1989 yalakalık töreni ve spor yasasının ruhu

1980’leri yani 12 Eylül darbesi sonrası 24 Ocak kararlarının ruhuyla şekillenen yılları ülke futbolu açısından “devrimci” addetmek adetimizdir. Darbeyle kaos ortamı sona ermiş, Özal’la dünyayla bütünleşmişizdir. Sıcak para, yatırımları, yatırımlar farklı sektörlerde büyümeyi sağlamıştır. İşte örneği futbol: Toprak sahalarımız yeşillenmiştir bir kere! 3. Lig kurulmuş, bırakın tüm şehirleri neredeyse tüm ilçelerin profesyonel kulüpleri olmuştur. Kaynak? Altyapı? Amaaan teferruatın içinde boğulmayın canım, ligi kuran, sahaları yeşillendiren onun da çaresine bakar!

Baktılar doğrusu, ANAP’lı, Özal’a yakın federasyon başkanlarıyla, 3. Lig’in neden kurulduğunu faş eden taşra mitingleriyle… Özal’ın oy karşılığı şampiyonluk vadettiği yıllar, hem de açık açık, binlerce kişinin önünde… İktidara yakın iş adamlarının rüştünü, yerel takımlarına sağladıkları kıyaklarla ispat edebildiği yıllar… Gökten düşen “lig çıkma”, “küme düşmeme” kararlarıyla dolu yıllar… Kulüplere milyarların aktarıldığı yıllar…

1980’lerdeki “futbol devrimimizi” Özal’ın hediyesi yeşil sahalarla, Derwall’le, Galatasaray’ın Şampiyon Kulüpler Kupası yarı finali başarısıyla, Fenerbahçe’nin 103 gollü şampiyonluğuyla, Aykut, Tanju, Rıdvan, Metin’le anmayı severiz de bir de Can Kozanoğlu’nun “yeterince konuşulmadığından” yakındığı 1989 yazındaki “Başbakan’ın kulüplere para dağıtma töreni” vardır. Koca koca kulüplerin koca koca başkanlarının 1989 Bahar Eylemleri’nin ertesinde yoksul bir ülkenin liderinden milyarlık çekleri utanıp sıkılmadan kabul ettiği o tören. Kozanoğlu’ndan okuyalım: “Kulüpleri kimlerin yönettiği; ülkeyi kimlerin yönettiği; kaynakların nasıl kullanıldığı; su başını ne kadar onursuz devlerin tuttuğu; futbolun politika kazanında ne kadar acılı bir sosla kaynatıldığı… Bütün faullü eğilimler o kısacık törende temsil edilir, küçük ölçekli bir Türkiye tablosu çizilir. Evet, o tören ya bir daha hiç hatırlanmamacasına unutulmalı ya da hiç ama hiç unutulmamalı… Hiç unutulmamalı…”

O törenden sonra ne mi oldu? Ülke bir yandan ‘90’ların malum “tatsızlıkları”yla yüzleşirken bir yandan futbolla yatıp kalktı. 1990’larda sözde futbol devrimimizin meyvelerini toplar, Avrupa’da başarılar elde ederken kulüplerimiz siyasete ve borca batmaya devam etti.

Devletle girilen ahbap çavuş ilişkisi denetimsizliği, denetimsizlik teknik iflasları, teknik iflaslar daha fazla kamu kaynağının iç edilmesini getirdi.

Yeni Spor Yasamız bu anlamda hiçbir yapısal sorunu hedef almadığı gibi “radikal” görünen oysa kulüp yöneticilerini devlete daha da bağımlı kılmayı sağlamaktan başka niyeti olmayan, ceza maddeleriyle anılıyor. Pratikte uygulanmayacağını bildiğimiz maddeler kulüplerle ilişkide siyasetin elini kuvvetlendirmek için orada. Dernek yapısıyla şirket yapısı arasında ekonomik açıdan var olduğu iddia edilen fark bir illüzyondan, denetimsizlik illüzyonundan ibaret. “Gelir oranında borçlanma” bir başka hikaye. Kulüpler genel kurulda çoğunluğu sağladığı takdirde “yüzde 10 borçlanma”yı ek bütçeyle aşabiliyor.

Yasanın ruhu yapılanmayı olağanüstü biçimde Spor Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve elbette en tepede Cumhurbaşkanlığı’na bağlayan, kuruluş ve kapatmadan yönetici atamaya kadar varan bir otoriteyle siyasetin gücünü mutlaklaştıran “tek adamcılık”ta yatıyor. Bu anlamda fiilen var olan 40 yıllık işleyiş, son 6-7 yılın çıkar çatışmaları ve sayısız skandalla anılan teamülleriyle yasal düzlemde ortaklaştırılıyor.

Ezcümle, Kulüpler Birliği merak etmesin, 1989 yazındaki yalakalık törenini mümkün ve makbul kılan ruhu kimse rahatsız etmeyecek. Bıyık tıraşına siyasi rüzgara göre karar veren patron-bürokrat kulüp yöneticisi tayfaya hiçbir şey olmayacak. Hatta bakarsınız 5-10 yılda Rusya gibi milli doping sistemi kurar dünyaya meydan bile okuruz. Hem ufukta Olimpiyat da var, mis!

Evrensel'i Takip Et