07 Mayıs 2022 00:11

Satranç fobi

bir adam ve çocuk satranç oynuyor

Fotoğraf: Freepik

Paylaş

Bu başlık altında uzun yıllardır gözlemlediğim ve neredeyse hiç el değmemiş satranç korkularını açıklamaya çalışacağım. Konuyu, satranç bilmeyen insanların satranç korkusu, bilmesine rağmen oynamaktan korkanlar ve aktif olarak oynayanların korkuları olarak üç bölümde ele almak mümkün.

Satranç bilmeyen insanların satranç korkusu: Bu korkunun temelinde yatan, satrancın “çok zeki” insanlar tarafından oynandığı ya da oynanabileceği yönündeki kitlesel algıdır. Satranç, yüzlerce yıldır saraylarda oynanmış ve “asillerin” oyunu olarak görülmüştür. Bu hastalıklı yaklaşım modern zamanlarda evrime uğramış, asaletin yerini zeka kavramı almıştır. Toplumun algısı sesli ya da sessiz biçimde, “Satranç mı oynuyor? Hımm, o zaman çok zeki olmalı?!” şeklindedir. Bu özellikle bizim gibi az gelişmiş ve satranç kültürüne sahip olmayan ülkelerde daha sık karşılaşacağınız bir argümandır. Satranç bilmeyen bazı insanlar satranç oynanan ortamlara girmekten çekinirler. Bunun genel nedeni satranç oynayan insanlar arasında kendilerinin yeterince zeki görünmeyecekleri, yani bir anlamda statü kaybı ve kabul görmeme korkusudur. Lafı uzatmadan söyleyelim, dünyanın en zeki insanı olsanız bile eğer satranç çalışmıyorsanız sıradan bir amatör karşısında kaybedersiniz. Diğer yandan ortalama zekaya sahip herhangi biri küçük yaştan itibaren doğru eğitimleri alabilir, yeterince hırslı olabilir ve ekonomik olarak kariyerini finanse edebilir durumdaysa satrançta profesyonel seviyede başarılı olması kaçınılmazdır. Tıpkı diğer tüm meslek ve branşlarda olduğu gibi. Satrançta yüksek zeka ancak dünyanın zirvesinde oynayan oyuncular arasında fark yaratabilir. Kısacası iyi satranç oynamak yüksek zeka ile değil verilen emekle ilgilidir. Evet, satranç oynayan birçok dahi var ama ortalama zekaya sahip dünya şampiyonları da var. O yüzden korkmadan satranç öğrenmeye başlayın.

Ülkemizde en yaygın görülen ikinci grup, satranç kurallarını bilir, arkadaş ortamlarında zaman zaman oynar ama herhangi bir turnuvaya girmeye cesaret edemez. Bu bir tür performans kaygısıdır çünkü muhtemelen kendisinden yüksek beklentileri vardır, ancak aynı zamanda bunlara ulaşmak için yeterliliğe sahip olmadıklarını da bilir. Trajik ama gerçek şu ki, hayatında hiç satranç turnuvasına katılmamış satranç antrenörleri var ülkemizde. Adapazarı’da satranç oynadığım yıllarda öğretmen evine gider, sabahtan akşama kadar delicesine satranç oynayan ayrıca okullarında satranç dersi veren öğretmenleri turnuvaya katılmaları yönünde teşvik etmeye çalışırdım. Aldığım cevap genellikle “Ya çocuklar bizi yenerse hocam” olurdu. Kazanmayı ve kaybetmeyi öğrenememiş ve çocuklara öğretemeyecek öğretmenlerdi onlar! Öznel bakıyorlardı ama hayat bir o kadar nesneldi de. Kişisel düşüncem odur ki, iyi bir oyuncu satranç oynarken objektif olmak adına “Şimdi ne oynayacağım” ya da “Nasıl kazanabilirim?” diye sormak yerine, “Beyaz/siyah ne oynamalı?” şeklinde kendini revize etmelidir. Tahtadan “Ben” duygusunu çıkardığınızda benliğinizi saran korkularınızı da uzaklaştırdığınızdan daha iyi oynadığınızı görebilirsiniz. Kısacası kazanmak için değil, daha iyi satranç oynamak için oynamalısınız.

Gelelim aktif satranç oyuncularının korkularına; en büyük korkulardan biri, kendisinden rating olarak çok düşük bir oyuncuya kaybetmektir. Örneğin 2300 ratingli usta seviyesinde bir oyuncu 1700’lük bir amatöre kaybederse hem rating kaybetmekten hem de çevresinin alay konusu olmaktan korkar. Oysa kendinizden çok zayıf bir oyuncuya kaybettiğinizde kendi zayıflığınızı öğrenmenize dair önemli bir ders almış olursunuz. Bir diğer korku ise kazanılmış oyunu kaybetme korkusudur. Belli bir üstünlüğe ulaştığını gören oyuncu kazandığını düşünmeye başlar, odağını kaybeder, heyecanlanır, objektifliğini yitirir ve sonunda oyunu kaybeder. Lasker’in dediği gibi “En zor şey kazanılmış oyunu kazanmaktır.” Ben genellikle üstünlük elde ettiğimde kendime şöyle söylerim; “Şimdi kazanç bir konum var o yüzden iki kat konsantre ve dikkatli ol! Bu konuda son sözü eski Dünya Şampiyonu Mihail Tal’e bırakıyorum, üstat şöyle diyor; “Kaybetmekten korkuyordum, daha sonra çok basit bir gerçeği fark ettim, yalnızca ben değil rakiplerim de korkuyordu.”

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa