18 Mayıs 2022 00:22

Gayrinizami harp tekniği olarak homofobi

Onur yürüyüşü

Arşiv | Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

13 Mayıs’ta Ana Muhalefet Lideri ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu SADAT’ın kapasına dayandı ve şu açıklamayı yaptı:

“Şu anda önünde bulunduğumuz SADAT bir paramiliter kuruluştur. Ve düne kadar Erdoğan’ın danışmanlığını yapıyordu bunlar. Bu kuruluşun hedefleri arasında gayrinizami harp eğitimi var. Dikkatini çekmek isterim kamuoyunun, gayrinizami harp eğitimi var. Yani, sabotaj, baskın, pusu kurma, tahrip, suikast ve tedhiş. Arapça ‘terör’ ‘tedhiş’ olarak tanımlanıyor, Türkçesi de ‘terör’.”

Özel askeri şirketler 1990’lı yılların ortalarından itibaren savaşan orduların lojistik ve operasyonel ihtiyaçlarını karşılayan aktörler olarak boy göstermeye başladılar. Bunların en ünlüsü ABD’li Blackwater şirketi, SADAT Kurucusu Adnan Tanrıverdi’nin ifadesine göre kendisine Bosna’da görev yaparken ilham olmuş. Ancak, ABD’nin Irak işgaliyle büyük tartışmalara konu olan Blackwater’ın etkinlik alanı, gayrinizami harp ve jeopolitik stratejiyle de ilgilenen SADAT’a göre oldukça dar. SADAT, bu açıdan Afrika’da çeşitli ülkelerde paramiliter hizmetler sunan Rus Wagner adlı şirketten de farklı.

Kılıçdaroğlu’nun dile getirdiği SADAT’ın gayrinizami harp eğitimi konusu yaklaşık beş yıl kadar önce propaganda ve gayrinizami harp konusunda araştırma yaparken ister istemez önüme çıkmıştı. Tanrıverdi’nin üye olmadığı halde, üyeleri anayasada tanımlanan Milli Güvenlik Kuruluna kurul toplantısının adının değiştirilerek katılması bir siyaset bilimcinin gözünden kaçmaması gereken bir detaydı. Araştırmalarıma devam ederken tanıdık bir isme denk geldim: Prof. Nevzat Tarhan. Eşcinselleri heteroseksüllere dönüştüren terapiler uyguladığını iddia eden bu şahsın ismini LGBTİ+ camiası iyi bilir. ABD’li aşırı sağcılardan ithal edilen bu teknik insan sağlığı üzerindeki tahrip edici etkisi nedeniyle bugün birçok ülkede yasaklanmış durumda. Nitekim araştırmalarım sırasında dönüştürme terapisinin özel harbe mahsus psikolojik harp teknikleriyle birebir örtüşen özellikleri olduğunu keşfettim. Her ikisi de hedefe koydukları insanları ruhsal olarak dönüştürerek kontrol etmeyi amaçladıkları için uygulamada prensipleri benzeşiyor. Bu anlamda Tarhan’ın da hem psikolojik harp hem de dönüştürme terapisi uzmanı olan emekli bir askeri psikiyatr olmasına şaşmamalı.

Sedat Peker’in itiraflarında SADAT’ın psikolojik harp uzmanı olarak bahsettiği Nevzat Tarhan, hakkındaki iddiaları reddediyor. Ancak Tarhan’ın ismine SADAT sitesinde rastladığım günü gayet iyi hatırlıyorum. Araştırmamın yönünün ve hatta başlığının değişmesine yol açtığı için unutulmaz bir ilham kaynağım kendisi. Peki hakkındaki diğer iddialara dair itirazlarını nasıl değerlendirmeliyiz acaba? Nitekim 12 Eylül işkencelerinde yer almış ve tutsaklar üzerinde ilaç denemeleri yapmış Ayhan Songar ve Turan İtil’le (Muazzez İlmiye Çığ’ın kardeşi!) beraber çalıştığı iddia edilmişti. Ertuğrul Ünlütürk 2009 yılında Evrensel’de Songar ve İtil’in etkinliklerini şöyle anlatıyordu:

“1984 yılında, ülkedeki bütün cezaevleri devrimci tutsaklarla tıka basa dolu durumdayken içeriden birtakım haberler almaya başladık. Metris cezaevinden bazı devrimciler, iradeleri dışında tıbbi muayeneye(!) götürülüyordu. Götürüldükleri yer, HZİ Nöropsikiyatri Vakfının Gayrettepe’deki merkeziydi. Burada, devrimci tutsaklar üzerinde ABD’de piyasaya çıkacak olan bazı ilaçların denemesi yapıldı, devrimciler kobay olarak kullanıldı. Nazi Almanya’sında Dr. Mengele’nin tutuklulara yaptığı tıbbi denek uygulamasının aynısı burada yapıldı. Bu vakıf, ülkedeki her vakıf gibi Vakıflar Genel Müdürlüğünün kontrolü altında olması gerekirken, devletin cezaevlerinden devrimcileri alıp ilaç tekellerinin amaçları doğrultusunda kullandı.”

Nevzat Tarhan bu iddiaların hepsini reddetse de 2007 yılında Songar ve İtil’le 12 Eylül sırasında yürüttükleri “araştırmanın”(!) sonuçlarını paylaşmıştı. Buna göre “sağcılar gerizekalı, solcularsa antisosyal ve psikopat” çıkmış. Bu projeye dair henüz hiçbir tarihsel araştırma yapılabilmiş değil, nitekim Tarhan’ın vurguladığı üzere “Gizli bir devlet projesi olarak yürütülen bu çalışma resmi olarak ancak devlet tarafından yayımlanabilir.”

Eşcinselliğin, siyasi muhalefetin ve nihayetinde her türlü toplumsal farklılığın (Sınıfsal farklılık hariç, orada farklılık doğal kabul ediliyor!) ruhsal bir hastalık olarak kabul edildiği ve tıbbi müdahale gerektirdiği düşüncesi türlü özel harp tekniklerinin ortak temelini oluşturuyor. Toplumu bir insan bedenine benzeten bu yaklaşım her insanı toplumda gördüğü belirli bir işlevle tanımlıyor (Cem Karaca’nın deyişiyle “İşçisin sen, işçi kal”). Böylece mevcut toplumsal iş bölümü doğallaştırılarak buna itiraz eden herkes beden sağlığına (yani hakim toplumsal düzene) bir tehdit olarak algılanıyor ve böylece hem “cerrahi” hem de “psişik” müdahalelere zemin hazırlanıyor.

Geçtiğimiz günlerde LGBTİ+lara yönelik artan baskılar ve saldırılar içine girdiğimiz döneme ilişkin önemli işaretler veriyor. Ülkemizde demokrasi talep eden tüm kesimlerin LGBTİ+ konusunu salt bir kimlik talebi veya bir yaşam tarzı meselesi olarak görmekten vazgeçmesi ve iktidar kavgalarıyla doğrudan bağlantılı bir alan olduğunu idrak etmesi için kaybedilecek zaman yok. Bir sonraki yazımda Eskişehir’de eşcinsellerin taşlanarak veya yakılarak öldürülmesini telkin eden broşürlerden bahsedeceğim. 12 Eylül tutsakları ve LGBTİ+ların “ruh hastaları" olarak tanımlanıp, benzer psikiyatrik işlemlere tabi tutulması şu çıplak gerçeği kavramamızı mümkün kılıyor: “Anlatılan senin hikayendir!”

17 Mayıs Uluslararası Homofobi, Bifobi, Transfobi ve İnterfobi Karşıtı Günü kutlu olsun!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa