Suriyeli sığınmacıların bayram izni kısıtlaması: Gitmek mi zor, kalmak mı?
Fotoğraf: Evrensel
‘Geçici korunma’ kapsamındaki Suriyeli ‘sığınmacı’ların Ramazan Bayramı’nda ülkelerine gidiş izni kaldırıldı. İçişleri Bakanlığının 19 Nisan 2022 tarihli kararı uyarınca, bundan sonra sadece cenazesi olanlara üç gün izin verilecek ve tabii bir de gidip de dönmeyecek olanlara…
Göç İdaresi Başkanlığı Uluslararası Koruma Genel Müdürü Muhammet Selami Yazıcı, AA Muhabiri Sefa Şahin’e 29 Nisan 2022 tarihinde yaptığı detaylı açıklamada, bu karara dayanak olarak uluslararası hukuktaki ‘Geri gönderme yasağı’nı gösteriyor. Ancak geri plandaki gerçek, süreci izleyen herkes tarafından biliniyor.
Ekonominin çöküşünü mültecilere bağlayan bir algı yaratma çabası uzunca bir süredir gündemde. Hem iktidar hem de muhalefetin ezici bir çoğunluğuna mensup politikacılar, sınırları özensizce çizilmiş ve fotoğrafın tamamını kapsamaktan uzak ayrımcı bir söylemle sorunu gündemde tutmayı tercih ediyor. Ayrımcı söylem kamuoyunda karşılık buldukça, üslup çirkinleşiyor; ırkçılık körükleniyor.
* * *
Türkiye kamuoyu, önceleri sadece dini bayramlar öncesinde sınırdaki bayramlaşma görüntüleri ile Suriyelilerden haberdar oluyordu. Sınırın iki tarafında kalmış, tel örgülerle birbirinden ayrılmış akrabalar, dini bayramlarda buluşur, hasret giderirdi. Bu buluşmalara ilişkin görüntülere, gazete sayfalarında ya da televizyon ekranlarında yer verilirdi.
1999 yılında Türkiye ve Suriye arasında imzalanan bir protokolle, bayramlarda akrabaların 48 saatliğine sınırın öte yakasına geçmesine izin verilmişti. Savaş nedeniyle 2011 yılında askıya alınan bu uygulama 2014 yılından itibaren sadece sığınmacıları kapsayacak biçimde yeniden başlatıldı.
Suriyelilerin dini bayramlar sırasındaki geçişleri hem göç uzmanları hem de göçü yöneten kamu yöneticileri tarafından ülkeleri ile bağlarının korunması işleviyle açıklanmaktaydı. Bunlara göre yapılan ziyaretler sadece insani bir buluşma olmayıp, gönüllü geri dönüş politikasının gerekli bir parçasıydı da.
Ancak görülen o ki seçim gündemi ağır bastı. Sığınmacıların güvenli bir biçimde geri dönüşü için gereken düzeyde barınma, gıda, sağlık, ulaşım ve eğitim hizmeti sağlandıktan sonra verilmesi gereken bu türden bir karar, iç politikanın gelgitlerine bırakıldı. Pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da ilkesiz bir popülizm gündeme egemen oldu. Tarihsel göç deneyiminden süzülen birikime ve sığınmacı haklarının kabul görmüş hukuksal çerçevesine uzak olan bu yaklaşım, başından itibaren bir ‘algı yönetimi’ odağı haline getirilmiş Suriyeli sığınmacılar konusunda yeni bir dip noktayı işaret etti.
* * *
“Suriyeliler madem bayram için ülkelerine gidebiliyorlar, o halde neden geriye dönüyorlar?” sorusu ilk elde mantıklı görünse de, konu kapsamlı, sorumlu ve insan haklarına saygılı politikalar üretilmesini gerektiriyor.
Siyasi iktidar başlangıcından bu yana konuya ekonomik çıkar ve hegemonya kurma ekseninde yaklaştı. Bu süreçte Kürtlerin mağduriyetini gölgeleme ve İslam dünyasının hamisi rolünü oynama arzusu belirleyici oldu. Çözüm arayışından uzak çıkarcı yaklaşımlar sonucunda, çok kısa bir sürede katlanan sığınmacı sayısıyla birlikte, sorun da giderek büyüdü. Başlangıçta ‘Savaştan kaçan mağdur insanlar’ olarak tanımlanan Suriyeliler, yürütülen yanlış politikalar nedeniyle ‘Bize yük olan tehlikeli insanlar’ olarak yaftalanmaya başlandı. Bu insanları yerinden yurdundan eden sürecin dinamikleri ele alınmadı. Erdoğan rejiminin kendisini merkeze koyan politikaları sonucunda sağlıklı bir tartışma zemini kurulamadı. Hatalı sığınmacı politikaları ve göç yönetimi yerine Suriyeliler sorgulanır oldu. Sıcak yaklaşım yerini endişeye sonra da nefret ve ırkçılığa bıraktı.
Tüm bu karmaşa ve başarısız göç yönetimi koşullarında popülist söyleme kapılmamak büyük önem taşıyor. Ekonominin çöküşünü mültecilere bağlayan sorumsuz bir algı yaratma çabasına prim vermeden, Suriyeli sığınmacılar üzerinden yaratılan sömürü düzeninin dinamiklerinin öne çıkarılması öncelik olmalı. Her şeyden önce üzerinde konuşulanların ezici bir çoğunluğunun yerinden yurdundan edilmiş, yoksul ve çaresiz insanlar olduğunu unutmamak gerekiyor. Suriyeli işçi ile patronu aynı kefeye koymayan, bu korkunç sömürüden kâr edenleri görünür kılan bir dil kurulmalı.
Kalıcı olacağı çoktandır belli olan bu nüfusun varlığı üzerine ilkesel politikalar geliştirilmesi gerekiyor. Emek Partisinin 1 Mayıs bildirisini aralarında Arapça’nın da yer aldığı beş dilde yaygınlaştırması bu bağlamda genişletilerek sürdürülmesi gereken bir adım olarak görünüyor. Koşullar ne kadar elverişsiz olursa olsun, sosyalistlere halkların kardeşliği ilkesini ödünsüz bir biçimde savunmak yakışıyor.
- Başarısız devletin yıkılışı mı, yeni bir felaketin başlangıcı mı? 15 Aralık 2024 04:03
- Suriye’deki gelişmeler ve çözüm sürecinin akıbeti 08 Aralık 2024 05:14
- Baskıların haritası bize ne söylüyor? 01 Aralık 2024 04:56
- 150. Yazı - Üçüncü Mektup 24 Kasım 2024 03:01
- Biber gazını 40 yaşından sonra tadanların muhalefetini zenginleştirmek 17 Kasım 2024 04:25
- Demokrasi karşıtlığının kitlesel tabanı 10 Kasım 2024 05:26
- Ahmet Özer'in tutuklanması ve Kolombiya barış sürecinden dersler 03 Kasım 2024 04:32
- Fethullah Gülen'den sonra... 27 Ekim 2024 04:02
- ‘Çözüm’ü küçük çıkarlar için heder etmek 20 Ekim 2024 04:47
- ‘İç cephe’ çağrılarını 10 Ekim 2015’te yitirdiklerimizin fotoğraflarına bakarak düşünmek 13 Ekim 2024 04:47
- İsrail devleti terörü neleri örtüyor? 06 Ekim 2024 04:32
- Sağda birlik arayışları ve Kürtler 29 Eylül 2024 04:45