19 Mayıs 2022 01:24

NATO’ya da genişlemesine de hayır!

Finlandiya, İsveç ve NATO bayrakları

Fotoğraf: NATO

Paylaş

19 Mayıs 1919’da M. Kemal, Samsun’dan bağımsızlık savaşını başlattı diyenleri dahil burjuva politikası tüm versiyonlarıyla emperyalist strateji ve politikalar çerçevesinde dönenip duruyor. NATO üyeliği, ülkeyi Amerikan ve Avrupalı emperyalistlerin dümen suyunda çarka tutmuş durumda. Türkiye, NATO’ya üye yapıldıktan sonra, ülke halkının başı beladan kurtulmadı. Hâlâ belada olmaya devam ediyor. Türkiye’yi   yöneten emperyalizm işbirlikçileri, Amerikan emperyalizminin dünya ve bölge politikaları doğrultusunda NATO ordularının öncü cephe birliği olmayı günümüze dek sürdürdüler. Şimdi Erdoğan, iç ve dış hesapları ne olursa olsun, attığı her adımın, yaptığı her açıklamanın, aldığı her tutumun bir çıkar ilişkisi kapsamında olması, pazarlık ve pay kapma, ekonomik-mali ve politik rant sağlama hedefli olması aleni olsa da, ilk açıklamasında Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğine karşı çıkma tutumu almış bulunuyor. Bu tutumun sürüp sürmeyeceği, bu satırlar yazıldığında henüz belli olmasa da, ya da hatta ABD’ne giden Çavuşoğlu, Pentagon ve Beyaz Saray tarafından ikna edilip geri gönderilse dahi, Türkiye’nin NATO’dan çıkması başta olmak üzere NATO gibi bir savaş, işgal ve yıkım örgütünün genişlemesine karşı mücadele şarttır!

NATO’ya komuta eden ABD ve Avrupalı yardakçılarının Ukrayna’da sürmekte olan savaşın gündeme gelmesinin ve sürüyor olmasının asıl failleri arasında oldukları çok açıktır. Türkiye’nin NATO üyeliğinin devam etmesi ve NATO’nun Rusya ve Çin’e karşı konumlanmak üzere daha da güçlü halde takviyesi, eninde sonunda büyük savaşlara sürüklenmesi demektir. Türkiye’nin tüm uluslardan işçi ve emekçileri, emperyalizme ve uluslararası saldırı örgütlerine, Amerikan ve NATO üslerine, yabancı askeri birliklerin ve savaş aygıtlarının ülke topraklarında bulunmasına karşı olduğunu söyleyen herkes, ilerici-demokrat ve anti emperyalist aydınlar, gençlik ve emekçi kadın kitleleri, hiç de uzakta olmayan bir alanda süren savaşın yıkıntılarına bakarak ülkenin NATO üyeliğinden çıkarılmasının ülke ve halk yararına olduğunu daha net şekilde ortaya koyabilir, bu doğrultuda mücadeleyi yükseltebilirler.

Bu mücadele siyasal özgürlükler ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi mücadelesiyle de bağlıdır. Birbirini güçlendirir, takviye eder.

Türkiye’nin bağımsız bir ülke olduğunu söyleyenler yalan söylemektedirler.

Başlangıcı 19 Mayıs 1919’a tarihlenen -ki hiç de doğru değil-işgal karşıtı savaşın amaç ve hedefleri, direnişi doğuran koşullar ve savaşan toplumsal kesimlerin sınıfsal aidiyetleri dahil bağlantılı her şey, neredeyse yüzyıl oluyor, egemen sınıf(lar)ın çıkarlarınca yönlendirilen spekülasyon ve istismar konusudur. Devlet iktidarına yön veren politikalar hangi tür çıkarları öncelediyse, “kurtuluş ve kuruluş” ve sonrası ona göre tarif edildi.

İstismarcı tutumun günümüzdeki egemen versiyonunu temsil edenler, 1920’ler “Türk burjuva kurtuluş savaşı”nı, Osmanlı ecdatlarına karşı “Batılı zihniyetin kafirce başkaldırısı ve kıyımı” olarak gördüklerini, ilan ettiler. “Kantarın topuzunu kaçırıp” 150-200 yılın hesabını görmeye geldiklerini söyleyenler de bulunuyor.

Türkiye’nin “çağa, dünyaya, bölgeye damga vurduğu” yalanıyla bağımsız büyük güç gösterilerinde bulunmayı, yeni fetihçi politikalarla komşu ülkelerin topraklarında üsler kurup bağlı idari birimler oluşturmayı marifet sayanlar, NATO üyeliği ve ABD’ne bağımlılığı pekiştiren ikili askeri anlaşmalara, emperyalist çıkarlar için bölgede üstlenilmiş rollerle ülkeyi ve halkı yeni uçurumların, yeni yıkımların eşiğine doğru sürüklemeye aday politikalara bağlılıklarını sürdürüyorlar.

Yeni osmanlıcı fetih siyaseti NATOcudur: Amerikancılık tekelci sermaye iktidarının sağ gerici “genetik kodları”nda yazılıdır. ABD, NATO, AB ve emperyalistlerin diğer kuruluşları(Doğu-Batı) içeride ve dışarıda savaşçı-saldırgan, militarist ve baskıcıdır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzyılı, burjuva laisizmi, burjuva siyasal bağımsızlığı, burjuva hukuku ve demokrasisi, tekelci burjuvazinin uluslararası emperyalist dünya sistemine bağlı gelişimi ve aktüel egemenliğinde daha da biçimselleşmiş, gericileşmiş, sözde bahsedilebilir hale gelmiştir. İşbirlikçi tekelci burjuvazinin egemenliğindeki kapitalist Türkiye’de, anti emperyalizm, bağımsızlık ve demokrasi kavramları ve bunlarda içerilen anlamlar, geçen yüzyılın ilk çeyreğindeki anlam ve kapsamlarının daha da gerisindedir. Burjuva muhalefetin, bağımsızlık ve demokrasi söylemi, tekelci sermayenin oligarşik hakimiyetiyle koşulludur. Aynı nedenle de iflasa mahkumdur. ‘Tek adam yönetimi’ de, ona muhalif burjuva partileri de ülkenin kapitalist emperyalist sistemin bir halkası olarak kalması, tekelci kesimi başta olmak üzere burjuvazinin egemen sınıf konumununun devam etmesi politikasına sahiptirler. Onlar, giderek artan şekilde daha geniş alanlara yayılacak bir savaş için potansiyel güçleri artıran NATO gibi askeri örgütlerin, emperyalist askeri üslerin, uluslararası mali sermaye kuruluşlarının ve uluslararası tekellerin ülkedeki varlığına karşı değillerdir.

Bundandır ki burjuva politikası, ister kimilerinin söylemiyle “Kemalist!” olsun, isterse İzmir İktisat Kongresi’yle başlayıp İkinci Dünya Savaşı sonrası burjuva iktidarlarının, özellikle de DP’den AKP’ne sağ gerici ve faşizan politikalara sahip emperyalizm işbirlikçisi yönetimlerin “anti Kemalist” Abdülhamidçi türden olsun, sömürüyü, baskıyı, şovenizmi, ayrıcalıklı eşitsiz ilişkileri ve emperyalizme bağımlılığı temsil eder. Aksi yöndeki iddialar, işçi ve emekçileri yanıltmaya, halk muhalefetinin yükselmesi ve genişlemesini ve daha da önemlisi, emekçilerin sermaye ve uşağı politik parti, kurum ve oluşumlarla aralarına mesafe koyarak bağımsız sendikal ve politik örgütlerde biraraya gelmelerini engelleme amaçlıdır. NATO şantajına değil, NATO’dan çıkılmasına, NATO’nun dağıtılmasına ihtiyaç vardır. Türkiye’nin NATO ve onun üzerinden ABD’nin savaş ve saldırı rampası olarak kullanılmasına karşı mücadele edilmelidir.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa