Irkçılık yükselirken
Fotoğraf: DHA
Suriyeli sığınmacılar 2011 yılından bu yana Türkiye gündeminin önemli bir parçası oldu. Kutuplaşmış toplumsal ortam ve kayırmacılığın baskın olduğu iç siyaset dinamikleri süreci etkiledi ve ondan fazlasıyla etkilendi. Uluslararası fonların kullanımındaki keyfilik ve kaynak aktarımının rant girdabından kurtulamayışı, konuya insan eksenli yaklaşımları gölgeledi. Suriyeli sığınmacıların sırtından kâr edenler bunun bedelini yoksul semtlerin siftahsız gün geçiren esnafına, ev kirası artan asgari ücretliye, işini kaybeden tekstil emekçisine, işini kaybetmemek için neredeyse karın tokluğuna çalışmaya razı olan inşaat işçisine ödetti.
Böyle bir ortamda gerginlikler arttı ve Suriyeli göçmenlere ilişkin algı hızla değişti. Aslında Erdoğan rejiminin tercih ve politikalarından kaynaklanan çöküşün sorumlusu olarak sığınmacıları gösteren parmaklar çoğaldı. Canı burnunda kitlelerin dramı, iktidar katında olduğu kadar muhalefetin ezici çoğunluğunca da istismar edildi. İlkesel politikalar yerine oy kaygısı öne geçti.
Irkçı dilin bildik negatif kalıpları, başta Suriyeliler olmak üzere farklı uluslardan sığınmacılar için her ortamda rahatlıkla kullanılır oldu.
* * *
‘Irkçılık’, farklı ırktan gelenlere ya da etnik kökene sahip olanlara yönelik ön yargıya dayalı ve düşmanlığa kadar giden ayrımcı davranış biçimlerini tanımlar ve doğuştan gelen biyolojik/fizyolojik özelliklere dayandırılır. Belli bir ırk ve etnik grubun üstünlüğü inancına dayanan pratiklerin temel varlık nedeni, buna paralel olarak geliştirilen ekonomik sömürü ve siyasal tahakküm ilişkileridir.
Tarih boyunca değişip dönüşen her kavramda olduğu gibi, günümüz ırkçılığı da klasik antropolojik yaklaşımın sınırlarını aşan boyutlara sahip. Bilimsel temeli olmayan biyolojik ayrımlardan üstünlük üretme gayesi, durum ve ortamlara göre farklı şekiller alsa da ırkçılığın çirkin yüzü hiç değişmiyor. Günümüzde, ırkçının ihtiyacına göre şekillenen ve onun zihnindeki ‘bütünsellik hali’ni tehdit eden gelişmelere karşı üretilen söylem, ayrımcı uygulamalardan düşmanlığa kadar uzanan bir seyir gösteriyor. ‘Öz değerler’i savunma kılıfı içinde, öfke ve nefretle şekillenen sömürü, aşağılama ve şiddet pratikleri uygulanıyor.
* * *
Suriyelilere yönelik ırkçı yaklaşımların kökeninde tarihsel ön yargıların bağrında gelişen ve güncel koşullarca şekillendirilen bir ‘Suriyeli göçmen’ kavramsallaştırması yatıyor. Bu kavramsallaştırmada Suriyelilerin insani özelliklerinin yok sayılması ve sığınma sürecini yaratan koşulların göz ardı edilmesi kritik öneme sahip.
Irkçı yaklaşımları savunanların temel özelliği ırkçı olmayıp kendi ulusunu savunduklarına olan derin inançları. Pek çok yerde olduğu gibi ülkemizde de ‘ırkçı’ sözünü “Ama ben ırkçı değilim” şeklinde tamamlıyor. Görece duyarlı bir dil tutturulan ortamlarda dahi ırkçılık dendiğinde hep coğrafi ve tarihsel olarak uzak örnekler veriliyor.
‘Irkçılık’ denildiğinde standart bir tanıma uygunluk beklentisi, nesnel değerlendirmelerin önündeki belki de en büyük engel. Aslında “Bizde ırkçılık olmaz” duygusuyla davrananın körlüğü de, saldırgan bir ırkçının toplumsal uyuma verdiği hasardan daha az etkili değil. David Roediger bu yüzden bize ırkçılığın boy verdiği ortamlarda ırkçılık üzerine konuşmamanın da ırkçılık olduğunu hatırlatıyor.
Sorumluluk sahibi siyasal müdahalenin önündeki en önemli bir başka engel, tartışmaların kamusal alanda şekillenen statik tanımlar üzerinden yürütülüyor olması. Oysa ırkçılığın zehirli dili gündelik hayatın dinamizmi içinde durmaksızın yeniden üretiliyor. TV ekranlarına egemen olan steril dil, Ervin Goffman’ın ‘perde arkası’ dediği ve ırkçılığın en çok yaşandığı ortamlarda olup bitene müdahale edemiyor. Çetin paylaşım koşullarının sahnesi olan sokakta, atölyede, çiftlikte üretilen ırkçı pratiklerin önlenmesine yetmiyor.
* * *
Tutarsız göç politikalarının ve siyasal çıkar sağlama eksenli yaklaşımların ürünü olan ve giderek yükselen ‘ırkçılık’, ilkesel politikaları zorunlu kılıyor. Her şeyden önce Suriyeli sığınmacıların sesine kulak verilmesi gerekiyor. Özellikle Suriyelilerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde ırkçılığı mekansal olarak geliştirecek süreçlere karşı çıkılması, ırkçılık karşıtı dayanışma ağlarının örülmesi, ırkçı söyleme yerel ve yüz yüze ortamlarda ve görünür yöntemlerle karşı çıkılması, anket ve resmi göç araştırmalarına giremeyen sesin duyulması/duyurulması bir ‘görev’ olarak önümüzde duruyor.
Bir yandan dayanışmayı yeniden tarif edip, enformel eğitim pratikleri üzerine düşünüp, ‘perde arkasında’ki ırkçılığı teşhir ederken, diğer yandan ırkçılığın bir duyarsızlık meselesi olmayıp, sermaye birikim/bölüşüm sürecinin ana bileşenlerinden olduğunu ve emek sömürüsünü nasıl kolaylaştırdığını öğrenmek, anlatmak gerekiyor.
* Roediger, D. 1994. Towards the Abolition of Whiteness. New York: Verso.
* Goffman, E. 2020. Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu. İstanbul: Metis Yayınları.
- Biber gazını 40 yaşından sonra tadanların muhalefetini zenginleştirmek 17 Kasım 2024 04:25
- Demokrasi karşıtlığının kitlesel tabanı 10 Kasım 2024 05:26
- Ahmet Özer'in tutuklanması ve Kolombiya barış sürecinden dersler 03 Kasım 2024 04:32
- Fethullah Gülen'den sonra... 27 Ekim 2024 04:02
- ‘Çözüm’ü küçük çıkarlar için heder etmek 20 Ekim 2024 04:47
- ‘İç cephe’ çağrılarını 10 Ekim 2015’te yitirdiklerimizin fotoğraflarına bakarak düşünmek 13 Ekim 2024 04:47
- İsrail devleti terörü neleri örtüyor? 06 Ekim 2024 04:32
- Sağda birlik arayışları ve Kürtler 29 Eylül 2024 04:45
- Günay Kubilay'dan "Bir Kumpas Davasının Anatomisi" 22 Eylül 2024 04:00
- Narin… 15 Eylül 2024 04:51
- Reşit Kibar "Ne" için öldürüldü? 08 Eylül 2024 04:04
- ‘Barış’ emekçinin hayatına nasıl dokunur? 01 Eylül 2024 04:10