17 Mayıs 2022 00:09

Veto kartı ve Erdoğan’ın kumarı!

NATO bayrağı

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Rusya’nın sınır komşusu Finlandiya ile İsveç’in NATO üyeliği için başlatılan süreç, bir kez daha Ukrayna savaşının Ukrayna’dan ibaret olmadığını gösterdi. Bu savaşın arka planındaki emperyalist egemenlik mücadelesini ve ABD-NATO saldırganlığını su yüzüne çıkardı.

Öte yandan NATO’nun “açık kapı” (yeni üye alma) politikasını desteklediğini açıklayan Türkiye’deki Erdoğan iktidarı, “Terör örgütlerine destek verdikleri” gerekçesiyle Finlandiya ve İsveç’in üyelik başvurularına karşı ‘veto’ kartını masaya sürüyor. Ancak emperyalistler arasındaki çelişkileri kendi çıkarı için kullanmaktan ibaret olan bu siyaset, giderek Türkiye’yi yeni dayatma ve tehditlerle yüz yüze bırakabilecek bir kumar haline dönüşüyor.

Almanya Başbakanı Scholz ve Fransa Cumhurbaşkanı Macron, her ne kadar savaşta Ukrayna’dan yana açık bir tutum almış olsalar da karşı karşıya kaldıkları siyasi ve ekonomik sıkışmışlıktan kurtulmak için savaşın Rusya ve Ukrayna arasında bir ‘uzlaşı’ ile sonuçlanmasını istiyorlar. Buna karşın ABD ve İngiltere ise, savaşı derinleştirip uzun bir sürece yaymak için ne yapmak gerekiyorsa onu yapıyorlar. Dahası bu konuda müttefikleri üzerinde de ciddi bir baskı uyguluyorlar.

Tam bu noktada Finlandiya ve İsveç’in NATO üyelikleri konusu, ABD emperyalizminin, krizi derinleştirmek ve batılı müttefiklerini kendi politik eksenine bağlamak bakımından Ukrayna savaşını nasıl bir fırsata çevirdiğini ortaya koyuyor.

Özellikle uzun sınır komşusu Finlandiya üzerinden Rusya’yı kuşatmaya yönelik bu hamlenin öbür ucunda NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in “Rusya’yı kınama konusunda gönülsüz olmak”la suçladığı Çin’in hedefe konmuş olduğunu da gözden kaçırmamak gerekiyor.

ABD’nin teşvik edip güvenceler verdiği, Almanya ve Fransa’nın destek açıklamaları yaptıkları Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üyelikleri konusunda Cumhurbaşkanı Erdoğan, “olumlu bakmadıkları” açıklamasını yaparak dikkatleri üzerine çekti. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, bu ülkelerin üyeliklerine neden karşı oldukları sorusuna “Çünkü bunlar PKK ve YPG terör örgütlerini destekleyen ülkeler” diyerek yanıt veriyor. Çavuşoğlu ayrıca Türk halkının büyük bir kesiminin bu ülkelerin üyeliklerine karşı olduğunu da söylüyor.

Elbette ne Çavuşoğlu’nun ve ne de Erdoğan’ın derdi halkın sesine kulak vermek, halkın isteğini yapmak değil. Öyle olsaydı büyük çoğunluğu Türkiye’nin de NATO üyeliğine karşı olan halkın sesini dinleyip bu ülkelerin üyeliğine itirazdan önce Türkiye’nin NATO’dan çıkması için adım atarlardı. Oysa bırakın NATO’dan çıkmayı, ABD’nin başını çektiği batılı emperyalistlerin bu savaş örgütünün genişlemesini savunarak emperyalist savaş tehdidinin giderek büyümesine açık destek veriyorlar.

Peki, o zaman Erdoğan iktidarı Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği karşısında veto kartını masaya sürerek ne yapmak istiyor?

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, Erdoğan iktidarı bu ülkelerin NATO üyeliklerine ve dolayısıyla ABD emperyalizminin krizi derinleştirme politikasına tutarlı ve kesin bir biçimde karşı çıksaydı bozuk saat gibi bir defa da olsa doğruyu göstermiş olurdu. Ancak Çavuşoğlu’nun NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, ABD Dışişleri Bakanı Blinken, İsveç Dışişleri Bakanı AnnLinde ve Finlandiya Dışişleri Bakanı Pakka Haavisto ile yaptığı görüşmelerden sonra yapılan açıklamalara bakınca “uzlaşma umudu”nun, yani pazarlıkların devam ettiği anlaşılıyor. Zaten Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın da “Türkiye, İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya katılması konusunda kapıyı kapatmadı, İskandinav ülkelerindeki terörist faaliyetlerine ilişkin kısıtlama istiyor” diyerek pazarlıkların devam ettiğine işaret ediyordu.

Erdoğan iktidarının veto kartını masaya sürerek yürüttüğü pazarlıklar ve ulaşmak istediği hedefler konusunda ise, şunlar söylenebilir:

Birinci olarak, her ne kadar PKK ve PYD/SDG’ye destek gerekçesi öne sürülmüş olsa da bu ülkelerin verdiği desteğin bölgedeki (Ortadoğu) dengeler bakımından belirleyici bir rolü bulunmuyor. Dolayısıyla bu ülkelerin desteği üzerinden sürdürülen pazarlıklar, asıl olarak Erdoğan yönetiminin ABD’den taviz koparmaya çalışması olarak anlam kazanıyor. NATO’da belirleyici güç konumunda bulunan ABD emperyalizminin Rojava’da Kürtlerle kendi bölgesel çıkarları temelinde bir işbirliği sürdürdüğü düşünüldüğünde, bu işbirliğini kendi bölge politikası bakımından büyük bir tehdit olarak gören Erdoğan yönetiminin son krizi bu konuda yeni tavizler koparmak için kullanmaya çalışması şaşırtıcı olmayacaktır. Hele de sınır ötesi operasyonların ülkede şovenizmi kışkırtıp burjuva muhalefeti yedeklemek ve demokrasi güçleri üzerindeki baskıyı arttırmak bakımından hâlâ oldukça kullanışlı olduğu ve güç kaybeden iktidarın da buna çok ihtiyacı olduğu bir dönemde.

İkinci olarak; Erdoğan, özellikle iç siyasette kaybettiği desteği yeniden toparlamak bakımından Rusya ve Ukrayna arasında arabuluculuk rolünü “Büyük ülke, güçlü lider” propagandası için bir fırsata çevirmeye çalışmıştı. Ancak bu rol çıkmaza girince bu kez NATO’daki veto kartı, böylesi bir propaganda için kullanılmaya çalışılıyor.

Üçüncü olarak, Erdoğan iktidarı bu ülkelerin üyeliğine açıktan destek vermeyerek Rusya’nın tepkisini doğrudan üzerine çekmemeyi hesap ediyor olabilir.

Ancak iktidarın kendini kurtarmak için masaya sürdüğü veto kartı, ülkede yaşayan halkları yeni çatışma ve tehlikelerle karşı karşıya bırakması kuvvetle muhtemel bir kumar olmaktan öteye geçmiyor. Çünkü yapılan pazarlıklara rağmen Ukrayna savaşının başından bu yana ortaya koyduğu tutum, Erdoğan iktidarının ABD-NATO’nun dayatmalarına karşı koyamayacağı bir noktada durduğuna işaret ediyor. Dolayısıyla Finlandiya ve İsveç’in üyelik süreci, aynı zamanda Erdoğan yönetiminin ABD-NATO eksenine daha fazla bağlanmaya zorlanacağı ve her koşulda hareket alanının daha fazla kısıtlanacağı bir süreç olarak işliyor.

Bu sürecin Rusya ile ‘denge’ siyasetini sürdürmeyi de giderek zorlaştıracağı ve bağlı olarak İdlib ve Afrin başta olmak üzere HTŞ ve ÖSO ile birlikte işgal altında tutulan bölgelerde Rusya, Suriye yönetimi ve İran’la çatışma riskini arttıracağını da not etmek gerekiyor.

Sonuç olarak; bugün Erdoğan’ın kendi iktidarını kurtarmak için her türlü pazarlığa açık bir biçimde sürdürdüğü siyaset, kaybettikçe oyuna devam edebilmek için diğer oyunculara daha fazla borçlanan bir kumarbazın durumuna benziyor. Fakat bu kumarın kaybedenleri aynı zamanda Türkiye ve bölge halkları da oluyor. Çünkü bu pazarlık siyaseti, ülkeyi Karadeniz, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’da etkilerini daha fazla hissedeceğimiz bir savaş girdabının içine doğru çekiyor.

Denizlerin idamlarının 50. yılında geniş çevreler tarafından anıldığı bugünlerde, ülkeyi yeni tehditlerle yüz yüze bırakan emperyalistlere ve işbirlikçi ülkegericiliğine karşı tıpkı onlar gibi gerçekten bağımsız ve demokratik bir ülke mücadelesini yükseltmek gerekiyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa