24 Nisan 2022 01:25

Bayram dediğin...

Fotoğraf: AA

PAZAR
Paylaş

Bu satırları yazarken 23 Nisan kutlanıyor evime yakın ilkokulda.

Önce klasik müzik sesi geldi uzaklardan, sonra Domates Biber Patlıcan şarkısı Barış Manço'dan.

Çocuğunun elinden tutmuş heyecanla yürüyordu sabahın erken saatlerinde aileler, aile dedim ama ekseriyetle anneler. 

Ya çalışıyor demek babalar ya cumartesi sabah erkenden yola düşmeyecek kadar bu hayattan yorgun ya da hevessizler çocuklarından.

Çocuklar kostüm giyerlerdi 23 Nisanlarda; tül etekler, beyaz pantolonlar, kimi zaman çiçeklenirlerdi grafon kağıtlarından.

Bu sene öyle değil, kostüm için para istemeye çekinmiştir öğretmenler. İsteseler de kimsede alabilecek mecal yok zaten, bari heyecanları kursağında kalıp ailelerine küsmesin çocuklar. 

Yine de işte uzaktan bir müzik geliyor, çocukların sesleri var. Bayramsa bu da bir nevi bayram.

 

Nerede okuduğumu hatırlamıyorum, kimin sözüydü bulamadım ama ta çocukluğumdan beri aklımda kalan bir laftı: “Savaş kararı vermeden önce yorganından kaçmış bir çocuk ayacığına 

baksalardı, dünyada daha çok barış olurdu."

Bu söz söylendiği zamanlar dünya daha iyi bir yer olmalı. En son başına "ama" koymadan herkesin birden çocukları savunduğu dönem ne zamandı?

Aylan Bebeğin yüzükoyun sahilde yatan cansız bedeni miydi mesela? O zaman neden 9 aylık hamile Emani Arrahman tecavüze uğrayıp 10 aylık bebeğiyle birlikte başları taşla ezilip öldürüldüğünde ortalık ayağa kalkmadı?

Rabia Naz'a ne olduğu neden açıklanmadı, Arda Sel'in annesini yargılamaya kim nasıl cüret edebildi? Aladağ'da çocuklar yandı da buzlukta kalan etlerin derdine düşenler terfi etti, bu nasıl yaşandı? Erzurum'da yurttaki çocukların başına neler geldiğini haber yapmak yasaklanabilir miydi? Bu habere ceza kesilir mi?

 

Çocuk Bayramı... Çocuklukları mı kaldı?

OECD ülkeleri içinde çocuk yoksulluğu oranında Türkiye yine zirvelerde.

TUIK'in ne kadarına güvenilir verileriyle bile çocuk işçi sayısı 720 bin, bunların yüzde 34'ü eğitime devam edemiyor.

7.3 milyon çocuk yoksul diyor rapor, bu da aslında üç çocuktan biri anlamına geliyor.

Derin yoksulluk ağı çok daha ağır bir durumdan bahsediyor; çocuklar yetersiz beslenmeden bodurlaşıyor.

 

Bir toplumun en hassas noktası nedir?

Çocuklar söz konusu olunca akan suların durması beklenir. Üç çocuk yapın diye buyurması kolay, çocuğun büyümek için gıdaya ve yaşamak için sevgiye ihtiyacı var.

Bu ülkede kaç hane aşkla kuruluyor, çocuklar sevgi ve ilgiyle büyüyebiliyor?

Aklınız alıyor mu bilmem ama her öldürülen kadının ardından, cezaevinden çıktığında annesinin katili babasıyla yüzleşmek zorunda çocuklar kalıyor geride.  Az değil sayıları.

Daha da kalabalıkları, çocuk için verilen iştirak nafakasını ödememek için, sosyal güvenlik sisteminden kendini sildiren babaların çocukları.

Böyle bir toplum normali olabilir mi?

 

Seneler önceydi, 6-7 yaşlarında bir çocuk durdurdu beni, "Abla bi sigara ateşlesene?" dedi. Boyu ufacık, elleri kir içinde ama ponçik işte, çocuk eli, minicik.

"O'lum deli misin bu yaşta sigara içilir mi?" dedim: "Yemek alayım?"

"Birilerine iyilik yapmak için illa aç mı olması lazım? Aç çocuk mu doyurmayı seviyorsunuz hepiniz?" dedi.

Sanki sert bir tokat indirdi yüzüme, karın boşluğuma yumruk attı sanki.

Doymak mı bir çocuğun tek hakkı? Mutluluk, neşe, kaygısızlık, oyuna dalıp eve gitmeyi unutmak, bir topun peşinde saatlerce koşmak, hayaller kurmak, hayal arkadaşları yaratmak, oyunlarda bir gün doktor, bir gün pilot, bir gün astronot olmak, böyle bir şey değil mi aslında çocuk olmak? Birilerinin bakkala göndermesi, para üstüyle kendine çikolata al demesi, böyle küçük sürprizlerle neşe dolmak?

"Kumandalı araba?" dedim çocuğa. "Hadi be, atıyorsun?" dedi.

Elimi cebime attım, "Bak dedim şu kadar para var, gidelim soralım şu köşedeki dükkana."

Bir koşuşu var önden, görseniz, tam kendi yaşında o an.

Vardık dükkana, her şeyi birden satan yığılı dükkanlardan. Çin malı, dandik plastik ama var işte; kumandalı araba bulduk, o zamanlar üç otuz paraya, pil de aldık.

Bir adam girdi dükkana, "Alma abla alma, sana acındırıp oyuncak aldırıp başkasına satar bunlar."

Benim ağzımı açıp yanıt vermeme gerek kalmadı. Öyle bir baktı ki çocuk gözlerini dikip, öyle uzun, derin baktı ki, gözlerinden hayata karşı tüm öfkesi, kini, yaşadığı her bir haksızlık, ertelenmiş çocukluğu, elinden alınmış her şey, erken ve mecbur büyümüşlük, olgun bir intikam gibi aktı adama.

Gergin sessizlikler hayatın olağan akışındaki zamanın onlarca katı kadar hissedilirler.

Adam "Neyse güle güle kullan madem" diyebildi, bir şey almadan çıktı gitti dükkandan öylece.

 

Kumandalı bir araba hak değil mi çocuğa? Şimdi olsa ne cebimde o kadar para çıkar ne alınabilir bir şey artık kumandalı araba.

Şimdi olsa çocuk belki de çoktan razı taze bir simide. Çoktan unutturulmuştur oyuncak arabanın hayali bile.

 

Çocuklar aç kalmasın diye bir talebimiz var, aklım almıyor. Göcek koylarına oligark teknelerinden başkası giremesin diye yeni ihaleler açılırken, bebekler açlıktan ölüyor diye dert anlatmaya çalışmak gururuma dokunuyor.

Çocukların hakları var!

 

Bir toplumun kırmızı çizgisi nedir artık çocukların açlıktan ölmesi de değilse?

Hangi vatan, millet, bayrak, beka söylemi bundan öte?

Ayşe öğretmeni "Çocuklar ölmesin" dediği için bebeğiyle birlikte cezaevine gönderdiklerinde çocukların yaşamını savunma derdi herkes için bitti mi?

Teslim olunur mu böyle bir korkuya? İçinde "kadın, öğretmen, çocuk ve barış" içeren bir olayda, tarafını seçmek zor mu?

 

Çocuklar aç kalmasın, çocuklar kör kurşunlara gelmesin, çocukların anaları öldürülmesin, çocuklar çalışmak zorunda kalmasın, çocuk tacize uğramasın değil sadece, çocuklara iyi bir eğitim, sevgi dolu haneler ve öğretmenler, koşabilecekleri parklar, sağlıklı yiyecekler, hayal güçlerini geliştirecek oyunlar, el becerilerini güçlendiren oyuncaklar, paylaşmayı öğrenecekleri atölyeler, sanatı sevdirecek tiyatrolar, konserler...

 

Daha büyük talepler, daha güzel bir dünya, başka bir alem istemeli, gerisi zaten mutlaka olması gerekenlerdi.

Savunma barikatını daha ileriye kurmalı.

Geldiğimiz nokta insanlık onuruna aykırı.

 

Yarın Gezi Davası'nın kararı verilecek.

Pınar Öğün bir video çekmiş, 2985 yılla yargılanıyor. Yurtdışında, dönemiyor. 

En basit soruya verecek yanıtım yok diyor; biriyle tanışırsın, önce nerelisin diye sorar sonra neden burada yaşıyorsun?

O kadar uzun ki diyor anlatması, nereden başlayacağım?

Burada diyor İsa'ya inanılıyor, doğumu 2022 yıl önce. Bana verilen ceza 2985 yıl.

 

Düşünün takvimlerin miladından uzun, geçmiş tüm icatlar, çağlar, istilalar, depremler, devrimler, savaşlar, kurulan ve yıkılan ülkeler, milyarlarca insanın gelip gittiği dünyada ömürlerce bir ceza.

Ne için?

Bu kentin kalbinde bir park, park kalabilsin, ağaçlar kesilmesin, kentsel hafızamız yok edilmesin diye protesto etmiştik 80 ilde milyonlarca insan birlikte.

 

Bu hayatı savunacaksak önce çocuklar için.

Bu mücadele bütünleşik.

Ne parkı, ne parkı koruma hakkını teslim etmeyerek olacak.

Çocukları korumak istiyorsak önce içimizdeki çocuğu bir yoklayalım; hala orada mı?

Çünkü önümüzdeki süreç ancak bir çocuk enerjisiyle, hayal gücüyle, inadıyla ve bir çocuk gibi yürekten, uçabileceğimize inanırsak aşılacak.

Siz o zaman görün bizdeki bayramı. 3 bin yıllık coşkuya bedel olacak. 

 

Buruk geçmiş bayramınız kutlu olsun yavrular, bizim sizin için verilecek bir kavgamız var.

Sabrederken sahip çıkmayı unutmayın düşlerinize.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa