04 Mayıs 2022 00:40

Gezi, 1 Mayıs, sokakta siyaset

TMMOB MMO önündeki Gezi davası eylemine katılanlar

Fotoğraf: Meltem Akyol/Evrensel

Paylaş

Gezi davası, ardından 1 Mayıs derken öncelikli meselemiz yine eylemler, sokak ve siyaset oldu. Söylenecek çok şey var, ancak duyması gerekip de duyan yok… Sussak bu sefer de gönül razı değil.

Karşılaştırma anlamayı kolaylaştırır, farkları netleştirir diyerek bu defa Fransa 1 Mayıs’ından göndermeli söyleyeceğim söyleyeceklerimi. Fransa’da 1 Mayıs eylemleri Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin hemen ertesinde ve seçimlerin etkisinde gerçekleşti. Eylemlerin öncesinde medyada 1 Mayıs’ın aşırı siyasallaşacağı konuşuluyordu. Yürüyüşten sonra da “Seçimlerin üçüncü turu sokakta mı yapılıyor?​” sorusu dillerden düşmez oldu. Eylemcilerin eleştiri oklarını neredeyse tamamen Macron’a yöneltmesi de bu tür muhakemeleri güçlendirdi. Seçimlerin ikinci turunda aşırı sağın önüne set çekmek için Macron’a kerhen oy veren toplumsal gruplar, 1 Mayıs vesilesiyle kendilerini hatırlatıp hazirandaki genel seçimler için de siyasete sokaktan ayar verdiler. Onlar bunu yaparken hiçbir siyasetçi çıkıp “Siyaset sokakta yapılmaz” demedi. Zira, ülkede siyaset sokakta da yapılıyor ve her ne kadar son yıllarda polisin eylemlere müdahalesi arttıysa da, sokak eylemleri 1960’lı yılların sonundan beri siyasetin olağan bir biçimi olarak kabul ediliyor. Medyada sorulan bu soru da böyle bir anlayışın ürünü. Eylemcilerin siyaseti ve siyasal kararları sokaktan etkilemeye çalışmaları da keza öyle. Bu açıdan bakıldığında, 1 Mayıs eylemleri adeta haziran genel seçimlerinin ilk “parti” mitingi gibiydi.

Türkiye’den bakıldığında, bu anlayış ne kadar da uzak geliyor değil mi? Hele de Gezi davası yeni sonuçlanmışken. Milyonların katıldığı eylemler için bir avuç insana en ağır cezalar yağmışken. Sokakta siyaseti sürekli kriminalize eden bir devlet aklı, gayrimeşrulaştıran hükümetler ve genellikle onların izinden giden, ancak istisnai olarak o yoldan sapan bir ana muhalefet varken. Evet, evet, Gezi eylemleri nezdinde yargılanan ve en ağır cezalarla mahkum edilen sokakta siyasetten söz ediyorum.

İki ülke arasındaki yaklaşım ve politikalardaki farklılık bununla sınırlı değil elbet. Paris’te eylemler sırasında bazı eylemciler şiddet repertuvarını kullandı. Aralarında anarşist grupların ve kırıcıların (casseurs) da bulunduğu bir grup bazı dükkanlara ve kamu mallarına zarar verdi. Yürüyüş güzergahı üzerindeki tüm emlakçıların camlarını aşağıya indirirlerken, bazı reklam panoları ile McDonald’s da eylemci şiddetinden payını aldı. Ciddi bir maddi zarar oluştu. Tüm bu yaşananlara karşın hiçbir yetkili çıkıp “Birileri düğmeye bastı, olayların ardında dış güçler ve onların Fransa’daki uzantıları var” gibi sözler sarf etmedi. Ne eylemin ne de şiddetin kökleri dışarıda aranmadı. Eylemleri finanse ettiği gerekçesiyle kimse gözaltına da alınmadı. Dolayısıyla ağırlaştırılmış müebbetle falan da yargılanmayacak.

Güvenlik güçleri bu şiddet eylemlerini gerçekleştirenlerden onlarcasını hedef gözeterek gözaltına aldı. Eylemin bütününe yönelik bir müdahale söz konusu olmadı. Zira, bu olaylar yaşanırken, diğer eylemciler bir iki duraklama dışında yürüyüşlerini sürdürdü. Polis, barışçıl gösteri hakkını kullananla şiddet repertuvarını kullananı aynı kefeye koymadı. Sadece eyleme katıldığı gerekçesiyle kimsenin kafası yarılmadı, gözü patlamadı.

Son yıllarda eleştiri oklarını iyice üzerine çeken Fransız polisinden ve kamu düzeni politikalarından söz ediyorum. İktidarın dümeni sürekli sağa kırmasıyla güçlendirilmiş bir polis örgütünden.

Paris 1 Mayıs’ı neoliberal güvenlik politikalarının nüansları olduğunu bir kez daha hatırlattı. Bu öyle bir nüans ki, bir yerde eylemler suç, eylemciler suçlu, hatta vatan hainidir, diğerinde ise sadece şiddetin cezası vardır. Birinde eylem güzergahı ağır cezaya, Silivri’ye, Bakırköy’e çıkar, diğerinde ise Nation Meydanı’na. Fark bu kadar açık.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa