Mücella Abla ve dostlar, suçlu değil, güçlüsünüz!

Fotoğraf: MA
Burada, son davalarla beni ilgilendiren mesele hukuki süreçler değil, işin toplumsal ve siyaset açılarından görebildiğim çarpık felsefesidir. Konuya böyle yaklaştığımda salt karara muhatap olanlar adına değil, tüm toplum adına içim acıyor. Bu işi kotaranların devlet olgusu ile iktidar ya da hükümet olgusu arasındaki derin kurumsal ve felsefi ayırımdan habersiz olduğu gün gibi ortadadır. O insanlar bilmiyorlar ki, devlet köklü ve anayasal değişim olmadan değiştirilemeyen, tarihin gafletle yüklü anlarında görülebildiği üzere değiştirilmeye tavassut edilse dahi başarılamayacağı sosyo-politik soyut bir olgudur. Devlet uzun süreli durağandır, fakat devlet değişmeden siyasi iktidarlar değişir, hatta halkın tercihi doğrultusunda faziletli siyasiler değişme cesaret ve ferasetini göstermekle sorumludur. Bu anlayış paralelinde anayasaların verdiği bireysel ya da toplu ifade özgürlüğü ile hükümetin istifası istenebilir. Bu talep bir suç unsuru değil, siyasilerin dikkate alması gerekene bir ikazdır. Ne vara ki, felsefeden yoksun bir yönetici kadrosu “kamusal alan” kavramından bihaber olduğu için en ufak bir toplu kalkışı dahi devlete saldırı olarak algılamaktadır. Cehalet o boyutta ki, topu tüfeği olmayan ve açık eylemlerle siyasi kadroya itiraz yönelten insanlar devlete saldırıyor suçlaması ile karşı karşıya bırakılabilmektedir. Cerrahın elindeki bıçak insanları sağlığına kavuşturur, ama cahil elindeki bıçak cinayete yol açar. Yazık! Toplumsal itiraz ve güçten korkan bir siyasi kadro, gelen itirazı siyasi kadro düzeyinden devlet düzeyine yükselterek, şiddet ve baskı uygulama gerekçesi oluşturma gafleti içindedir.
Mücella Abla ve dostlar, Mücella Abla’nın o yaşına kadar onurla yaşadığını ve kendilerine bu haksızlığı reva görenlerin de benzer yaşa geldiklerinde aynı şekilde yaşamlarından onur duymalarını temenni etmesi kör yüreklere yönelik harika bir insanlık öğretisidir, ancak olmayacak duaya âmin denmez! Mücella Abla ve dostlar sizler suçlu değil, güçlüsünüz, mesele öz anlatımıyla budur! Zira sizler duyulması ve dikkate alınması gereken halkın sesisiniz. Güçlü olduğunuz için sizlere ve sizler üzerinden bu sese koro olarak katılanlara şiddet gösterisi reva görülmektedir. Bu rüzgâr geçicidir, ister siyasal, ister biyolojik yoldan, ama tarihte kara yüzüyle yazılacaktır. Hiçbir aklıselim insanın bu durumda herhangi bir kademede olmayı ve tarihte bu kara leke ile anılmayı gönülden arzulayacağını idrak edemiyorum.
1 Mayıs tarihtir, ama kalbimize neşe ve huzur verecek bir tarih değildir. 1 Mayıs salt geçmişin acı olayları da değildir. Evet, geçmişte olaylar olmuştur, ama olay kavramı bize herhangi bir kişinin ya da toplumsal kesimin başına gelmiş anlık görüntü vermemelidir. Yaşananlar sistematiktir ve devamlıdır. Yaşananlar toplumda bir kesimin diğer kesim üzerinde kurduğu daimi zulümdür. O nedenle 1 Mayıs kutlanacak bir gün değil, hüzünle hatırlanacak ve namusun kurtarılması planlarının yapılacağı bir gün, hatta bir ay olmalıdır.
1 Mayıs kutlamalarının ertesi günü boyalı basının “1 Mayıs coşku ile kutlandı” manşeti ile çıkması ruhumuza huzur verecek bir haber değil, içimizi acıtacak bir rezilliktir. 1 Mayıs bir deşarj günü değil, tam tersi, bilinç yükseltme ve hedef saptama günüdür. 1 Mayıs programlarında hangi konuşmacı kapitalizmin nasıl bir sömürü sistemi olduğu, sıkıştığı dönemlerde biraz genişleyerek ya da sosyal demokrasi gibi bilinç çelici uygulamaları devreye sokarak emekçileri pasifleştirdiğinden söz eder ki!
Emekçi konusu tek bir güne sığdırılamaz. Bütün bir ay emekçi ayı olarak ilan edilmeli ve emekçilere üretim, katma değer, ücret, sömürü, artık değer ve devlet gibi kavramlar üzerinde yaygın seminerler yapılmalıdır. Emekçilere varsıların servetlerinin sosyal olarak ne anlama geldiği açıklanmalıdır. Yaşanan trajediler emekçilere sistematik olarak verilmelidir. Örneğin, içinden geçtiğimiz pandemi döneminde evde kahvesini yudumlayan patronların kasasına hayatı pahasına zorlanarak para basan emekçilerin hikâyesi gündemden düşmemelidir. Sağlıkçılarımızın siyasilerce dikkate alınmayıp salt alkışlarla pohpohlanan zorlu yaşam koşulları dikkatlerden kaçmamalıdır. Emekliler sadece çalıştıkları sürece yaptıkları birikimlerini değil, aynı zamanda sömürü yoluyla patrona aktardıklarını da istemeli, sendikalar bu bilinci geliştirmelidir. Kısacası, 1 Mayıs günü ve tüm zamanlarda üzerinde kafa yormamız ve plan yapmamız bir çok konu bizi beklemektedir.
Teknoloji gelişip, üretim robotlaştıkça, yapay zekâ sistemleri giderek yaşamımıza girdikçe mutlu olacağımıza, derin kasvete kapılıyoruz. Sebep, robotlaşmanın ve yapay zekânın işsizliğe yol açacağı ve yoksulluğu yaygınlaştırıp, derinleştireceği görüşüdür. Ne denli ters ilişki ve düşünce sistemidir bu böyle! Eğer muazzam zekâ eseri toplumlara büyük olanaklar sunabiliyorsa niçin üzülüyoruz ki! Evet, üzülüyoruz, çünkü sistem değişikliğini düşünemeyip, bu sistem içinde kalarak işsizliğin derdine düşüyoruz. Oysa tüm işlerimizi robotlar görse, bizler tiyatro yapsak, konferanslarda görüşlerimizi paylaşsak daha iyi bir toplumsal yapıyı kurmuş olmaz mıyız? İşte işin püf noktası burasıdır: zira don(durul)muş bilincimizle mülkiyet değişimini kesinlikle düşünemiyoruz. Adeta ket vurulmuş bilincimizle olağanüstü nimetlere kuşku ve nefretle yaklaşıyoruz.
1 Mayıs’lar ve emekçi bilinçlenme ayı olarak işlenebilecek Mayıs aylarının emekçilere ve tüm topluma huzur ve aydınlık yolu açabilmesi dileği ile!
Evrensel'i Takip Et