Holdinglere aşırı kâr, halka zam ve vergi

Fotoğraf: Damla Kırmızıtaş/Evrensel
Büyük patronlar ve para babaları için ekonomi tıkırında. Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşlarının toplam faaliyet kârı 2021’de yüzde 139 artmış. Bu tekellerin net üretim dışı gelirleri -faiz vb.- 97 milyar olmuş. Bankaların net kârları ise faize karşı atılan sahte nutuklar eşliğinde yüzde 300’e yaklaşmış. Finans ve sigorta sektöründe büyüme yüzde 24.2. Birilerinin büyümesi için birilerinin de küçülmesi gerekiyor. Kapitalizmin genel yasası böyle diyor. Bunlara işçi ve emekçilerin milli gelirden aldığı pay 35.5’ten 31.5’e düştüğü gerçeği eklenince her şey yerli yerine oturuyor.
Ama elbette tablo bundan ibaret değil. Toplam vergi gelirleri içinde dolaylı vergilerin payı yüzde 70 olmuş. Yani evine ekmek, çocuğuna süt, temel ihtiyaç maddeleri vb. alan işçi ve emekçinin vergileri, peş peşe tsunami dalgaları gibi gelen zamlardan devletin kasasına giren paralar kur korumalı mevduat hesapları ile, garantili kârla çalışan işletmeler aracılığıyla, vergi indirimleri ve afları yoluyla büyük sermayeye aktarılmış. Görüldüğü gibi sermaye ve iktidar bir koyundan iki post çıkarma konusunda uzman. Bir taraftan aşırı sömürü, diğer taraftan vergi yoluyla soygun! Bir tarafta biriken zenginlik, diğer tarafta biriken ise açlık ve yoksulluk.
Bütün bunlar için büyük sermayenin bir kutlama yapması gerekir değil mi? Koç Holding bünyesindeki, üretimden satışları 136.8 milyar TL olan TÜPRAŞ tatlı kârların verdiği rehavetle 22 işçiyi kapı önüne koyarak kutlamayı başlattı. TÜSİAD başkanı ise enflasyonun bu hızda gitmesi durumunda kitlesel işten çıkarmaların olacağını müjdeliyor! TÜPRAŞ’ta işçiler bu saldırıya sınıf dayanışması ve mücadelesi ile net bir yanıt verdi. Bu yazı yazılırken işçilerin direnişi ve dayanışması devam ediyordu. Beklenen ve istenen ise bu direnişin, dayanışmanın, mücadelenin büyümesi ve gelişmesi. Çünkü saldırı genel, şiddetli ve kapsamlı.
Ekonomik ve politik saldırıların peş peşe ve birlikte gelmesi arasında doğrudan bir ilişki bulunuyor. İktidar ve büyük sermaye istiyor ki sömürülenler, soyulanlar seslerini çıkaramasın. Onları sindirmenin tek yolu ise zorbalığı ve baskıyı artırmak, gericiliği koyulaştırmak. Muhalifler sudan gerekçelerle cezalandırılırken, ana muhalefet başkanını linç etmeye çalışanlar ödüllendiriliyor. Haber verdi diye TV’ler cezalandırılıyor, konserler yasaklanıyor, gösteri yapma, protesto etme hakkını kullananlara şiddetle saldırılıyor, sosyal medya sıkı bir denetim altına alınmak isteniyor, paramiliter örgütler devreye sokuluyor.
Erdoğan ve Bahçeli’nin son günlerde kullandığı dilin içeriği, tonu ve üslubu başta en mücadeleci kesimler olmak üzere, tüm halka açıkça şunu söylüyor: Nefes bile alamayacaksınız, tepenizdeyiz! Baskı ve şiddeti artırıp, yaygınlaştırarak, korkuyu ve yılgınlığı egemen hale getirmek istiyorlar. Ama yaşananlar ortadadır: Saldırıya uğrayıp da sinen ve kabuğuna çekilen bir kesim bulunuyor mu? Bulunmuyor ve bulunmadığı gibi halk arasında öfke ve mücadele etme isteği ve eğilimi artıyor, daha geniş kesimler hareketlenme belirtileri gösteriyor.
İktidarın ekonomik ve politik saldırılarının genel, yaygın ve şiddetli bir özellik kazanmasına karşı, bu saldırılara karşı koyma ve onu püskürtme mücadelesi de genel ve yaygın olmak zorunda. Bu zorunluluk soyut bir istekten, dilek ve temenniden kaynaklanmıyor. Bu zorunluluk bu kapsamda bir saldırının ancak genel ve güçlü bir mücadele ile püskürtülebileceği gerçeğinden kaynaklanıyor. İşçi ve emekçi halkın, gençliğin ileri kesimleri her geçen gün artan bir kararlılıkla yaygın ve birleşik bir mücadeleyi örgütlemeye çalışıyorlar. İşçi ve emekçi halk bu çabalarla birleştiği oranda kendisine layık görülen kölelik zincirlerini parçalayıp atabilecektir.
Evrensel'i Takip Et