4 Haziran 2022

Emperyalizmin iç yansımaları

Fotoğraf: Русский: П.И.Волков./Wikimedia Commons

Lenin’le başlatılan emperyalizm, bir fikri sabit olarak daima ülkeler arası sömürgeci ilişki olarak algılanır ve anlatılır. Andre Gunder Frank’ın uzun yıllar öncesinde geliştirmiş olduğu çevre-merkez ilişkisi, gelişmiş kapitalist ekonomilerin merkeze koyulduğu ve gelişmekte olan ekonomilerin çevrede konuşlandırıldığı ve merkezin daimi olarak çevreyi sömürdüğü bir modeldir. Bundan dolayıdır ki, kalkınmacı görüşlerin karşısına koyulan bu modelde çevre her ne kadar kalkınma hamlelerini ısrarla ve sebatla sürdürerek kalkınacağına ve bir gün o da gelişmiş ülkeler gibi abat olacağına inansa da bunun olanaklı olmadığını Frank da Samir Amin de çok güçlü teorileri ile ortaya koymuşlardır.

Emperyalizm görüşünün Lenin tarafından şekillendirildiği dönemde, ulus devlet formunda ülkelerin bir kısmı kalkınmalarını yapmış, bir kısmı da kalkınmış ülkeler etrafında çevresel olarak konuşlanmış olarak kalkınma hamlelerini sürdürme çabası içinde idi. İlk dönemlerin üretim ilişkilerine özgü çevre-merkez ilişkisinde yaşanan bu durum sermaye yapısının ulus devlete verdiği koruma ve kollama görevinin olağan uygulama biçiminden kaynaklanıyordu. Diğer bir deyişle, sermayenin bir ulus devlet içinde üretimini sürdürürken kâr oranlarını koruma politikaları ile çevre ülkelere uzanmaları emperyalist politika olarak görülmüştür. Bu politikaların amacı, çevreden merkeze kaynak aktarmaktır. Özellikle de, ulus devlet politikalarının yürürlükte olduğu koşullarda, devletin toplumsal politikaları görece başat olduğundan dolayı, sermayenin ülke dışı sömürüsü ülke içi sömürüye tercihli idi.

Günümüzün üretim koşulları değiştiği gibi, sermaye de ülke içi sınırları aşmış ve devlet ile ilişkisi de devlet aleyhine ve sermaye lehine bir hayli değişmiştir. Günümüz koşullarında güçlenen sermaye emek üzerindeki sömürü gücüne ilaveten, devlet politikalarına da başat olabilecek güce ulaşmış ve devlet üzerinden bizzat ülke halkını sömürü altına almıştır. Fakat sermayenin ulaştığı bu güce rağmen, kendi içsel dinamiği kâr oranlarını geriletmeye ve bu durumu aşmaya yönelik olarak sistemi krizlere sürüklemiştir. İşte sermayenin bugünkü baş döndürücü muazzam gücü ve görüntüsüne rağmen, kendisini yenilemek için giriştiği ve topluma kriz olarak yansıyan hamleler bizzat sermayenin yenilenme dinamiğinin bir sonucudur. Sermaye insan yanlı değildir, sorununu çözebilmek için savaşlar da dahil, her türlü doğa ve insan katliamına başvurabilir. Bu süreçler münferit ülke sorunu olmayıp, bir sistem sorunudur. Fiyat artışları ve işsizlik gibi tipik toplumsal sorunların salt gelişmekte olan ekonomilerde değil, ABD ve Almanya gibi gelişmiş lider ekonomilerde de kıpırdamaya başlaması bu sürecin kesin delilleridir.

Mesele nedir? Mesele 2008 krizimin devamı mıdır, yoksa yeni bir durum mudur? Meseleye böyle bakmak, konuyu tam bir kapitalist dürbünden gözlemleyerek, sistemi bir tarafa çekip, konuyu sistem dışına iterek, aklamaktır. Hemen şunu söylemeliyim ki, 2008 krizi de, krizin uzaması de, bugün gelişmiş ekonomilerde yaşanan fiyat artışları ve tedricen yükselen işsizlik de kapitalizmin işleyişinin ve günümüzde vardığı aşamanın çok tipi semptomlarıdır. Meselenin böyle kapsanması hem ürkütücü, hem de sistemi zedeleyici olduğu içindir ki, genellikle düşünür ve yazarlar, zinhar sistem lafı etmeden, 2008 krizi sözcüğü ile kriz olgusunu anlatmaya çalışırlar. Her ne kadar ileri ülkelerde de görülen enflasyon ve işsizlik sorunları genel politika yanlışlığına işaret ediyor olsa da, artık mızrak çuvala sığmamakta, sorunlar her gün bir başka hamle ile dikkatimizi çekmeye çalışmaktadır.

Mesele sisteme özgü ise, mücadele etmeden, sistemin dönüşmesini mi bekleyeceğiz. Tabii ki, hayır, mücadeleyi bugün de her aşamada ve her konuda başlatacağız ve sürdüreceğiz. Ancak, şu konuda çok dikkatli olmalıyız ki, anlık ya da günlük hamlelerimizle durumumuzu iyileştirmeye ya da korumaya çalışırken, uzun dönemli asıl hedefimizden şaşmayacağız. Sosyal demokrasi gibi politikalarla avunup, yarınımızı tehlikeye atmayacağımızı kamuoyuna anlatmak ve bu yöndeki mücadelelerimizde ısrarlı olduğumuza ikna etmek mecburiyetindeyiz. Mücadelemizi böylesi sabit hedefle sürdürmemizin ikili faydası vardır. Birincisi, uygulanan politikalarla avunmak veya politikalara tav olmak durumunda olmayız ve uzun vade hedefini ıskalamamış oluruz. Bu durum uzun vadeli bir ayarlamadır. Kısa vadede ise politika belirleyicileri ve sermaye yandaşlarını asıl hedefimizle ne denli korkutursak, kısa vadeli hedeflerimize de o denli az külfetle iyi dönüşümlerle yanıt alırız. Kısacası, mücadele stratejisinin kısa ve uzun dönemli hedeflerinin birbirini destekleyici ve güçlendirici olmasına dikkate edilmelidir.

Evrensel'i Takip Et