Öz güvenini yitiren iktidar ve mahkemelere sıkıştırılan muhalefet
Fotoğraf: MA
Geride bıraktığımız haftayı da muhalefete yönelik baskı, gözaltı ve davalarla kapattık. İktidarın İstanbul’u kaybetmesinin bir intikamı olarak gündeme gelen mahkumiyet kararı sonrası CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun cezaevine girip çıkması, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun davası, HDP Eski Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve eski milletvekilleriyle beraber 108 kişinin yargılandığı Kobanê davası, HDP’ye ve Göç İzleme Derneğine (GÖÇİZDER) yönelik gözaltılar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, önceki gün Ankara Kızılcahamam’da düzenlenen partisinin 30. istişare ve değerlendirme toplantısındaki konuşmasında da, Boğaz Köprüsü’ne “Her Yer Taksim Her Yer Direniş” pankartı asan TİP milletvekillerini hedef alarak, “Bunların parlamentodan silinip atılmasının adımlarının atılması lazım” ifadelerini kullandı. Aynı konuşmada CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na yanıt verirken söyledikleri de önemli: “Seçim tarihi belli, yeni tarih istiyor. Seçim tarihi belli olduğuna göre Haziran 2023’e hazırlan.”
Yani, seçimler konusunda ‘hodri meydan’ diyen değil, ‘Avucunuzu yalarsınız’ diyerek konumunu son dakikaya kadar korumaya çalışan bir Erdoğan var artık. Tek başına iktidarını kaybettiği 7 Haziran 2015 genel seçimlerinden beri AKP, ortağı MHP ile birlikte muhalefeti kriminalize etme ve bitmeyen davalar zinciriyle muhalefeti mahkemelere sıkıştırma stratejisi izliyor.
Ülkenin içinde olduğu ekonomik tablo da, gerilim stratejisini iktidar açısından yegane seçenek haline getiriyor.
Selahattin Demirtaş’a örgüt propagandasından 4 yıl 8 ay, Canan Kaftancıoğlu’na sosyal medya paylaşımları nedeniyle 9 yıl 8 ay hapis cezası veren, TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı, ÇHD’li avukatlar ve Sözcü gazetesi yazarlarının ceza kararlarına imza atan, Can Dündar’ı kaçak ilan ederek gayrimenkullerine el koyma kararı çıkartan ve Anayasa Mahkemesinin Enis Berberoğlu’na ilişkin verdiği hak ihlali kararını uygulamayarak AYM’ye direnen Akın Gürlek’in, Adalet Bakan Yardımcılığına getirilmesi de dönemin ruhuna uygun bir adım oldu.
Tam burada muhalefetin tutumunu tartışmalıyız. Kaftancıoğlu ile ilgili mahkeme kararının ardından Kılıçdaroğlu’nun partisinin İstanbul il binasına çağrı yapması, Bursa mitinginin İstanbul’a alınması ve ardından SADAT’ın önüne gidilmesi yerindeydi. Kuşkusuz daha etkili politik adımlar ve yanıtlar mümkün. Ancak yapılanların da üzerinden atlamadan devam edelim.
Belediyelerine kayyum atamalar, eş genel başkanları, milletvekilleri ve belediye başkanlarının tutuklanması ve kapatma davasının ardından geçtiğimiz hafta HDP’ye yönelik yeni bir gözaltı furyasının gündeme gelmesi, seçimler öncesi kolunu kanadı kırma amaçlı bir adımdı.
Bir parantez açarak, bunların HDP önceli tüm partilere yaşatıldığını hatırlatalım. Tansu Çiller’in, başbakan olarak görev yaptığı yıllarda, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş ile birlikte imza attığı ‘faili meçhuller’ dönemini Kürtler parti binalarının bombalandığı ve milletvekillerinin öldürüldüğü bir dönem olarak yaşadılar. O uygulamalar, başkaları için ise başarı hikayesiydi. Güreş, emekli olduktan sonra DYP’den milletvekili olarak Çiller ile yol arkadaşlığına devam etti.
Bugün de, HDP’nin çeşitli zor enstrümanları yoluyla siyaset yapamaz hale getirilmeye çalışıldığı bir dönemdeyiz. Ve tüm o baskı sürecinin ardından HDP’nin barajın üzerinde durarak iktidar açısından ‘oyun bozan’ bir parti haline gelmiş olması, AKP ve MHP’nin seçim stratejilerini ona karşı mücadele ekseni üzerine kurmalarına neden oluyor.
Böyle bir iklimde HDP’nin kapatılma davası, muhalefet açısından gerektiği kadar gündem oluyor mu peki?
“Eğer HDP kapatılırsa Kürt oyları nereye gidecek?” sorusu daha fazla bir endişe kaynağı gibi. HDP’nin kapatılması halinde Kürt oylarının ‘Millet İttifakının yanında iktidardan kurtulmak açısından harekete geçirilmesinin yolları üzerine akıl veren epey kesim varken, “Meclisin üçüncü partisinin kapatılması halkın iradesine bir darbedir. Bu seçim sürecine de bir darbedir” diyerek karşı çıkanların oranı o düzeyde değil.
Yakın tarihimizde, üst düzey yargı kurumlarının çeşitli temsilcilerinin, karar alırken toplumsal gelişmelerden etkilendiklerini ifade eden birçok açıklaması gündeme gelmişti. Parti kapatma davaları ise tamamen siyasi davalardır. Sanki olumsuz sonuç dönemin iklimi nedeniyle baştan kabullenilerek sonrasına ilişkin matematik hesaplar yapılan bir davada Anayasa Mahkemesinin parti kapatmaya karşı olan üyeleri de ellerini zayıf hissedeceklerdir.
- Kürt meselesinde bir ihtimal daha olmalı 13 Aralık 2024 04:57
- Sınırımızdaki yeni Afganistan ve kaostan rant devşirmek 09 Aralık 2024 07:00
- Geniş atılan ağda çıkışı aramak... 02 Aralık 2024 06:55
- Türkiye zor bir değişimin ağır sancılarını yaşıyor 25 Kasım 2024 06:35
- Ebedi barış mümkün mü? 18 Kasım 2024 04:23
- İki güncel rapor eşliğinde Kürt meselesini tartışmaya devam 11 Kasım 2024 04:47
- 'Çöle çevirdikleri yere barış geldiğini söylüyorlar' 06 Kasım 2024 05:33
- Bir siyaset olarak 'terörle mücadele' 04 Kasım 2024 07:07
- Erdoğan’ın Mevlana vurgusunun hikmeti ne olabilir? 31 Ekim 2024 08:07
- Mayınlı bir süreç 28 Ekim 2024 05:10
- Yenidoğan çetesi: Çürümenin ekonomi politiği 21 Ekim 2024 05:00
- Barışa kapı açmak mı, süreci yönetmek mi? 14 Ekim 2024 05:00