01 Mayıs 2022 00:32

Gezi’de kepçeciyi düşünen ‘darbeci’

Gezi direnişinde biber gazı ve gazeteciler

Fotoğraf: Özcan Yaman/Evrensel

Paylaş

Olayları izlerken kimliğimi gizleme gereği duymadım bilakis çalıştığım kurum eylem alanlarında bana daha rahat hareket etme ve polisten korunma imkânı sağladı. Ancak iş haberin ve bilginin paylaşımına gelince bu konuda kimliği gizlemek kaçınılmaz oldu.”

Gezi’den hemen sonraydı, gazetecilik ve aktivizm arasındaki gri alana fena halde takılmıştım. 2013 yazı, özellikle mesai sonrası, gazeteci arkadaşlarımla karşılaşıyordum, onlar da slogan atıyor ya da dayanışma eylemlerinin bir ucundan tutuyordu. Bazılarının anonim hesapları vardı, bazıları açık kimliği ile yazıyordu. Bazıları iki farklı hesapla Twitter’daydı; birinden kurum haberlerini paylaşıyor, öbüründen polisin nereyi kapattığını, açık yolları duyuruyordu. Bu konuda bir araştırma yapmaya başladığımda bir kısmı ayrılmıştı, kalanlar ise zamanla ya başka işlere ya da alternatif mecralara yöneldiler. Ama yukarıdaki alıntı, o sıkışmışlığı tam olarak ifade ediyordu.

Gezi, siyasi, sosyal, kültürel pek çok alanı değiştirdi, dönüştürdü. Medya da bu alanların başında geldi. Hem olumlu hem de olumsuz anlamda. İktidar açısından bir kırılma noktasıydı, yaygın medyadan tam biat talep edildi, onlar da kabul ettiler, çok sayıda gazeteci işinden oldu. Olumlu tarafı ise alternatif, yeni mecraların hayatımıza girmesi, yaygın medyaya güvensizliğin yarattığı boşluğu daha cesur medyanın ve gazetecilerin almasıydı. Sosyal medyanın yaygınlaşması, hem haber üretim ve dağıtım süreçlerini, hem de okuyucunun / izleyicinin bizzat katılımını sağladı. Bunun dezavantajlarını da deneyimledik, deneyimlemeye devam ediyoruz ama onu başka tartışmaya bırakalım.

KAÇ PARA, KAÇ PARA CANLI YAYIN KAÇ PARA!

“NTV logosuyla alana çıkmak mümkün değildi; elimde siyah mikrofonla röportajlar yapıyordum. ‘Nereden’ diye sorduklarında, yalan da söyleyemiyordum, ‘NTV’den ne yazık ki’ diyordum. Kimi gülüyor, kimi ‘Ben NTV’ye konuşmam’ diyordu.” (NTV’den bir muhabirden aktaran Mustafa Alp Dağıstanlı, 5 N 1 Kim, s. 44)

Dönemin başbakanı Erdoğan 2 Haziran 2013 akşamüstü Habertürk’te Fatih Altaylı’nın programına çıktı. Bugünkü hayalini kurduğu siyasi iklimin, tasarladığı medya ortamının işaretlerini orada verdi:

"Twitter denilen bir bela var. Yalanın daniskası burada. Bu sosyal medya denilen şey aslında şu anda bana göre toplumların baş belasıdır…"

"Onlar Taksim'e 20 bin kişi mi çıkardı ben de 500 bin kişiyi Kazlıçeşme'ye çıkarırım. Böyle bir imkanımız, gücümüz var…"

"Ben insanımı seviyorum ve alkolik olmasını istemiyorum. Alkolün insan sağlığına zararlı olduğu bilimsel olarak ortada…"

"Aracı reklam kurumları gazetelere ve televizyonlara reklam vermiyormuş. Böyle bir şey olabilir mi? Bu bir defa medya grupları için ve ülke ekonomisi için bir sıkıntı. Ben çok açık net söylüyorum. Arkadaşlara dedim bu kuruluşları bir tespit edin. Hangi kuruluşlar şirketlerin reklam vermelerine ambargo uyguluyorlar. Gereğini yaparız…"

Program yayınlandıktan sonra insanlar Habertürk’ün önüne gittiler. “Satılmış medya”, “Canlı yayın kaç para” diye slogan attılar, hatta kanalın önüne para attılar. Ertesi gün aynı sloganlarla NTV’nin önündeydiler. Protestocular bu sefer açıklama yapmayı ve NTV’nin bunu yayınlamasını talep ettiler. Kabul edildi fakat ekranda ses yoktu. Sonrasında yayın ses düzeltilerek tekrar verildi.  Lakin yaygın medya o günden sonra bir daha kendine gelemedi. İktidarın medyaya doğrudan müdahalesi olağan hale dönüştü, gazeteler, hatta köşe yazıları (mesela Kabataş yalanı için “Diliniz kaba, vicdanınız taş”) aynı başlıkla çıkmaya başladı.

Son bir-iki senedir iktidar medyasında “darbe girişimi” iddiası üzerinden Gezi ve 15 Temmuz arasında bir bağ / benzerlik kurulmaya çalışılıyor. Söylemeye gerek yok elbette ama “hükümet istifa!” sloganı atmak darbe girişimi değildir, hatta hükümetin istifasını istemek meşru bir taleptir; tanklardan insanların üzerine ateş açmakla kıyaslanamaz. Ayrıca darbeden sorumlu tutulan Gülen Cemaati medyasının tekmilinin Gezi’de Erdoğan’a destek verdiği de unutulmamalı. Tüm sanıkların beraatine, Osman Kavala’nın tahliyesine karar verildiği 18 Şubat 2020’deki davada Avukat Tora Pekin savunmasında iddianamede Zaman gazetesinden kopyalanmış bölümler olduğunu söylemiş, Can Atalay da “Zaman gazetesinin zihniyetiyle bizi karalayamazsınız” demişti.  O gün tahliyesi beklenen Kavala, “casusluk” suçundan yeniden tutuklandı. Geçen pazartesi tekrar açılan davanın karar duruşmasında, bu sefer casusluk suçundan beraat etti ama ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası aldı. Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman ve Yiğit Ali Ekmekçi ise 18’er yıl hapis cezasına çaptırılarak tutuklandı.

“Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini Ortadan Kaldırmaya veya Görevini Yapmasını Engellemeye Teşebbüs Etmekle” suçlananlardan Mücella Yapıcı, bir mimar olarak kamusal sorumluluğu için Gezi’ye sahip çıkanlardandı. Kısaca darbeye teşebbüsle suçlanan ve 8 Temmuz 2013’te gözaltına alınan Yapıcı’nın ifadesinden bir alıntı:

“Anıtlar Kurulu'ndan biz hiçbir iznin olmadığını öğrendik, suç duyurularını öğrendik. Parkın borularını ve enerji hattını patlattılar. Enerji hattıyla su bir araya geldi. O anda inanın ağaç bile umurumda değildi. Kepçe oraya kepçesini atsaydı kepçeci ölecekti. O arada milletvekillerimizi çağırdık. Hissiyatı olarak gidip orada çitlembik ağacına sarıldım tek başına. Sonra birkaç arkadaş geldi polis beni çembere aldı. Benim yüzüme bir tüp gaz sıktı. Bunların tüm kayıtları El Cezire televizyonunda, Hürriyet'te kayıtlı istenirse bunu verir. Sonunda ben hastanelik oldum. Ertesi gün milletvekilleriyle buluştuk, çevik kuvvet geldi ve Mete caddesinde kavuniçi gaz atıldı ve ben orada öleceğimi sandım.”

Nasıl ama tam bir ‘azılı’ darbeci ifadesi değil mi? Yapıcı’nın kaynak gösterdiği Hürriyet şimdi nerde, sahi El Cezire’ye ne oldu, hatırlayan var mı?

HER ŞEY BİTTİĞİNDE HÜNGÜR HÜNGÜR AĞLAMAMAK İÇİN

Gezi’den sonra medyanın nasıl kuşatıldığına dair içeriden pek çok ifşaat oldu, üzerine kitaplar yazıldı. Hemen hepsini okudum, dikkatimi çeken en önemli nokta, ‘eğer medya dik dursaydı bunlar olmazdı’. Dik duracak olan kim? Patronlar mı yoksa ‘simit satıp onurlu yaşaması’ talep edilen gazeteciler mi? Sermaye hep korkaktı. Misal, Erdoğan, Altaylı’nın programında reklamcılara ayar verir vermez reklam vereninden aracı kurumuna herkes hizaya geçti. Gazetecilerse örgütsüzdü, zayıftı, çaresizdi. İktidar medyasındakiler dahil. Tuğba Tekerek 2018’de IPI için o gazetecilerle görüşmüştü, sadece başlığını yazayım, siz hatırlamak için tekrar okuyun: "When this is all over, I will cry my heart out" [Tüm bunlar bittiğinde, hüngür hüngür ağlayacağım].

Tekerek’e konuşan gazetecilerin bir kısmı tahminen artık oralarda değil, çünkü içinden şüphe duyana dahi tahammülü olmayan bir medya inşa edildi. Bugün Cumhurbaşkanlığı uçağındakiler için Gezi, “Allah’ın bir lütfu”ydu. 

Öncesinde kimsenin adını duymadığı Halk TV, Gezi’de 24 saat yayın yaparak gönüllere girdi. O günkü cesaretleriyle isim isim bildiklerimiz, Kabataş yalanına alet olanlardan affedemediklerimiz…

Bu yazı bir hafıza tazelemesi olsun çünkü kimileri halen ekranlarda “nisyana” güvenip muhalif pozisyonlara oynuyor. İktidarın değişme ihtimaline karşı sermayenin ve kimi “hatırlı” gazetecilerin gözleri ışıl ışıl parlıyor.

Gezi’de karşısında durduğu kepçecinin hayatını dert edenler, Soma’dan Aladağ’a, haksızlığa uğrayan her davanın avukatı olanlar, dava için yurt dışından Türkiye’ye gelenler, şehir elimizden kayıp gitmesin diye mücadele edenler için, her haksızlıkta omuz omuza durduklarımız için, dahası kimse haksız, hukuksuz yere, trajikomik iddianamelerle, AKP’den siyasi medet ve itirafçılıktan rehin hakimlerin kararlarıyla “tutsak” olmasın diye örgütlenmeli gazeteciler. Gezi bir kırılma noktasıydı, hepimiz oradaydık. Bugün 1 Mayıs, şimdi değilse ne zaman!

*Bu yazı vesilesiyle, Gezi zamanı işten atılan, ardından sağlığını ve hayatını kaybeden gazeteci Sevim Gözay’ı saygıyla ve sevgiyle anıyorum.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa