden yapılan “İsrail ve Doğu Akdeniz gazının Avrupa’ya taşınması için en uygun seçeneğin Türkiye olduğu” açıklamaları, bu “normalleşme”nin arkasındaki ekonomik çıkarlara işaret ediyordu. Çünkü Ukrayna savaşı sonrasında Avrupa’nın Rus gazına bağımlığını azaltma yönündeki girişimler hızlanmış ve İsrail gazı alternatif kaynaklardan biri olarak öne çıkmıştı.
İsrail’le normalleşmenin bize gösterdiği gerçek şudur: Erdoğan iktidarının Filistin davası başta mazlumlardan yana, İslam liderliği adına savunduğu davalar aslında burjuva gericiliğin yayılmacı emellerinin ve paylaşım mücadelesinden pay kayma arayışının örtüsünden başka bir şey değilmiş.
Bir yanda ‘kutsal’ dedikleri Filistin davasını temsilcisi olduğu burjuva gericiliğin çıkarları için feda edenler… Öte yanda Denizler gibi ABD emperyalizmine, siyonizme ve kendi işbirlikçi ülke gericiliğine karşı halkların çıkarları uğruna sürdürdükleri mücadelede kendilerini feda edenler…
- Bahçeli neden ısrarla Öcalan’ı işaret ediyor? 29 Kasım 2024 06:20
- Selefi Ebu Hanzala in, demokrasi ve laiklik out! 26 Kasım 2024 06:45
- ‘İşgalci ülke’ açıklaması ve Erdoğan iktidarının Suriye’de alarm veren politikası 19 Kasım 2024 05:00
- Trump'ın Ortadoğu'su ve Erdoğan'ın Kürt sorunu 12 Kasım 2024 04:45
- Devlet ‘yeni sürece’ kayyım atadı! 05 Kasım 2024 05:04
- Yeni ‘süreç’: Demokratik siyasete kurt kapanı 01 Kasım 2024 05:03
- Putin’e ‘Esad’ ricası ve Kürt sorununun çözümü 29 Ekim 2024 12:34
- Bahçeli’nin açıklamaları, TUSAŞ saldırısı ve Öcalan’ın mesajı 25 Ekim 2024 15:04
- Fethullah Gülen: Emperyalizm ve iş birlikçi gericiliğe adanmış bir yaşam 22 Ekim 2024 04:34
- Irak Kürdistan seçimleri ve bölgesel etkileri 18 Ekim 2024 05:00
- İktidarın "Savaş vergisi" barış ve güvenliği sağlar mı? 14 Ekim 2024 04:51
- 'Cumhur'un eli ve siyasi dizayn 11 Ekim 2024 05:00