Emanet siyaset ve rehine demokrasisi
Fotoğraf: MA
5 Mayıs Karl Marx’ın doğum günüydü. Marx ve Engels’in kaleme aldığı Komünist Manifesto’nun üzerinden ise 174 yıl geçti. Marx’ın katıldığı ve kendisi açısından derslerle dolu ilk sosyalist iktidar ve demokrasi deneyimi olan Paris Komünü’nün üzerinden de 151 yıl geçti. İnsanlık tarihi ve işçi sınıfı açısından büyük kazanımlara imza atan 1917 Ekim Devrimi’nin sonrasında sosyalizm açısından yaşanılan yenilgiler epey bir süre kapitalizm ve ‘liberal demokrasi’ iddiaları bakımından üstten üstten konuşma imkanı sağladı.
Ancak kapitalist dünyasının bitmeyen savaşları, krizleri ve zenginlerle yoksullar arasındaki uçurumun giderek büyümesi, ‘Kapitalizm çalışıyor da, nasıl çalışıyor?’ sorusunu hep güncel tuttu.
Bir köşe yazısının sınırları içinde detaylı bir sistem tartışması yapmanın imkanı yok. O halde sadece kendi ülkemizden ve içinden geçtiğimiz dönemlerin özellikleri bakımından bazı değinmelerle devam edelim. 5 Mayıs günü HDP Genel Merkezi önünü ablukaya alan polis HDP Milletvekili Ayşe Acar Başaran’a “Seni çivilerim” dedi. Meclisin üçüncü partisinin genel merkezi önünde bunu yapan ve seçilmiş bir vekile karşı bu ifadeleri kullanan polis hakkında hiçbir işlem yapılmadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gezi davası ile ilgili mahkumiyet kararlarının ardından, “Gezi olayları’yla ilgili kararla yargımız benzer niyetleri taşıyanlara da hukuk ve adalet dersi vermiştir” açıklaması yaptı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da, Gezi davasına ilişkin, “15 Temmuz’da yarım kalan işimizi tamamlayacağız” ifadelerini kullandı.
Türkiye’nin yakın dönem siyasetini hiç izlememiş birisi son bir haftadaki bu gelişmelere tanıklık etse, muhtemelen bir darbe sonrası dönemde yaşanıldığını düşünecektir. Ülkenin Cumhurbaşkanı ve İçişleri Bakanı, muhalefete tehditler savuruyor ve polis de bu tablonun tamamlayan bir unsuru olarak bir muhalefet vekiline “Seni çivilerim” diyor. Devletin zirvesinin günlük siyasi pratiğinin bu olduğu ve bu dilin ‘güvenlik güçlerinin’ dili olarak dolaşıma girdiği bir temsili demokrasimiz var.
Bu tablo karşısında soralım: AKP’ye oy veren onca kişi tüm bunlar bu şekilde yaşansın ve üzerine de ücretler her gün erisin, yoksulların ekmeği her gün biraz daha küçülsün diye mi oy verdi gerçekten? İktidar partisine oy veren tüm yığınlar için böylesi bir genellemenin yapılamayacağını bize kamuoyu araştırmaları da söylüyor. Ekonomideki gelişmelerden pek çok alana kadar uzanan bir zeminde gerçekleştirilen birçok kamuoyu araştırmasında bunun böyle olmadığını görüyoruz. O zaman bu soruya yanıtımız herhalde şöyle olmalıdır: Verili temsili demokrasinin bize armağanıdır bu. Tam anlamıyla bir ‘rehine demokrasisi’. Bu da aslında siyasetin sandığa indirgendiği ve verilen oyun her türlü zorbalık ve sömürünün meşrulaştırıcısı kabul edildiği bir sistem. ‘Emanet siyaset’ gerçeğinden başka bir şey değil bu özünde. Siyasetin sandık yoluyla birilerine emanet edildiği, onun da, sandıkta aldığı destekle siyasi rakiplerini hapsettiği, belediyelerine kayyum atadığı ve vekillerini de ‘çivilemek’ ile tehdit ettiği bir siyasal düzen.
Yeniden başa dönelim. Marx, üretim araçlarının özel mülkiyetine dayalı kapitalist düzenin çekirdeğinde duran artı değer sömürüsüne işaret ederken, üretenlerin siyasete doğrudan, sürekli ve örgütlü olarak katılmadığı sürece bundan kurtuluşun olmadığına da vurgu yapıyordu. Marx’ın bütün hayatı ve yazdıkları bize bunu anlatır.
Türkiye’de sadece içinden geçtiğimiz dönem değil, temsili demokrasinin bütün tarihi bize ‘emanet siyaset’ ile demokrasinin mümkün olmadığını ve olamayacağını söyler. Cihan Tuğal’ın Evrensel’de önceki gün “Gezi, sokak ve hegemonya” başlığı ile yayımlanan yazısındaki bir vurgusu bu açıdan çok önemliydi: “Sokağı da sandığı da fetişleştirmeden, ikisini de yeni yarılmaların olası mecraları olarak değerlendirmek.”
Sandığın, örgütlü bir toplumsal irade ile desteklendiği ve sonuçlarının da takip edildiği bir ortamda bu çelişki aşılmaya başlayacaktır. Geri çağırma hakkı da, demokrasinin doğrudan işlediği bir mekanizma kurulamadığı sürece, dün sizden muhalefetteyken oy isteyen ve alanlar, yarın size parmak da sallayabilirler. Kuşkusuz bu son cümle yakın zaman açısından teorik bir tespit olarak duruyor. Ama hayatın her alanında, hak ve talepler etrafından canlı bir siyasetin işler kılınması başlangıç noktası olabilir. Bazen çok küçük bir alanda verilen mücadeleyle elde edilen kazanımlar bile bunu teyit ediyor.
- Kürt meselesinde bir ihtimal daha olmalı 13 Aralık 2024 04:57
- Sınırımızdaki yeni Afganistan ve kaostan rant devşirmek 09 Aralık 2024 07:00
- Geniş atılan ağda çıkışı aramak... 02 Aralık 2024 06:55
- Türkiye zor bir değişimin ağır sancılarını yaşıyor 25 Kasım 2024 06:35
- Ebedi barış mümkün mü? 18 Kasım 2024 04:23
- İki güncel rapor eşliğinde Kürt meselesini tartışmaya devam 11 Kasım 2024 04:47
- 'Çöle çevirdikleri yere barış geldiğini söylüyorlar' 06 Kasım 2024 05:33
- Bir siyaset olarak 'terörle mücadele' 04 Kasım 2024 07:07
- Erdoğan’ın Mevlana vurgusunun hikmeti ne olabilir? 31 Ekim 2024 08:07
- Mayınlı bir süreç 28 Ekim 2024 05:10
- Yenidoğan çetesi: Çürümenin ekonomi politiği 21 Ekim 2024 05:00
- Barışa kapı açmak mı, süreci yönetmek mi? 14 Ekim 2024 05:00