Erdoğan’ın vaatleri mi, halkın sefaleti mi, gerçek hangisi?
Fotoğraf: Mustafa Kamacı/AA
İktidarının 20. yılında, bütün devlet olanaklarını, devletin sivil-askeri tüm bürokrasisinin güç ve kuvvetini, medya tekelini, kullanılabilir ‘kamu birikimi’ adına ne varsa tümünü yönetim ve hakimiyet araçları olarak sevk ve idare eden ‘Tek adam yönetimi’nin “reis”i Erdoğan, vatandaşın refahını artırdıklarını söylemekle kalmadı, daha da artıracaklarını söyledi.
Bu açıklamayı ciddiye alan, beklentiye giren bir hayli emekçinin hala varolduğu bir gerçektir. Yanılgı ve aldanma insana dairdir. Lafı söyleyen, vaatlerde bulunan, bir de devlet denen aygıtın tüm gücünü elinde tutuyor, yani makineye-aygıta kumanda ediyorsa, beklentinin olması daha da kolaylaşır.
Ama bir de yaşamın kendi pratiği, apaçık gösterdiği gerçeklikleri var. Kişi, burjuvazinin propaganda aygıtlarının köreltici-uyuşturucu zehriyle ağulanmamışsa, içinde yaşadıkları onun için tüm diğer söylenti ve söylemlerden daha çarpıcı, daha ikna edici olur. Sokaklarda, pazar yerlerinde, oturacak-çay içecek parası varsa kişilerin kahvelerdeki sohbet ve tartışmaların en önemli konusunun ekonomik durumun kötüye gidişi, enflasyon artışı, hayat pahalılığı olduğunu, artık yalan, yasak ve zor yöntemiyle yönetmeyi en önemli marifet sayanlarca dahi kabul görüyor. Ama onlar, bu durumun geçici olduğunu, refah ve huzura ermeye az kaldığını söyleyerek aldatı ve yanılgıyı istismarı sürdürerek “malı götürme” derdindeler. İktidarı kaybederlerse, yağma ve talan sahasına çevirdikleri ülkede, birileri değilse birilerinin, kendilerinden hesap sormaya kalkışacağını, düşünerek, iktidarlarını ne pahasına olursa olsun sürdürmek istedikleri için, kitleleri ya da onların bir kısmını etkilemeye devam eden ne tür önyargı, yanılgı, inanç, beklenti vb. varsa, tümünü istismarı zorunlu görüp sürdürüyorlar.
Bu istismar ayrıca, bugüne değin yapılan rant paylaşımı üzerinden belirli bir inandırıcılık da taşıyor. “Vatandaşlar”ın değil, ama bir kısım “vatandaş”ın ihya edildiği doğrudur. Bu “vatandaşlar” kuşkusuz, bir ara tehdit amaçlı söylendiği üzere “yüzde elli” falan da değiller! İstismar, aldatı ve rant dağıtımına dayalı o oran iniş aşağı yol almaya başlayalı çok oldu. Hâlâ “vatandaş olarak görülenler”in içinde de azınlığın azınlığı bir kesimin milyon-milyar dolarlar götürürken, diğerlerinin iane politikasından yararlansalar bile, yine de yoksullar safında oldukları bir diğer doğrudur. Kendi ifadeleriyle Saray üst ve ayrıcalıklı bürokrasisi, “hala altı milyon aileye yardım edildiğini” söylerken, politik-ideolojik ve kültürel yandaşlık elemesini geçenlerden söz etmektedir. Bu aileler özel olarak seçilip yardım edilerek oy potansiyeli konsolide edilmeye çalışılırken, gelirleri pandemi gibi en kötü koşullarda dahi 18 milyar dolar artan zengin azınlığın avanda düzeni sürsün diye, bu potansiyel yedekte kalsın istenmektedir.
Erdoğan, “Hayat pahalılığı başta olmak üzere çeşitli sıkıntılara karşı karşıya olduğumuz gerçektir. Fakat bu millet gerici bir muhalefeti de hak etmiyor. Ülkemizin bu güne kadar her meselesini nasıl biz çözdüysek, Allah‘ın izniyle yine bu sıkıntıların üstesinden biz geleceğiz” derken, tam da mevcut sömürü, yağma ve baskı cenderesi yararına konuşmaktadır.
Düşünme ve sorgulama yetisine sahip her işçi ve emekçi, bugüne kadar hangi sorunların çözüldüğünü sormalıdır! Kendisine, kendi arkadaşlarına ve elbette iktidar güçlerine ve sermaye muhalefetine de. O nasıl sorun çözmedir ki, asgari ücretin 4253 TL olduğu bir zamanda açlık sınırı 5323; yoksulluk sınırı 17.340 liradır. (Birkaç ay önceki veriler) 8 milyon kişi işsizdir. 2019 sonu itibarıyla ülke toplam gelirinin %47,5’ni en üst zengin %20’lik nüfus bölümü alırken, en alt yoksul kesimin payına ancak %5.9’luk kısım düşmüştür ve bu uçurum son iki yılda zenginler yararına-ki ülkeyi yönetenler bunlar arasında yer almaktadırlar- daha da büyümüştür. Tüketici Hakları Derneği (THD), TÜİK ve Türk-İş›in verilerini kullanarak yaptığı hesaplamaya göre, 2021 yılı Haziran ayı itibariyle Türkiye‘de 66 milyon kişi yoksulluk çekmektedir.
Bunlar Türkiye’de toplumsal yaşamın önemli gerçeklikleri arasındadır. Ve evet, kapitalist sömürü koşullarını savunarak sermayenin iktidardaki ya da muhalefetteki partileri bu sorunları ortadan kaldıracak bir çözüme ulaşamazlar. Dolayısıyla da kim ki bu sistem içinde kalarak işçi ve emekçileri refah, huzur ve güvene ulaştıracağını söylüyorsa, yalan söylüyordur.
Ama, çalışan halk, sermaye çıkarlarının ifadesi olan, o çıkarlara bağlanan politikalara inanmaya, onların yanında yer almaya ne mecbur ne de mahkumdur. İşçi ve emekçiler çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirmek için güçlerini birleştirdiklerinde, kazandıklarına dair çok örnek vardır. Hem ülkede hem de uluslararası alanda. 1830’lu yıllardan beri işçiler çeşitli ülkelerde burjuvaziye ve onun hükümetleri-partileri ve kurumlarına karşı talepleri için, ve sınıfının bilinciyle hareket etmeyi öğrendiği oranda burjuva devlet iktidarıyla kapitalizme karşı mücadele ediyor. Bizim ülkemizin işçi ve emekçilerinin günümüzdeki kuşaklarının da unutmuş olamayacakları ya da olmamaları gereken, kendilerine ‘miras bırakılan’ mücadele deneyimleri vardır. Kale Kilit, Prelli, Paşabahçe Cam, Sasa-Mensa-Bossa, Tariş, Zonguldak, Ünaldı, TEKEL, ve daha çok sayıdaki direniş, dönemin sermaye güçleri ve hükümet politikalarına karşı gerçekleştirilmiş ve elde edilebilen ne hak olmuşsa bu direnişler sonucu gerçekleşebilmiştir.
Beklenti oluşturmak ve yedeklemek için sıralanan burjuva vaatleri doğrultusundaki her uygulamayı, emekçilere yönelik yeni saldırı politikaları izleyegelmiştir. Burjuvazi ve devlet iktidarı, zorunlu kaldığında kabullendiği uygulamaları fırsat doğduğunda yürürlükten kaldırıp yağmaya girişmiştir. Yeni aldanmalara değil, çalışma ve yaşam koşullarında iyileştirme sağlama hedefli birleşik mücadeleye ihtiyaç vardır. Ücret ve maaşlar temel ihtiyaçların karşılanacağı yoksulluk sınırının üzerinde bir düzeyde artırılmalı; kaynaklar silahlanmaya, ilhak eylemlerine, halkın zorbaca boyunduruk altında tutulması araçlarına değil emekçilerin ihtiyaçlarına ayrılmalıdır.
- Kürtçe eğitim Türkiye’yi böler mi? 14 Kasım 2024 04:52
- Bahçeli’nin çağrısı Kürt gerçeğinin neresinde? 07 Kasım 2024 05:41
- Sorun yoksa, telaş niye? 31 Ekim 2024 06:54
- Çürümenin toplumsallığı ve çürüyeni yönetme politikası 24 Ekim 2024 12:47
- İktidarın ekonomi kriterleri 26 Eylül 2024 05:56
- Vicdansızlık! 19 Eylül 2024 05:15
- Derin ve lağımlı bataklık! 12 Eylül 2024 05:58
- Sağın gücü ve işçilerin ‘kör noktası’ 05 Eylül 2024 05:28
- Malazgirt, Bahçeli, HÜDA PAR vs. 29 Ağustos 2024 05:40
- Kararlı saldırı, mızmız muhalefet! 22 Ağustos 2024 04:51
- Çark dönerken preste ezilmek, ateşte erimek! 15 Ağustos 2024 05:18
- İsrail’e ve gerici savaşlara barikat örmek! 08 Ağustos 2024 05:00