Hangi yalan serbest, hangisi yasak?
Fotoğraf: Pixabay
Bu hafta yolculuğumuza okyanus ötesinden başlayıp buralara doğru gelelim. Konumuz çoğunlukla olduğu gibi ifade özgürlüğü, medya ve sosyal medya, herkesin derdi büyük, kaygısı başka. ABD’de ifade özgürlüğünün en önemli koruyucusu Anayasa’nın ilk ek maddesinin (First Amendment) bugünkü koşullarda ifade özgürlüğünü kısıtladığına dair tartışmalara daha önce bu köşede yer vermiştim. Hukuk profesörü Tim Wu, ifadenin kendisinin bir sansür aracına dönüştüğünü, artık konuşanın değil onu izleyenlerin hedef alındığını söylüyor ve yeni sansür biçimine dikkat çekiyordu. Columbia Üniversitesine bağlı Knight First Amendment Institute web sitesinde, geçen hafta bu kez de sosyal medya moderasyonunu odağına alan yeni bir First Amendment tartışması başladı. Evelyn Douek ve Genevieve Lakier, bu konuya bir blog serisi ile derinlemesine dalacaklarını duyurdular. Duyuru yazılarında, ek 1. maddenin tartışılmaz olmadığını, hatta bazı belirsizlikler ve karmaşık anlamlar taşıdığını, bugünkü koşullara her zaman uygulanamadığını iddia ederken esas dertlerini şu ifadeyle özetliyorlar, eninde sonunda bu konu yüksek mahkemenin önüne gelecek ve mahkemenin kararını o sıralarda ifade özgürlüğünü nasıl tartıştığımız belirleyecek. Yüksek mahkemenin karar öncesi geçen ay sızan kürtaj karşıtı notlarını ve yarattığı endişeyi düşünecek olursak pek de yersiz bir kaygı değil.
Yazarlar blog serisinin ilkinde, Yüksek Mahkeme’nin 2012 yılında karara bağladığı Alvarez ABD’ye karşı* davasını ele alıyorlar. Xavier Alvarez, 2007 yılında, Kaliforniya’da bir kamu kuruluşunun yönetim kurulu üyesi olarak katıldığı halka açık bir toplantıda, 25 yıl boyunca deniz kuvvetlerinde çalışıp emekli olduğunu ve 1987 yılında Kongre Şeref Madalyası aldığını söylüyor, tümü yalan. Bunun üzerine kendisine açılan davada 2005 yılında çıkarılan bir yasaya göre (Stolen Valor Act) suç işlediğine karar veriliyor ve ceza alıyor. Alvarez, yasanın ifade özgürlüğüne aykırı olduğu gerekçesiyle itiraz ediyor. Yüksek Mahkeme oyçokluğu ile aldığı kararda Alvarez’in yalan söylemeyi bir alışkanlık haline getirdiğini, ancak yalanlarının yasalarla yalan söylemenin kısıtlandığı alanların içinde yer almadığını belirtiyor. Hatta eğer hangi konularda yalan söylenmeyeceğine dair bir liste yapmaya kalkılırsa Orwell’ın 1984 romanındaki Hakikat Bakanlığı’na çok yaklaşılacağı uyarısını yapıyor.
Burada bir parantez açıp ABD’deki düşünce özgürlüğünün kapsamına da değinmek gerek. Ek 1. Maddeye göre Kongre ifade ve basın özgürlüğünü kısıtlayıcı bir düzenleme yapamıyor, neyin düşünce özgürlüğü olduğu ya da Avrupa ve bizde olduğu gibi ifade özgürlüğünün hangi koşullarda kısıtlanacağına dair net düzenlemeler de yok, ancak doğrudan şiddete kışkırtan ifadeler cezalandırılıyor. Bu kapsamda nefret söylemi örneğin ABD’de düşünce özgürlüğü kapsamına girerken, Avrupa’da daha sıkı yaptırımlara bağlanabiliyor. Yalan söylemek ise devlet kurumları söz konusu olduğunda suç. Yani bir kamu kurumuna diplomanız ile ilgili yalan söyleyemezsiniz ancak Alvarez davasında olduğu gibi kamuya açık yerlerde o konuda ödüllü bir uzman olduğunuzu söyleyebilirsiniz. Bu fark liberalizmin beşiği ABD’nin düşüncelerin serbest pazarda dolaşması ve iyi düşüncenin illa ki kötüsünü kovacağına inançtan geliyor. Alvarez Kararını Yeniden Okumak başlıklı makalelerinde Douek ve Lakier, bu kararın da net olmadığını ve sosyal medya üzerinden dönen tartışmalarla birlikte her an ifade özgürlüğünü kısıtlayacak başka kararlarla karşı karşıya kalınabileceğini savunuyorlar. Sosyal medya tartışmalarının salt ABD merkezli görüş ayrılıklarına indirgenmesine karşı çıkanlar da var. Her koşulda seri takip edilmeye değer bence.
EN İYİ SOSYAL MEDYA YASASI HENÜZ YAPILMAMIŞ OLAN
Avrupa, ABD’yi yakından izliyor. İfade özgürlüğüne bakışları birbirinden farklı olsa da doğru ve etkili bir sosyal medya düzenlemesine henüz ulaşılamadı. Denge ve Denetleme Ağı geçen hafta Almanya, İngiltere, Fransa, ABD’nin yanı sıra daha otoriter olarak tanımladıkları Hindistan, Rusya ve Çin’deki düzenlemeleri derleyen bir rapor yayınladı. Düzenlemelerin öncüsü Almanya’nın NetzDG yasası, ırkçılığın ve söyleminin önlenmesini amaçlarken birincil olarak sosyal medya platformlarını sorumlu tutuyor. 2018’de yürürlüğe girdiğinden beri iki kez değiştirildi, hatta platformlara ölüm tehdidi, şiddete çağrı türünde içerikleri emniyet güçlerine bildirme yükümlülüğü dahi getirildi. Hapis cezaları söz konusu, ancak henüz böyle bir vakıa olmadı. Almanya’nın işleyen bir hukuk sistemi var lakin başka devletler sosyal medyayı kısıtlamak için NetzDG’den epey esinleniyor, bu yüzden de yasa çok eleştiriliyor. Fransa’da 2020’de yürürlüğe giren Avia yasası, ifade özgürlüğünü yeterince korumadığı, hakikati belirleme konusunda fazlaca hevesli olduğu gerekçesiyle çok eleştirilmişti, en önemli maddeleri Anayasa Mahkemesi’ne takılmış durumda. İngiltere de sorumluluğu platformlara yüklüyor lakin aynı zamanda siyasi bağlamı dikkate alma ve “demokratik açıdan önemli” içeriklere yüksek düzeyde koruma sağlama görevini de ekliyor.
Gelelim Türkiye’ye, geçen senenin başından beri bir sosyal medya düzenlemesi gündemde. Taslağın içeriği en az 10 kez iktidar medyasına sızdırıldı. Bu kadar gecikmesinin sebebi toplumun çeşitli kesimlerinden görüş almak, konunun daha geniş bir kesimde tartışılmasını sağlamak değil, ülkede yasalar öyle yapılmıyor. Haberi yapılan taslaklarda ya da iktidarın söylemlerinde en öne çıkan kavram dezenformasyon, en son taslakta bunun için bir kurul oluşturulacağı da ifade ediliyor, Orwell’ın “Hakikat Bakanlığı” ihalesi çoktan açılmış durumda. İfade özgürlüğünün nasıl korunacağına dair en ufak bir bilgi yok. 2020 Temmuz’unda yapılan düzenlemeyle sosyal medya platformlarına burada birer temsilci bulundurma zorunluluğu getirilmişti zaten, şimdi daha fazla sorumluluk yüklenmesi gündemde (gerekçesi Avrupa’da da benzer düzenlemeler var). Ve fakat burada işler çetrefilli. Erdoğan’ın “siyasi ve sosyal beka sorunu” olarak nitelediği sosyal medyada platform temsilcilerine doğrudan içerik çıkarma ‘emri’ nasıl verilecek, bir “Alo Fatih” atayamadıktan sonra bu emirleri kim, niye uygulasın? Yanı sıra eğer kurallar belirlenip herkese uygulanmaya başlarsa iktidarın sosyal medya grupları bundan nasıl etkilenecek? Önümüz seçim, sosyal medyaya muhalefet kadar iktidarın da ihtiyacı var. Kısacası ‘doğrunun ne olduğuna ben karar vereyim, buna itiraz eden de cezalandırılsın’ bir yasaya nasıl sığacak? Haydi, sığdı diyelim, kontrolsüz alanlarda daha da hızlı büyüyen ve yayılan yanlış bilgiler o ‘beka’yı daha fazla tehdit etmeyecek mi?
Tarihten küçük bir hatırlatma, ‘yalanla mücadele’ 1960’ta Menderes’in de dilinden düşmüyordu. Basını sansürlemesi kâr etmemiş, vatandaşlardan ihbarcı olmalarını dahi talep etmişti. Ancak işe yaramadığı gibi dönüp iktidarını vurdu. Bilinenden çok daha fazla öğrencinin yaralandığı, öldürüldüğü hatta asfaltlara gömüldüğü dilden dile dolaştı. Sansür fısıltı doğurmuştu, fısıltı sansürlenemiyordu**.
Sonuç olarak dün de, bugün de; burada ve başka yerlerde siyasi bekayı yalan / dezenformasyonla nasıl mücadele edildiği değil, ifade ve basın özgürlüğünü nasıl tartıştığımız belirledi, belirleyecek.
* Davaya ve genel olarak ABD ve Avrupa’daki ifade özgürlüğü tartışmaları için faydalı bir makale: Neslihan Özeler Sezici, Amerikan Yüksek Mahkemesi Perspektifinde Yanlış İfadelerin Anayasal Koruması,TİHEK Adademik Dergisi, Yıl:5, Sayı:8, https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1998105
** Bülent Ulus ve Hakan Güngör, Parola 555K: Bir Başkaldırının Sıradışı Öyküsü, Kor Yayınları, s.99
- Haberin telifi meselesi 03 Aralık 2024 06:30
- Marx’ın vampirleri ve medyanın yeni sermayedarları 26 Kasım 2024 06:48
- Gazetecileri yargıdan kim koruyacak? 18 Kasım 2024 04:30
- Etki ajanlığı: Muhalefet 'casusluk' sayılacak 12 Kasım 2024 05:00
- Etki ajanlığı: Tek yasayla çok yasak 05 Kasım 2024 05:02
- ‘Cesur Yeni Dünya’nın çocukları 13 Ekim 2024 04:22
- “Sınır hattı çok sıcak” 06 Ekim 2024 04:42
- Medya bir çocuğa kanat takıp ağladı, diğerini çöpe attı 29 Eylül 2024 05:05
- Narin’in kanatlarından melek olmaya çabalamak 15 Eylül 2024 04:53
- Özak Direnişi bitmedi 13 Eylül 2024 05:20
- Gazeteciliği S-400’lerle aynı kutuya mı koyalım, ayrı mı saralım? 01 Eylül 2024 04:52
- Kâr-zarar hesabıyla ‘dijital faşizm’ 10 Ağustos 2024 06:50