Bilindik formüller ve formülsüzlük derdi
Görsel: Pixabay
Popülist sağcı lider yaratmanın formülleri dünyanın hiçbir yerinde değişmiyor.
İşin acı tarafı; matematiği bu kadar belli bir stratejinin her kıtada çalışıyor olması.
Lider adayı önceki yönetimlere karşı şöyle bir bayrak açıyor:
“Eğitimli, kültür, sanat ve edebiyat konusunda bilgili bu yönetici elitler halkın değerlerine uzaklaştılar. Biz gerçek halkı temsil ediyoruz. Gerçek olan elitlerin bilgi ve birikimleri değildir, halkın ahlaki üstünlüğüdür.”
(Bu hususta Jan-Werner Müller’in What is populism?‘ini edinebilecek olanlara tavsiye ederim)
Bu söylem tuttuğunda otoriterleşme yolundaki tüm ayrık otlarını yolma şansı eline geçiyor. Bilimi, akademiyi, evrensel normları, özgür basını, eğitimi, kültür-sanat ve edebiyatı hakir gören bir dille değersizleştiriyor. Bunu da hakaret, aşağılama ve bu kesimlerin temsilcilerini cezalandırma yoluyla yapıyor.
Bu kesimlerin savunduğu tüm değerlerin karşısında, elindeki büyük güç olan “toplumsal ahlak” kavramını kullanıyor. Bu ahlak kavramı süreç içerisinde bükülmeye, genişletilmeye ya da daraltılmaya müsait işlevli bir aparat halini alıyor.
“Biz bunu kabul edemeyiz.” cümlesindeki birinci çoğul ile halkı ve ahlak anlayışını kendi tepkisine dahil ederek ya da paravan ederek konuşuyor. Yoluna çıkan diğer herkes ise sıfatsız, titrsiz, tanımsız şekilde “bunlar”
Ortaya kavramlar atıyor, bu kavramlar kimi zaman varlığı muğlak düşmanları tanımlamaya, kimi zaman diğer kesimleri düşmanlaştırmaya, kimi zamansa kendi içlerinden bir kısmını mevcut bir kavramın ağırlığından kurtarmaya yarıyor.
Yanlış çeviri sonucu ortaya çıkan “faiz lobisi” kavramının, sokaktaki insanın tam kavrayamadığı ama ekonomiden sorumlu tuttuğu bir düşmana dönüştürülmesi gibi.
AB fonları için bir günde “İnsan Hakları Eylem Planı” açıklayan, bakanlık tabelasına “iklim” ekleyen, milyonlarca sığınmacı için asli planı fon olan bir iktidarın suçlamalarında hakaretlerle beslediği “fonculuk” kavramını ortaya atarak tüm sivil toplumu ya da yandaş olmayan basını hedef haline getirmesi gibi.
Gülen Cemaati’nin kadrolaşması yüzünden yaşananlar ortadayken herkesin diline pelesenk olan “FETÖ” kavramını ortaya atıp “cemaat” kelimesini oradan çekip kurtarıp diğer cemaatlerin aynı kadrolaşmaya devam edişini sorunsuz kılmak gibi.
Ya da bütün kısaltmaları gerçeklikten ve mantık sınırlarından uzak şekilde yan yana bir itham gibi kullanmak: CHPHDPPKKDHKPCFETÖ gibi. Gülmeyin, yaptılar ve yapıyorlar bunu.
Bazen yeni bir kavram yaratmak yerine olanın içini boşaltmak da bir formül: “Terörist” kelimesini “gıcık” seviyesine indirgeyecek kadar herkes için sarf etmek gibi.
Otoritesini güçlendirmek isteyen sağ popülist lider, din ve tarihe sırtını yaslar. İkisi de işlevli o “ahlak” kavramını beslemeye yarar.
Gerçekliğin yerine inancı koymak, “Ben inanıyorum, öyleyse var” diye açıklanabilecek hakikat ötesinin de önünü açar. Sonunda ekranlarda; tüm kitaplarda yazılan, resmedilen, yakın tarihteki bir kalp sektesi ölümünü bile “İdam edildi” diye anlatmaya kadar el artırır bu koz.
Elitler denilen kesim; aslında işini bilerek yapanları da kapsar. Bunları “elitler” olarak yaftalamak, liyakati ortadan kaldırmanın önünü açar. Eğitimini aldığı, tecrübeyle beslediği mesleği yapanların karşısına “halktan gelen, halkın ahlakının timsali” diye lanse edilenler aslında halktan kopuktur, çıkar ve rant zincirinden zenginleşmiş kesimdir. Başarı artık sadece çok ama çok para kazanabilmek olarak görülür. Halktan görülmelerinin tek yolu basit bir dille konuşmalarıdır, derin konuları mevzuya yakışmayan sığlıkta, basit cümle ve referanslarla açıklarlar. Bakan Nebati’nin gözleri, Binali Yıldırım’ın “Bulut denen bir şey varmış”ları, Berat Albayrak’ın “Öyle bir kriz çıksa da füze yağsa da şu olsa da bu olsa da dolar yükselse de bir kâr etsek, çok beklersiniz” derken şive taklidi yapması gibi.
Rejim varlığını zamanla tamamen çatışma yaratma ve kısmi çözüm üretme ya da çözüm vadetme üzerine kurar.
Bu seri çatışma ortamı toplumu tek bir başlıkta bir araya gelip güçlü bir toplumsal muhalefet oluşturmaktan da uzak tutar.
Aynı anda kadınlar, çocuklar, LGBTİ+, basın, muhalif siyasiler, hukukçular, akademisyenler, iklim, çevre, işçi ve emekçiler, emekliler baskı altına alınınca herkes kendi yarasına derman arayışına düşünce sesler de bölünmüş olur.
Bu sürekli artan hak arama ivmesi orta-uzun vadede sair insanın söz üretme ve karşı çıkma konusunda yorgunluğuna ve yılgınlığına yol açar. Yollarından ayrık otları yine azalır.
Otoriter, sağcı, popülist bir liderin yükselişini ve koltuğunu koruma çabası, kitabını okuduğunuz filmi izlemek gibi. İçeriği biliyoruz ancak ne kadar süreceği ve uyarlaması yönetmene bağlı.
Geçen haftaki “sürtük” krizi; bu ellerindeki ahlak silahının bir tezahürüydü, bu sefer geri tepti.
İki açıdan geri tepti: Birincisi iktidarın da sırtını dayadığı, işine göre büktüğü, sorgulanması gereken “toplumsal ahlak” kisvesiyle dayatılan namus kavramına da ateş ediyordu. Yani kendi bacağına sıkıyordu.
Bir köylü kadın ekranda isyan ediyordu: “14 yaşında evlendirildim, kocamdan başka adam yüzü görmedim, kimse bana sürtük diyemez.”
Ömrü boyunca namusunu koruması tembihlenen, çocuk yaşta görücü usulüyle evlendirildiği halde o kutsanan aile kurumuna sahip çıkan, iyi bir anne ve eş olmak için ömrünü veren kadınlara isabet etti kurşun.
İktidarın da bayrağı olan o ahlakın uğruna ömürlerini harcamışlardı zira.
İkincisi, son yılların en büyük muhalefeti kadın hareketi ve aydınlattığı kesim.
Sürtük kelimesi tam da feministlerin yıllardır anlatmaya çalıştığı erkek egemen ahlakın ürünü bir küfürdü.
Kadının yaşam şeklinin küfür haline getirilmesi.
Hani kadın cinayetlerinde failin hakim karşısında söylediği “Gönül eğlendiriyordu, başkalarıyla geziyordu, eve girmiyordu, sokaklarda sürtüyordu.” savunmalarının özeti gibi. Kadın sürtükse(!) katiline indirim.
Şimdi burada şöyle bir sorun başlıyor:
Popülizmin, hakikat ötesinin, bu küfürbaz şiddet dilinin karşısında nasıl duracağız?
Çünkü “sürtük” hiçbir kesim için kabul edilemezken, buna olan tepki kimi kesimde “Ne hakla böyle dersin, kimse namusumuza laf edemez!” çığlığında kimi kesimdeyse “Velev ki sürtük, sana ne? Böyle küfür mü edilir, ne hakla böyle dersin?” şeklinde dile geldi.
Aslında dağ boyutu tepki iki yamaç arasında devasa bir yankı yaratabilecekken uğultuya dönüşüyor zaman zaman.
Zira iki kesim de birbirine bu küfre nasıl karşı çıkmak gerektiğinin derdine düştü.
Aynı yankı kırılması sığınmacılar konusunda da yaşanıyor.
Herkes iktidarın dış politikasına karşı ama nasıl karşı durulacağı konusunda tek ses olamadığı için çatışma-tartışma asıl hedeften uzak yerde sürdürülüyor.
Sürtük ve çürük yaftası Gezi’ye destek verenler için kullanılmıştı. O zaman Gezi ruhunu hatırlayalım:
Herkesin bir diğerinin yarasını anlamaya çalıştığı, herkesin farklı bir yerden gocunduğu ama yan yana doğru hedefe kimi açıdan farklı olsa da demokrasi, adalet ve barış adına ortak ses verebildiği bir süreçti.
Neyin yanlış olduğundan emin olduğumuz noktada bir savunma kuracaksak, ortak bir formül bulup en doğru söylem kavgasından sıyrılabilmemiz gerek.
İktidarın stratejisi bilindik bir formül, yenilmeye de mahkum.
Tek şansları var: Karşı taraftaki formülsüzlük.
Ortak bir dil oluşturmak 20 yıldır travmatize edilmiş ve her kesimi ayrı ayrı sınanmış bir toplumda belki imkansız ama elimizden koparılmaya çalışılan fikir hürriyeti kapsamında bir dil kurmak bizi rahatlatır.
Ağır bir hakarete maruz bırakılan insanlar olarak birbirimize “Ne biçim karşı çıkıyorsun, böyle bir hakarete karşı söylediklerin hafif değil mi? Şerefsiz misin? Haysiyetsiz misin?” gibi cümleler kurmak değil “Meseleyi ben başka bir açıdan değerlendiriyorum” diyebilmek gibi.
Ya da senelerdir “elitler” diye eğitimi, özgür bakış açısını, bilimi, kültürü, sanatı hatta işini iyi yapan herkesi aşağılamaya kalkan bir iktidar karşısında, o “elitler” torbasına atılmış insanların sosyal medyada birbirlerini aptallıkla, geri zekalılıkla, beyinsizlikle suçlayıp alay etmesi yerine konuları kendi aralarında bir münazara gibi ele alıp tartışabilmesi gibi.
Bu alaycı, aşağılayıcı, küfürbaz, şiddet içerikli, suçlayıcı dil, sağ popülist liderlerin otoritesini güçlendirme ve sürdürme stratejisinin bir parçası, bununla mücadele aynı /benzer yöntemle yapılmaz.
Zira bir kamyon arkası yazısı gibi dursa da araştırmalarla doğruluk payı ispatlanmıştır: Taklitler aslını yaşatır.
Nazik, incelikli, iltifata layık pazarlar dilerim.
- Var mıyız yok muyuz? 18 Ocak 2025 04:08
- Uykusuzluk üzerine 11 Ocak 2025 05:00
- Merhaba yeni sene, mutluluk hangi seneye? 04 Ocak 2025 06:30
- Öngörü, strateji ve bir film üzerine 28 Aralık 2024 04:50
- Uyanık tutan sorular 21 Aralık 2024 05:15
- Kara kış 14 Aralık 2024 04:45
- Karar üzerine tartışma 07 Aralık 2024 06:25
- İçimdeki taziye çadırı 30 Kasım 2024 06:10
- Had aşımı 23 Kasım 2024 05:04
- Kitap-defter açık sınav 16 Kasım 2024 04:47
- Soru 09 Kasım 2024 04:19
- Bi'şey 02 Kasım 2024 04:47