22 Nisan 2022 23:53

Karanlıktan çıkış ancak emekle

ABD'nin Shakopee kentinde Aralık 2018'de protesto gösterisi düzenleyen Amazon işçileri

ABD'nin Shakopee kentinde Aralık 2018'de protesto gösterisi düzenleyen Amazon işçileri | Fotoğraf: Fibonacci Blue/Flickr (CC BY 2.0)

Paylaş

İşçi sınıfı, dünya çapında, adım adım sahaya iniyor, örgütleniyor.

Amerika’nın en büyük ikinci işvereni olan Amazon’da sendikalaşma imkansız deniliyordu. New York’un Staten Island ilçesindeki işçi zaferi, bunun doğru olmadığını gösterdi. Amazon, son kırk yılın sendikasız emek sürecini en çok perçinleyen şirketlerden biri. Üstelik bir milyon işçisi var. Bu zaferin hem stratejik hem simgesel değeri oldukça büyük bu yüzden. Ancak Amazon, her yolu deneyerek sendikalaşma sürecini baltalamaya çalışacak.

Sendikanın mağlubiyeti durumunda, büyük bir moral bozukluğu ve geri çekilme kaçınılmaz. Ancak böylesi bir geri çekilmenin geçici olma ihtimali de yüksek. Birçok yapısal sebepten dolayı, işçi eylemleri yayılıyor. Ve Amazon işçilerinin Staten Island hamlesi, imkansız görünen şeylerin köşenin hemen ardında olduğunu gösterdi aslında. Örnekler mutlaka çoğalacak.

Birkaç yıl öncesine kadar örgütlenmesi en zor yerlerden olan Starbucks’ta daha az gürültülü ilerleyen mücadele bunun başka bir göstergesi. Her iki şirkette de özellikle pandemi döneminde şiddetlenen sömürü ve güvencesiz çalışma ortamı sendikalaşmanın tetikleyicilerinden oldu. İşten atılmalar, hastalıklar, ölümler ve başka her türlü iş huzursuzluğu, emek arzındaki daralmayla bir araya gelince, işçiler mücadele bayrağını yükseltti.

Hem Amazon, hem Starbucks kirli hilelerle sendikalaşmanın önünü almaya çalıştılar.

Ancak, bıçak kemiğe dayandığı için işçiler için geriye dönüş kalmamıştı. Sonuna kadar mücadele ettiler. İlk zaferlerini kazandılar.

***

Bu mücadeleler, elbette en başta işçiler için büyük kazanım. Ama önemleri bunun çok ötesinde.

Dünya her geçen gün daha çok karanlığa gömülüyor. İnsan kaynaklı “doğal” felaketler, ekonomik krizler, pandemi, azınlık düşmanlığı, emperyalist işgaller. Ve faşizmin yükselişi…

Bu musibetlere karşı direniş her yerde. Ancak emek gibi evrensel bir kategoriyi temele koymayan siyasi yapılar (Syriza, Podemos, Chavistalar), farklı direnişleri programatik bir halk hareketine dönüştüremiyor. Bu sadece bir tercih meselesi değil. Emek eksenli örgütlenen ve/ya ayaklanan kitlelerin olmadığı bir durumda, bir siyasi teşkilatın her çeşit mücadeleyi işçi sınıfı etrafında birleştirme girişimi de güdük kalmaya mahkum. O halde, grevlerin ve sendikalaşmanın giderek yayılması, en azından bir ihtimalin önünü açıyor. Halkın felaketlere, işgallere ve diktatörlere karşı birleşme ihtimalinin.

Amerika’yla başladım ama artık bu ihtimal her yerde. Türkiye’deki grevler… Macaristan’da, Hindistan’da köylü, öğretmen ve işçi ayaklanmaları… Bunların hepsi, yeni bir dönemin eşiğinde olduğumuzun kanıtı.

Fakat “ihtimal” ile menzil arasında binlerce kilometre var. Bu yolun katedilebilmesi için, iki anlamda emeğe muhtacız: işçi-köylü-emekçi hareketleri; siyasi emek.

Ancak ve ancak emek eksenli hareketler, siyaseti son kırk yıldır hapsolduğu kimlik çerçevelerinin dışına çıkarabilir. Yine de, bu tuzaktan kurtulurken, 1980 sonrasının birikimini de “eklemlemek” gerekiyor. Kimlik siyasetlerinde ve kültürel alanda girilen mevzi savaşları değerli. İnsana dair olan hiçbir şey bize yabancı değildir. Hayatın hangi noktasında bir ezen-ezilen ilişkisi varsa, orada örgütlenmeye tam hız devam.

Bu kavgaların sınıfsal mücadele ile eklemlenmesi, ancak “siyasi emek”le olur. Siyasi emek elbette sadece partili mücadele ile sınırlı değil. Dernekçiliği, gazeteciliği ve “sınıfsallık”la diğer toplumsal mücadeleleri eklemleyen gündelik faaliyetleri de içeriyor. Yeni ve özgür bir dünya kurabilmek için, bu faaliyetler hem özerkliğini korumalı hem de ortak bir ufuk etrafında birleşmeli.

***

Savaşların, felaketlerin, faşizme kayışın koyulaştığı şu günlerde, bahsettiğim emek-eksenli gelişmelerin devede kulak kaldığını düşünüyor olabilirsiniz. Böyle hissedenlere, mücadelenin en diplerde olduğu 1980’lerde öğrendiğim bir siyasi tutsak şarkısını, “Hayat”ı hatırlatmak isterim. Cezaevlerinde sistematik ve şiddetli işkence uygulanan günlerdi. Her saniyesi ayrı güzel olan bu anonim şarkı, devrimci bir mahkumun “mapus”u nasıl deneyimlediğini şöyle aktarır:

“Hayat yeşilde/Yeşil yosunda/Yosunlar boy veriyor kuytuluklarda.”

Bu dizeler, o  kabus gibi yıllarda dahi, hayatın bir gün mutlaka ölümü kuşatacağını anlatırdı bana. Bugün ümitvar olmak için sebebimiz daha çok. İnsanlığa yönelik tehditler daha büyük ama, bunlara dair farkındalık da daha yaygın.

Sermaye ve yandaşlarının yangına, sele, mikroba boğduğu dünyayı, emek güçleri tekrar yeşertiyor. Yavaş yavaş, ve bazen yerkürenin “kuytuluklar”ında da olsa. Onların “ağır ellerini toprağa basıp, doğruldukları zaman” uzak değil.

1 Mayıs bayramınızı şimdiden kutluyorum.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa